Her şey nasibi ile. Cumartesi sabahı
'ın öldüğünü öğrendim. Bir gün önce ağır hasta olduğunu duymuştum.
Hasta olduğunu duyduğum anda, soğuk bir kış gününde buldum kendimi. Sabaha karşı rahmetli büyükbabam saati kurarak uyanmış, kulağı radyoda boks maçı dinliyor.
Rahmetli, futbol müsabakalarını da radyodan dinlemekten büyük zevk alırdı.
Rahmetli büyükannem önce kızar gibi oldu. Bak çocuk da uyandı şimdi soğuktan hasta olacak. Olmaz dedi rahmetli. İman ateşi hepimize yeter.
İman ateşi deyince olmazlar olurdu büyükannemin gözünde.
Yıllar sonra Muhammed Ali Clay'ın boks maçını bütün mahalle ile birlikte televizyondan da seyrettim. Büyükannem bir kaç saniye baktıktan sonra bu doğru bir şey değil, birbirlerinin kafasına kafasına vuruyorlar demiş, o sırada herkes bu cümleye kahkahalarla gülmüştü.
Büyükannem gibi ben de maçı seyretmeye tahammül edemedim.
Radyodan dinlemenin heyecanı bir başka idi. Boks maçları kadınların kolayına tahammül edebileceği maçlardan olmamasına rağmen, İstanbul Radyosu spikerlerinden Orhan Ayhan'ın sunumundan olsa gerek, maçları kelimelerle görmeyi sevmiştik.
Kelimelerin gösterdiği ile kameraların gösterdiği kesinlikle birbirinden farklıydı. Bizim radyodan tanıklık ettiğimiz maçı mahalle kahvesinin ekranından seyredenler de olmuştu.
1970'li yıllarda müteşebbis ruhlu kahveciler için televizyon bambaşka bir imkan sunuyordu.
Ekran, kamusal mekanlara misafir olan yüzü ile önce hepimizi “bütün”lemiş, sonra özel kanallar ve çocuk odasından mutfağa kadar yerleştirdiğimiz alıcılarla hepimizi atomize hale getirmişti.
Milli maçlar, kahvehane ekranında erkekleri aynı duygu etrafında bütünlerdi. Milli maçlar için durumu anlamak kolay. Ama Amerika ile Türkiye arasındaki saat farkından dolayı sabahın üçünde mahallenin delikanlılarının, ihtiyarlarının bir kahvehanede maçın başlamasını beklemesini bugünün gençliği pek de anlayamayacaktır.
Sokak lambalarının nadir olduğu koyu karanlık gecelerde, evinden ilçedeki kahveye kadar yürümeyi göze alanlar esasında “nereye” gidiyordu?
“İki siyah adamın maçını beyaz adamın izlemesine boks denir” diyordu Muhammed Ali. Türkiyeli seyirci iki siyah adamı seyreden beyaz adamlar değildi. İslam'ı yumruklarıyla en iyi şekilde temsil eden bir sporcunun, yumrukları kadar şahsiyetine duydukları hayranlıkla gecenin karanlığında yola çıkmayı, kıtalar ötesinden destek vermeyi gözen alanlardı.
Muhammed Ali yumruklarını sokağın sesi olarak sallıyordu. Kazanınca sokaktaki kimsesizlerin kazanacağına inanıyordu.
İnandığına tam inanan insanların hazırcevaplığı vardı onda.
Dünya Ticaret Merkezi bombalandığında CNN muhabiri “Bu dehşetin meydana gelmesine sebep olan teröristlerle aynı dinin mensubu olarak neler hissediyorsunuz" diye sorduğunda, Muhammed Ali'nin cevabı nakavt hükmündeydi: “Siz Hitler ile aynı dini paylaşan bir mensup olarak neler hissediyorsanız aynısını.”
Kırkını devirmişlerin her birinde kayıtlı olan bir Muhammed Ali Clay resmi vardır. Bendeki resim Roma dönüşü olimpiyat madalyasını nehrin sularına bıraktığı an. Oturduğu restoranda yalnızca beyazlara servis edildiğini görünce madalyasını Ohio nehrine attığı an.
Hedefe varanlar vazgeçmeyi bilenlerdir.
Muhammed Ali Clay, 20. Yüzyıl'a kibirliye kibir göstermenin sadaka olduğunu hayatı ile öğretti.
21. Yüzyıl “Rüyalarımızı gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır” diyen ve buna sonuna kadar inanan kahramanlarını bekliyor.
Ne demişti mümin gururunu şık bir kostüm gibi bedeninde gezdiren adam:
“Bir hayatımız var, yakında geçmişte kalacak, yalnızca Allah için yaptıklarımız sonsuza kadar kalacak.”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.