I-
Hava güzel. Vakit ikindiye hazırlanıyor. Latif bir rüzgar, ağaç minelerinin kokusu ile incir yapraklarının kokusunu muhteşem bir karışım olarak ikram ediyor. Rüzgar. İncitmeden esen bir rüzgardan alâ ikram mı olur uzun yaz günlerinde.
80 yaş civarında olduklarını tahmin ettiğim iki kadın, ağaç minesinin ebruli çiçeklerine uzun uzun baktılar, bir çiçeğin üzerindeki renkleri saydılar çocuksu bir heyecan ile sonra kokusunu uzun uzun içlerine çektiler. Mavi başörtülü olan salavat getirdi. Yanındaki, ak saçlarını ensesine topuz yapmış kadın, “noldu ki abla?” dedi. “Abla”, “Peygamber Efendimiz bana dünyadan üç şey sevdirildi, gözümün nuru namaz, kadın, koku buyuruyor ya ne zaman güzel bir koku duysam salavat getiriyorum” dedi.
“Bilmiyordum” dedi beyaz saçlı olan, “ikimiz ne kadar farklıyız bizi gören asla aynı evden yetiştiğimizi tahmin etmez.”
“Aynı evde yetişmedik ki zaten” dedi mavi başörtülü olan. “Bizi ana babamız değil, gelin gittiğimiz evler yoğurdu.”
“Doğru” dedi beyaz saçlı , “Biz niye gelinlerimizi yetiştiremiyoruz, biz niye her evin soğan doğrayışı başka bu evinkisi böyle diyemiyoruz. Çünkü onlar zaten yetişmiş olarak geliyor. Sen 13 yaşında mıydın gelin olduğunda? Ben 16 yaşındaydım. Annem sana çok üzüldüğü için beni ilk isteyenlere vermeyip beklettiğini söylerdi hep.”
“O o zamandı” dedi mavi başörtülü.
O o zamandı. Bir müddet tekrarladım. İki yaşlı kadın gelip tam karşıma oturdu. Gelinlerinden bahsedecekler muhakkak diye düşündüm. Gelinlerden değil gelinlerin beyaz eşya kullanma biçimlerinden bahsettiler.
Beyaz saçlı, “Anlamıyorum ki nasıl kullanmadır” dedi “her eşyayı ancak garanti belgesi kapsamında kullanıyor. Üç yıl mı garanti kapsamı, dördüncü yıl o eşya muhakkak yenilenecektir. Sadece beyaz eşya da değil. Biz bir tülü kırk yıl kullanırdık. Bunların elinde beş yılda her şey ıskartaya çıkıyor.”
II-
Gelin kayınvalide kavgaları tarihin en eski kavgalarındandır. Ancak yukarıda aktardığım konuşma gelin kayınvalide kavgası olarak etiketlenemeyecek bir kavga.
Çünkü yaşlı kadınlar gelinlerinin tüketim alışkanlıklarını sorgulamakta haklı lakin, en az onlar kadar gelinleri de haklı. Çünkü meselenin öncelikle ekonomik arka planını bilmek gerekiyor.
1928 bunalımı, “büyük bunalım” makinelerin ürettiğini insanların tüketme kabiliyetlerinin yetmemesinden kaynaklanmıştı. Makineler kısa sürede sağlam ürünler üretiyor lakin bu sağlam ürünler uzun süre dayandığı için tüketicide yeni bir ürün edinme isteği hasıl olmuyordu. Günümüzün tüketim kodlarını inşa eden süreç işte bu dönemde başladı ve üreticiler “planlı eskitme” kavramı ile krizden çıkabileceklerini anladılar.
“Planlı eskitme” ifadesi ilk kez 1932 yılında, Büyük Buhran dönemindeki işsizlik oranını düşürmek amacıyla, yürürlüğe sokulması gereken bir uygulama olarak Amerikalı girişimci Bernard London tarafından bir el ilanında kullanıldı. Ona göre hükümet planlı eskitmeyi zorunlu kılmalıydı. Çevre sorunlarıyla ilgili kaygıların henüz ayyuka çıkmadığı bu dönemde London’ın önerdiği çözüm gayet basit görünüyordu: Bir ürünün eskime süresi azaldıkça daha fazla üretimin önü açılacak, dolayısıyla daha fazla işçiye ihtiyaç duyulacaktı. Şirketlerin bu uygulamadan ne kadar çok kâr edeceğini ise açığa vurmaya gerek yoktu.(...)Goodman, Vance Packard ve David Riesman gibi birbirinden çok farklı eleştirmenler bile, planlı eskitme diye bir yöntemin ortaya atılmasını ve 1960’lı yılların başında tüketim kültürünün filizlenmeye başlamasını üzüntüyle karşıladılar. “Planlı eskitme” kavramının yürürlükten kalkarak, yerine “ürün ömrü”nün geçmesinin nedeni muhtemelen budur. Ürün ömrü kavramı, kulağa gayet normal geliyor, sanki ürün doğumu ve yok oluşuyla doğal organik sürecin bir parçasıymış gibi! Bugün kullandığımız pek çok nesnenin daha borcu bitmeden değiştirilmesi gerektiğini düşünüyor ve bunu son derece doğal karşılıyoruz.” (Susan Neiman, Niçin Büyüyelim? sh. 161-162)
İki yaşlı kadının karşısına geçip israfın gelinlerinden değil, ekonomik “tercih”lerden kaynaklandığını anlatmamak için kendimi zor tuttum.
Onlara anlatmak yerine onları dinlemek daha “verimli” diye ikna ettim kendimi.
Tamircilerin yokluğundan konuşmaya başladılar. “Hiçbir şeyi tamir ettirmiyorlar” dedi kederle beyaz saçlı olan. “Haklısın” dedi mavi başörtülü, “Oğlum şu saç kurutmayı tamire götürsen dedim. Anne onları tamir eden kalmadı artık dedi.”
“Niye ki?” dedi beyaz saçlı biz her şeyimizi tamir ettiriyoruz. Elbisemizi, ayakkabımızı filan...”
“Yok” dedi mavi başörtülü “elektrikli küçük eşyalar tamir edilmiyormuş. Yenisini almak daha uygunmuş”
“Eskisini ne yapacağız?” diye sordu beyaz saçlı.
“Atacakmışız...” dedi mavi başörtülü.
Atılacak eşya her birinde nasıl bir hayat çağrışımı yapmış olmalı ki bir müddet hiç konuşmadılar. Neden sonra beyaz saçlı “Hadi kalkalım” dedi.
Kalktılar. Ben arkalarından uzun bir süre baktım. Bırakıp gittikleri iklimde bir kaç dakika daha oturdum. Sonra eve gelip bu yazıyı yazdım.
Hayat attıklarımız ve atamadıklarımızın dengesinde ya da dengesizliğinde ilerliyor. Vazgeçtiklerimiz ve vazgeçemediklerimiz zihnimizi ne kadar çok meşgul ediyor. Her şey insan için denirdi eskiden.
Artık her şeyin sadece ekonomi için olduğu zamanlara geldik.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.