Oyuncu torun büyükannesi Fatma Aliye"yi ne kadar tanıyor?!

00:0017/10/2008, Cuma
G: 2/09/2019, Pazartesi
Fatma Barbarosoğlu

Salı günü yazdığım gibi, bugünkü yazımın omurgasını Radikal''in 11.10.2008 tarihli Cumartesi ekindeki; bendenizle ve torunu Suna Selen ile Fatma Aliye Hanım hakkında yapılmış söyleşi oluşturuyor.Fatma Aliye: Uzak Ülke romanımı yazarken; Suna Selen ve Oya Selen ile görüşmek istedim. Suna Selen''e bir gün Kadıköy meydanında rastladım. Sıcak bir karşılaşma anımız oldu. (Yani bendeniz f büyükanneden hatıra toruna rastladığım için ziyadesiyle mutlu olduğum o anı öyle sakladım hafızamda.) Sonraki zamanlarda

Salı günü yazdığım gibi, bugünkü yazımın omurgasını Radikal''in 11.10.2008 tarihli Cumartesi ekindeki; bendenizle ve torunu Suna Selen ile Fatma Aliye Hanım hakkında yapılmış söyleşi oluşturuyor.

Fatma Aliye: Uzak Ülke romanımı yazarken; Suna Selen ve Oya Selen ile görüşmek istedim. Suna Selen''e bir gün Kadıköy meydanında rastladım. Sıcak bir karşılaşma anımız oldu. (Yani bendeniz f büyükanneden hatıra toruna rastladığım için ziyadesiyle mutlu olduğum o anı öyle sakladım hafızamda.) Sonraki zamanlarda telefon konuşmalarıyla kendinden zoraki de olsa bilgi almaya devam ettim. Bir kaç defa randevulaştık. Her defasında iptal edildi randevular. Suna Selen ile ru be ru olarak ikinci görüşmemiz tamamen tesadüfi olarak, bir tiyatro lobisinde gerçekleşti. Telefon görüşmeleri ile ru be ru görüşmelerdeki cümleleri kurgusal bir atmosfer eşliğinde Uzak Ülke romanına da taşıdım.

Kardeşi Oya Selen daha önce teyzesi Emine Semiye ile ilgili olarak birkaç akademisyeni kabul etmişti. Benim başörtülü olduğumu öğrenince olabildiğince incitici bir tutum sergilemeyi tercih etti. Velhasıl görüşmemiz ve karşılaşmamız söz konusu bile olmadı. Çünkü onların nezdinde, başörtülü bir romancının tarafsızlığı, sadece anlamak kastıyla araştırıcı bir ruhu olmazdı.

Suna Selen de daha sonra bu noktaya gelmiş olmalı ki, Radikal Cumartesi''ye vermiş olduğu söyleşide benim kendisine telefonda yöneltmiş olduğum soruyu -ki o gün de sorduğum soru karşısında öfkeyle telefonu kapatmış ve beni mahkemeye vereceğini söylemişti- değiştirerek anlatıyor. Fatih Kerimi Fatma Aliye hanımın resmini çekmek istemiş de Fatma Aliye hanım ben erkeklere resim vermem demiş. Selen''in cümleleri şöyle:

Bir gün tesettürlü bir hanım yakaladı beni, üniversitendenmiş, bazı şeyler istedi anneannem hakkında. Kız kardeşim bu tür şeylerden rahatsız oldu daha sonra, ama ben o kadar olmuyorum. Belki oyunculuğun getirdiği bir şey. ''Sahneye çıktığımda karşımda tesettürlü biri oturuyorsa farklı bir oyun mu oynayacağım'' diye düşünüyorum. Bir gün telefon etti bu hanım, “Benim elime bir takım bilgiler geçti, Kırım''dan bir gazeteci gelmiş de, diğer yazar hanımlar razı olmuşlar ama Fatma Aliye, “Ben erkeklere resim çektirmem” demiş dedi. Ama Allah aşkına, bu kitaptaki resimleri de hanımlar mı çekmiş? Böyle şeylere yapışmak istiyorlar, size, yakınınıza bir şey yüklemeye çalışıyorlar, bu da insanı deli ediyor. Sonra kitabını bastı yolladı bana.”

Benim kendisine naklettiğim ve tabii Uzak Ülke romanında yazdıklarımın bu söyledikleri ile uzaktan yakından hiçbir alakası yok. Fatih Kerimi 1912 yılında Halide Edip, Şair Nigar ve Fatma Aliye Hanım''ı evlerinde ziyaret ediyor. Halide Edip ve Şair Nigar Hanım, Kerimi''yi başı açık olarak karşılıyor. Fatma Aliye Hanım ise beyaz bir başörtüsü ile kabul ediyor Kırımlı gazeteciyi. Kerimi''nin cümleleri şöyle: “Biz kahvelerimizi bitirmek üzereyken salonun kapısı açıldı. Kısaca boylu, beyaz çehreli, zayıfça bir kadın girdi. Üzerindeki kıyafet tamamen Avrupai; Uzun siyah gömlek, üzerine kısa siyah ceket giymiş, beyaz başörtüsü örtmüş. Saç filan görünmüyor. Kerimi kendisinden “Fazl ve kemalinize müştak olan Rusya''daki hemşirelerimize göstermek için resminizi lutfeder misiniz?”deyince Fatma Aliye Hanım: “Resmim yok, hiç çektirmedim” diye cevap veriyor ve çekmeceden sultan hemşirelerinden birisinin ve Paris''te bulunan hemşiresinin resimlerini gösteriyor.

