Medrese öğrencisi genç kızın savaş fotoğrafçısı olma hayali... (II)

04:008/08/2016, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Dün
milletimiz vatan paydasında toplandı. Türkiye'nin dört bir tarafı “Yenikapı” ruhunda buluştu. Ben bu satırları gazeteye gönderdiğim sırada miting henüz başlamamıştı. Dolayısıyla miting değerlendirmemi daha sonraki günlere erteleyerek Cuma günü kaldığım yerden devam edeyim.


İstişareleri bizzat dinleme fırsatı bulduğum DİB Olağanüstü Şûrası'nın

. Ben sizlere bu bildirgenin arka planına dair gözlemlerimi aktarmak istiyorum.



Çarşamba günü öğleden sonra gerçekleştirilen ilk oturumun başkanlığını Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Görmez yaptı. Konuşmacı olarak eski Diyanet İşleri başkanlarımız Lütfi Doğan, Süleyman Ateş, Tayyar Altıkulaç, Sait Yazıcıoğlu, Ali Bardakoğlu ile Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Erkem Keleş ve Hayrettin Karaman Hocamız katıldı.



Hocaların kendilerini ve dönemlerini ciddi bir özeleştiriden geçirmesi çok önemli idi. Bilindiği gibi bizde özeleştiri meselesi biraz eksik kalan, geçiştirilen bir meseledir.



Eski Diyanet İşleri Başkanlarının her biri 15 Temmuz kalkışmasında kendi sorumluluklarının az ya da çok, ama muhakkak olduğunu kabul ettiler.



15 Temmuz “Çakalların Gecesi”nden sonra gündemde yer bulan konuşmalar, itiraflar Türkiye'deki din algısını önemli ölçüde yaraladı. Bu yaraları sarmak için ne yapılması gerekiyor? DİB'in Olağanüstü Şura'sında işte bu sorunun cevabı arandı.



Ali Bardakoğlu Hoca müminlerin birey olarak sorumluluk almalarını sağlayacak bir din anlayışının yerleştirilmesi gerektiğini düşünüyor.



Hasar gören din algısının tamir edilmesi için en büyük görevin DİB'e, İmam Hatiplere ve İlahiyat Fakültelerine düştüğü konusunda hocalarımız hemfikir.



Fakat her yıl bir yenisi açılan ilahiyat fakültelerinden yetişen öğrencilerin toplumdaki din algısının yaralanmasına dair hasar tespiti ve tamiri konusunda yeterli donanıma sahip olmadığı konusunda da hocalarımızın ciddi endişeleri var:



Tayyar Altıkulaç Hoca, ilahiyat fakültelerinin sayısının birden arttığını ve bu fakültelerde yeterli sayıda yetişmiş hoca bulunmadığını söylüyor.



Süleyman Ateş Hoca, ilahiyat fakültelerinde Kur'an okumasını bilmeden mezun olan öğrencilerin varlığına dikkat çekiyor.



Sait Yazıcıoğlu Hoca, cemaatlerin bu kadar etkin olmasının sebebini sivil olmalarına bağlayarak DİB'in aşırı devletçi yapısı üzerinde durulması gerektiğini söylüyor. Akademik dilin muhakkak yenilenmesinin altını çizen Yazıcıoğlu, gençlere ulaşmak için yeni bir dil geliştirilmesi gerektiğini düşünüyor.



Yukarıdaki tespitlere katılmayacak kişi çok azdır. Fakat altı çizilmesi gereken konular sadece bu kadar mı?



Bütün bunların başlık ile alakasının ne olduğu meselesine gelince... Alakası şu:



Hocalarımız eleştirilerini ve önerilerini sıralarken başımıza gelen olay 15 Temmuz 2016 yılında değil de sanki, mesela Temmuz 1970'de gelmiş gibi yaklaşıyor meseleye.



Hocalarımız değişen zaman ve mekan algısının ne kadar farkındalar? (Sonuç bildirgesinin uzak, dolaylı, bol sıfatlı dili bile hocalarımızın yaşanan çağa uzak düştüklerinin bir işareti değil mi?)



genç kız ile karşılaşmış olsalardı, muhtemelen gelecek nesiller adına çok mutlu olurlardı. Çünkü takva ile giyinmiş, ilim ile aydınlanmış bu genç kız yaşıtlarından on adım öne çıkan gayreti ile gıpta edilecek özellikler taşıyor.



Ama ister ultra modern kıyafetler içinde olsun, ister ferace çarşaflı olsun, isterse şallı kızlar diye bazılarının diline sakız olan genç kızlar olsun, bu genç kızların ortak bir paydası var. Onlar birbirleriyle hakiki mekanlarda karşılaşmıyorlar belki. Ama hayatlarının önemli bir kısmını geçirdikleri sanal mahallenin ara sokakları, hepsini aynı frekansın üzerinden esir alıyor. O ortak frekans ideallerini, davranışlarını, hayallerini ve hayal kırıklıklarını belirliyor.



(Niye kızlar üzerinden gidiyorum? Kızlar kıyafetleri sebebiyle denetime daha açık hale geldiği için. Genç erkeklerin kafa karışıklığından ise, ancak yürümeyen evlilik hikayeleri vasıtasıyla haberdar oluyoruz.)



Sonuç bildirgesini hazırlayanlar, içinde bulunduğumuz dönemin çerçevesini belki siyaset üzerinden biliyorlar, ama kişileri sanal mahallelerin ara sokaklarına hapseden yepyeni bir dönemin içinde olduğumuzun çok da farkında değiller. Söz konusu dönemin beraberinde getirdiği siyasi, ekonomik, kültürel baskıların gençler üzerinde (hatta internet başında sabahlayan ev hanımları üzerinde) ne kadar etkili olduğu meselesini idrak etmeksizin, “sorumluluk sahibi süje” olarak mümin kimliği üzerinde konuşmamızın pek de mümkün olmadığını idrak etmemiz gerekir diye düşünüyorum.


#Yenikapı
#Mehmet Görmez
#Din Şurası