“Ölmeye yüzümüz olsun...”

04:0018/10/2024, Cuma
G: 18/10/2024, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

I- Aşağıda dikkatinize sunduğum yazıyı “Ahir Zaman Bilinci” başlığıyla Ağustos 2003’te yine burada yayımlamıştım. Niye tekrar dikkatinize sunduğumu yazının sonunda umarım izah edebilirim. Buyurun: Ahir zamana yaklaştıkça, ahir zaman bilincinden uzaklaşıyor insanlar. “Ahir zaman ümmeti”, peygamberinin döneminden uzaklaştıkça yaşadığı çağın insanı oluyor. Ölümü unutarak yaşamaya devam ediyoruz. Dünyanın sonluluğu düşüncesinden uzaklaştıkça kendi özgürlüğümüzün “keyfini” sürüyoruz. En dindar bildiklerimizin

I-

Aşağıda dikkatinize sunduğum yazıyı “Ahir Zaman Bilinci” başlığıyla Ağustos 2003’te yine burada yayımlamıştım. Niye tekrar dikkatinize sunduğumu yazının sonunda umarım izah edebilirim. Buyurun:

Ahir zamana yaklaştıkça, ahir zaman bilincinden uzaklaşıyor insanlar. “Ahir zaman ümmeti”, peygamberinin döneminden uzaklaştıkça yaşadığı çağın insanı oluyor. Ölümü unutarak yaşamaya devam ediyoruz. Dünyanın sonluluğu düşüncesinden uzaklaştıkça kendi özgürlüğümüzün “keyfini” sürüyoruz. En dindar bildiklerimizin ağzından çıkan üç kelamdan biri özgürlük. Özgür olabilmek için ölümü unutmamız gerekiyor. Ölümü unutmamız için ahir zaman alametlerini de unutmamız gerekiyor. Unutanlardan olmayalım diyorsanız... Buyurun:

Hz. Hasan’ın huzurunda âlimler toplanmış ahir zaman üzerine konuşuyorlar.

İçlerinde en yaşlısı, dışı oldukça parlak, adeta mermere benzeyen bir yumurta çıkarır ve hurma çekirdeği koydukları kâseye kırar. Cılk yumurta kokusu her tarafı kaplar.

Yaşlı adam “işte” der “ahir zamanda insanların dış yüzü bu yumurta gibi düzgün ve cilalı olup menfaat, hırs, benlik davası, kin, zulüm ile bozulan içleri böylesine kötü kokacak.

Mekkeli bir tüccar söz alır. Dışı pırıl pırıl, içi isli bir kâse ortaya koyar.

“O zaman insanlar böylesine pırıl pırıl kaplarda yemek yiyecekler, ama yedikleri başkalarının hakkı ve haram ile karışık olduğu için, kalp gözleri kapanacak, koyunlar gibi sadece otladıkları sahayı görecekler” der.

Üçüncü âlim gayet süslü bir saksı içinde gösterişli bir çiçek ortaya koyar. Sonra çiçeği kaldırıp köksüzlüğüne işaret eder:

“Ahir zamanda anneler, babalar çocuklarını parlak saksılarda güzel bir çiçek gibi yetiştirmeye çalışacaklar ama asıl ilim olan hakikat yolunu, peygamber ve Allah sevgisini öğretemedikleri için; imanda köksüz, sevgi ve sadakâtte zayıf, varlık içinde bedbaht nesiller yetişecek.”

İlim meclisinde bir de papaz vardır. Kara cübbesini ve boynundaki haçı çıkartarak;

“Ahir zamanda öyle ümit etmediğimiz cübbeler ve kıyafetler altında öyle kişiler olacak ki, yürekleri nice Müslüman ahlak ve sevgisiyle dolu olarak, hayatlarının hakkın rızası yolunda insanlığın hayrına adayarak yepyeni buluşlar için gece gündüz çalışacaklardır.

Mecliste bulunanlar, papazın söylediklerinin doğru olup olmadığı konusunda Hz. Hasan’a bakarlar.

Hz. Hasan papazın söylediklerini tasdik ettikten sonra şöyle buyurur:

“Bir zaman gelecek ki ne kadında ne erkekte Müslümanlara has bir kıyafet kalmayacak. Herkes karşısındakinin neyin nesi olduğunu anlayamayacak. Ancak uyanık gönüller, insanların utanma sıfatına bakıp imanını, davasına ve merhametine bakıp insanlığını, aşk ve ihlasına göre de yüceliğini tartabileceklerdir. Böyle bir zamanda hak yolundan ayrılmayıp Hz. Peygamber’in yolunda gidenlere ne mutlu, çünkü iman geçidini de alevler saracak” der.

Yüzlerce yıl önce insanlar ahir zaman alametleri üzerine düşünüp konuşuyorlardı. Şimdilerde ahir zaman hiç mevzu değil. Bu durum bile ahir zaman içinde olduğumuzun en keskin delili değil mi?