Fatih Kerimi''nin Fatma Aliye Hanım''ın kendisine gösterdiği fotoğraflara yaptığı yorum şöyle: “Sultan hemşiresi şapka ile tam Avrupalı bir kıyafette idi.”

Suna Selen''nin söyleşide tamamen değiştirerek naklettiği konuşma, Fatih Kerimi''nin yazdıklarından yola çıkarak sorduğum sorulara dayanıyordu. Yurt dışına çıkarken Fatma Aliye Hanım''ın şapka giyip giymediğini sormuştum. Selen de bana her zaman şapka giydiğini söylemişti. Bu mümkün değil diyerek dönemin giyim kuşamı anlatmaya çalıştıysam da büyük bir öfke patlaması ile telefonu yüzüme kapattı.

Suna Selen Radikal Cumartesi''ye vermiş olduğu söyleşide bendenizden negatif bir dil ile bahsederek romanımı okumadığını çünkü sinirleneceğini söylüyor. Bu kadar derin bir önyargı sadece adı geçen kişiye ait olsaydı fazla üzerinde durmazdım. Ama bu derin ön yargı bu gün başörtülülerin fikir üretme, hizmet üretme, sanat üretme haklarını gasp ediyor.

Büyükannesi ile ilgili olarak Suna Selen''in bütün bildiği annesinin anlattıkları. Bu anlatılanları çok ciddiye aldığım için “horlanma” pahasına birkaç telefon konuşması yaptım. Her telefon konuşması bende bir soru olarak kaldı. Bu soruların romanımın felsefi arka planı için oldukça üretken bir işlevi olduğunu söylemeliyim. Her hikaye bu günden geriye doğru yazılıyor. Pek az kişi, geçmiş zamanın hikayesini olabildiğince “yaşandığı zaman” içinde anlayabilecek bir basirete sahip. Suna Selen de hiçbir kitabını okumadığı, hayatına dair hiçbir şey bilmediği büyükannesini feminist bir kadın, Sultan''a bile karşı çıkan bir kadın olarak hikayeleştirmeyi tercih ediyor. Bu tercihin gerçeğe uyup uymadığı hiç meselesi değil.

Söyleşide, büyükannesinin hiçbir kitabını okumadığını çünkü eski yazı bilmediğini söylüyor Selen. Oysa Fatma Aliye Hanım evrakı metrukesini değerlendiren katalog, Nurettin Sözen zamanında büyük şehir yayınları arasından çıktı. Boğaziçi Üniversitesi''nden Mübeccel Kızıltan ve Tülay Gençtürk, Fatma Aliye Hanım''ın Atatürk kitaplığındaki evrak-ı metrukesini katalog olarak yayınladılar. Keza Nisvan''ı İslam kitabının Latin harfleriyle Mübeccel Kızıltan tarafından yayınlanışı Mutlu Yay.1993.

Emel Aşa''nın, Muhadarat''ı latinize ederek yayınladığı yıl ise 1996.

Fatma Aliye Hanım hakkında Emel Aşa''nın doktora, Firdevs Canbaz''ın yüksek lisans tezi var. Özellikle Firdevs Canbaz''ın, Bilkent Üniversitesi''nde Lourent Mignon danışmanlığında yapmış olduğu tez Fatma Aliye Hanım''ın muhafazakar damarını çok iyi ortaya koyuyor. Bunda Firdevs Canbaz''ın dikkati kadar, danışmanının Belçikalı olmasının da önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiyeli akademisyenler bir şeyi hakikatiyle anlamaktan ziyade kafalarında kurguya uygunluğunu tesbit ve tescil etmek üzere yola çıkıyorlar. Hakikat ile yüzleşmek, kafa konforlarını bozacağı için görmek istediklerini bulmak maksadıyla nazar ediyorlar tarihin sayfalarına. Tıpkı Uzak Ülke romanımı okumadığını çünkü okursa sinirleneceğini söyleyen Suna Selen gibi.

Söyleşiyi yapan Merve Erol “Fatma Barbarosoğlu''nun “Uzak Ülke”sini okudunuz mı diye soruyor Selen''e. Cevabı tam bir Türkiye gerçeği: “Hayır, duruyor evde. Sinirleneceğim okursam, benim sinirim bana lazım.”

Suna Selen Uzak Ülke''yi okursa sinirlenecekmiş.

Oysa bendeniz orada yazdığım her tavrı, cümleyi Fatma Aliye''nin romanlarından, Ahmet Mithat Efendi''ye yazdığı mektuplardan, Ahmet Mithat Efendi''nin ona yazdığı mektuplardan, çağdaşı olan kadınların hatıratından ve hakkında yazılmış bilimsel eserlerden yola çıkarak yazdım.

Ama yazan başörtülü olunca, bazı okuyucular damardan “yanlış okuyucu” olarak kalmayı tercih ediyor. Yalnız ve yaralı Türkiye''mizin, bu kanserli dokusu ile yüzleşilmediği sürece, bilmediği halde hüküm verenler “sinirlenmeye”, yıllarını vererek araştıranlar “yargılanmaya” devam edecek.