II-

14 Ekim gecesi hiç mutadım olmadığı halde X’in sayfasını açtım. Vertigo derdinden dolayı timeline’ı pek okuyamıyorum. Karşıma ne çıkarsa, ekran ilk açışta kaç post gösterirse o kadarına vakıf oluyorum. Telefon ekranında  Yıldız Ramazanoğlu’nun cümlelerini gördüm: “Şoktayım, kalp dayanmaz. Gönül insanı can kardeşim
 Sadık Battal 
vefat etmiş. Daha bugün üzerine titrediği üniversitesinin sinema öğrencileriyle zoom toplantısındaydık, link yollamıştı. Ailesine, bütün sevenlerine, hepimize metanet dilerim. Mekânı cennet olsun.”

Önce anlamadım. Bir şey olmuştu, beklenmeyen bir şey. O beklenmeyen şey ne idiyse Yıldız çok üzülmüştü.

Ara verdim. Okuduğumu anlamaya çalıştım.
Sadık Battal
ölmüş cümlesini seçti gözüm. Bir taziye evinin ortasındaydım artık diyeceğim de... Taziye evinden bile canlı, taziye evinde bile rastlanmayacak bir hüzün, anma, ahlanma mekanına dönüşmüştü sanal âlemin sayfası.
Bendeniz şehirde yaşayan bir münzevi olduğum için insanlarla pek teşriki mesaim yoktur. Ru be ru tanışıklıklarım pek azdır. Merhum ile Taksim’de yapılan bir toplantının açılışında karşılaşmıştık. Birkaç defa sosyal medyada selamlaşma kabilinden bir iki cümlemiz oldu. İnsanın hayat memat dengesinde çok ilginç nasipleri oluyor.
Sadık Battal
’ın ölüm haberi ile karşılaşmamı böyle nasiplerden bildim. Dostlarının ardından yazdığı cümleleri tek tek okudum. İlk okuduğum paylaşım Osman Nail Doğan’ın cümleleri oldu: “Fatih’te bir çay ocağında sessizce otururken birden heyecanla ‘ölmeye yüzümüz olsun’ demişti. ‘Her insanın hayatında bir cümlesi olur, benim hayattaki cümlem de bu’ diye ekledi.
Murat Zelan: “Ölüm hiç bu kadar yakınımıza isabet etmemişti. Bu dünyadan
Sadık Battal
geçti. Rüzgâr gibi geçti. Yetimi sevdi, güçle alay etti. Deli miydi veli miydi, kimse bilemedi. Dosttu. Karlı bir gece vakti bizi uyandıran bir dost. Allah rahmet eylesin. Ebedi yurdu cennet olsun. Âmin.”
Salih Zengin: “Hemen yan sokaktaki Türbe Sokak No.:7’de 1993’te tanışmıştık
Sadık Battal
ile… Tanıştığımız sokağın ucundaki Fatih Camii’nden uğurladık ebedi âleme. Hüzün ve tesadüf bu olsa gerek. Bin rahmetle ‘Ölmeye yüzümüz olsun’ diyen güzel kardeşim.”
Selahattin Yusuf: “Dünyanın yüreği 
öldü
. Onu tanıyanlar bugün birbirlerinden biraz daha uzaklaştılar. Çünkü sırf bu dünyada 
Sadık Battal
 yaşıyor diye birbirinin yakını, ruh akrabası olan çok insan vardı. Rahmet dilemeye bile varmıyor dilim. Dostlar sağ olsun.”

Mustafa Akar: “Bir telefon, uzun konuşmalar, yeni bir proje, bir şarkı, bir şiir, bir isyan, ses kayıtları, sabaha karşı gelen mesajlar… Darılmalar, bir daha darılmalar. Barışmalar. Sadık Battal tüm bunları toplayıp gitti öyle mi… Gerçekten inanamıyorum.”

Erkan Mumcu: “ ‘Ölmeye yüzümüz olsun’ der dururdu. Bugün son namazını kıldık. 
Sadık Battal
 (benim çağırmamla “deli derviş”) Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Yüz aklığıyla gittiğine inanıyorum. Biz kaldık akran-ı yetim. Akıbetimiz hayrola!”
Cihan Aktaş: “O kadar üzgünüm ki...
 Sadık Battal
, kıymetli arkadaşım, kardeşim, nur içinde yatsın inşallah. Yenilerde telefonla konuşmuştuk, ne çok projesi vardı. Sinema konu olduğunda nasıl da heyecanlanırdı. Allah rahmet etsin, ailesine, sevenlerine, öğrencilerine kalp serinliği diliyorum.”
Mustafa Özel: “ ‘Bu da geçer Ya Huuu’ diyen akademisyen, yazar ve yönetmen 
Sadık Battal
 kardeşim bu dünyadan ebedî âleme geçmiş. Kendisine gani gani rahmet niyâz ediyorum. Rabbim, af ve mağfiretiyle muâmele buyursun inşallah.”

Saadettin Acar: “Hüküm Allah’ın! Güzel abimiz Sadık Battal göçmüş. Razıyız ondan, Mevla’mız da razı olsun, mekânını cennet eylesin. İnsan budur: Bir varmış, bir yokmuş. Baki Allah.”

Ömer Arısoy: “Sadık Battal, emaneti sahibine teslim etti. 20 yılı bulmuştur herhâlde tanışıklığımız. Kıymetli bir insandı, gönlü güzeldi. Üzüldüm, hakkında yazılanları okudukça daha da çok üzüldüm. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Ailesinin, sevenlerinin başı sağ olsun.”

İstanbul’da kılınan namaz, Manisa Akhisar’da toprağın koynuna varış.

Ali Soylu: “Karlı bir sabah vakti değil, akşam alacasında toprağa verdik Sadık Battal›ı.”

Sadık Battal’ın X’teki hesabında sabitlediği cümlesi ömrünün özeti gibi adeta: “Bir şeyin düşüncesi oluşmadan kendisi varolamaz. Bir şeyin düşüncesinin oluşması için evvela onu düşlemek ya da düşte görmek gerekir. Türkiye’de özgün bir sinema geleneğinin var olamaması, özgün bir sinema düşüncesinin oluşmamış olmasındandır. Rüya gören herkes film çekebilir.”

Hesabından paylaştığı son post ise “rüya gören adam”ın kalbinin havf ile reca arasında geçen ritmini aşikâr kılıyor.

12 Ekim’de gönderdiği ve artık sayfasının son postu şu: “Bir yıldır atmosferde Filistinli çocukların paramparça olmuş uzuvları dolaşıyor. Bilim adamlarımızdan, sanatçılarımızdan, cümle ünlülerimizden çıt çıkmıyor. Bu da bize siyonazi soykırımcı İsrail’in bilim-sanat dünyamızda ne kadar kökleşmiş olduğunu gösteriyor. Bu da geçer Ya Huuu.”

2003’te yayımladığım bir yazıyı Sadık Battal’ın ölüm haberinin karşılanış biçimi ile neden bir arada sunduğuma gelince... Ahir zaman bilinci...

Sadık Battal’ın vakitsiz ve ani bir göç ile gidenler kervanına dâhil oluşunu arkadaşları dijital kültür mecrasında ahir zaman kulu olma bilincine atıf ile andılar. İrfan ehlinin, Efendimizin 63 yaşında ebedi âleme irtihal etmesine atıf ile 63’ten sonra yaşanacak yılları haddi aşmak olarak görüp kendilerini ölüme hazır hale getirmeye çalışmalarını Sadık Battal merhum da kendine şiar edinmiş.

 Sosyal medyada yapılmış paylaşımların bir kısmını burada nazara verme sebebime gelince... Sosyal medya, insanların niteliği değil niceliği önemsediği bir anlayışı mayalayıp kabartıyor. Merhum Sadık Battal’ın takipçi sayısı birkaç yüz ile sınırlı. Onun ölümünün karşılanış şekli takipçi ile dost arasındaki farkı görünür kıldı.

Kendimi tashih etme pahasına yazıyorum:

Sadık Battal, ardında “ölmeye yüzümüz olsun” cümlesini bırakınca ve herkes kendisini bu cümle ile uğurlayınca arkamızda bıraktığımız cümleler konusunda endişeye kapıldım. Neden mi?

Yeni Şafak’ın 30. yıldönümü dolayısıyla yazdığım yazıyı X’te takipçilerimin dikkatine “Beni bu yazı ile hatırlayın” takdimi ile sundum. Bir takipçi daha iyi yazıları vardı, niye bununla hatırlanmak istedi, ben yazıda isim tekrarlarına odaklandım demiş. Bu satırların sahibi belli ki bazı isimlerin bir dönemi anlatmak için tekrarlanması gerektiğini anlayamamış. Muhtemelen tek değildir. Sosyal medya çağı metnin bütünü anlamaktan giderek mahrum bırakıyor insanları.

O vakit yazdığım yazıda anlatmak istediğimi tam anlatamamış olduğumu izah etmek üzere şu düzeltmeyi yapmama müsaade ediniz. Yazının benim açımdan anlatmak istediği, Yeni Şafak olmasa idi 29 yıl boyunca vakit satın alamayacağım, vakit satın alamadığım için yazdığım öykü, roman, deneme, inceleme ve araştırmaları yapamayacağım idi.

Elbette şunu da vurgulamam gerekiyor: Ben iktidarın ateşinden ısınmayan, dumanından sıhhatini kaybetmiş bir kuşaktanım. Beni bu yazı ile hatırlayın derken bunun görülmesini, fark edilmesini istemiştim. Fark edilmek de nasip ile.

#Sadık Battal
#aktüel
#Fatma Barbarosoğlu