Kökünden beslenemeyen çocuklarımızın dünyası

04:0024/04/2019, Çarşamba
G: 24/04/2019, Çarşamba
Fatma Barbarosoğlu

I-Büyük şehirlerde, her yıl büyük bir şevkle, gösteri dünyasının ışıltısını yoldaş eden AVM kutlamaları yapılıyor 23 Nisan’da.Öğretmenleri tarafından seçilmiş çocukları büyüklerin koltuğuna oturtan pek resmi devletli kutlamaları da yapılmaya devam ediyor elbet.Tüketim kültürünün 23 Nisan’ı ışıldıyor, resmi kutlamalar 50 yıl önce nasılsa aynı minval üzere devam ediyor. Yanlış oldu esasında biz büyükler aynı şekilde “kutluyoruz” ama “hayatı her daim bayram olan çocuklar”, 23 Nisan’dan pek de zevk

I-

Büyük şehirlerde, her yıl büyük bir şevkle, gösteri dünyasının ışıltısını yoldaş eden AVM kutlamaları yapılıyor 23 Nisan’da.

Öğretmenleri tarafından seçilmiş çocukları büyüklerin koltuğuna oturtan pek resmi devletli kutlamaları da yapılmaya devam ediyor elbet.



Tüketim kültürünün 23 Nisan’ı ışıldıyor, resmi kutlamalar 50 yıl önce nasılsa aynı minval üzere devam ediyor. Yanlış oldu esasında biz büyükler aynı şekilde “kutluyoruz” ama “hayatı her daim bayram olan çocuklar”, 23 Nisan’dan pek de zevk almıyor.

Neden böyle?

21. Yüzyıl’ın çocuğunun değişen anlam ve hayal dünyasını araştırmak, öğrenmek için çaba sarfetmiyoruz. Çocukların beğendikleri/beğenmedikleri, sıkıldıkları/heyecan duydukları konular hakkında pek fikrimiz yok.

Sürekliliği olan işler yapmak yerine yılda bir defa özel gün “işleri” kotarmak kitleye iyi geliyor sanıyoruz. “Özel gün” işleri çocukların fon olarak kullanıldığı, büyüklerin büyüklere gösteri yaptığı bir şey oluyor çoğu defa.

21. Yüzyıl’ın çocuklarına dair gerçekten ne biliyoruz? Bildiklerimiz Batı toplumlarında yapılmış araştırmalara dayanıyor daha ziyade. Günlük hayatın tarım toplumu kodları ile devam ettiği kırsal kesimde, dijital kültür çocukları nasıl etkiliyor? Kırsal kesimde öğretmenlik yapan öğretmenlerin aşmakta zorlandıkları en önemli sorun nedir?

Bütün bu sorulara el yordamıyla cevap bulmaya çalışıyoruz.

El yordamıyla demişken...

23 Nisan 2019’da, ülkemizin çocuklarını anlamamızı sağlayacak iki fotoğrafımız var. İlk fotoğraf özel televizyon kanalından. Sunucu etrafına topladığı çocuklarla sohbet ediyor. Sorular bin yıldır devam eden sorular, lakin cevaplar yeni. Bütün Türkiye’yi şaşırtacak kadar yeni:

Sunucu, adının Arife olduğunu öğrendiğimiz kız çocuğuna ne olacağını soruyor. Çocuk hayallerini sıralıyor. Almanya’da, Köln’de tıp okuyacak. Buraya kadar bir sorun yok. Aman ne güzel diye sevinebiliriz hatta. Ne olacağına dair kararsız çocukların arttığı bir zamanda hem de tıp okumak isteyen bir çocuk hepimize iyi gelir. Değil mi? Değil. Çünkü çocuk Almanya’da tıp okuma hayaline bir de Almanya vatandaşı olmayı eklemiş. Spiker hanım ne diyeceğini bilemiyor. Üstü bıyık altı sakal ikileminde, dayanıyor kahkahanın kudretine.

Spiker bir soru daha soramıyor aldığı cevap karşısında? Peki Arife Türkiye’nin çocukları için ne gibi hayallerin var diyemiyor? Neden yarın planların Almanya vatandaşı olmak ile noktalanıyor? DİYEMİYOR.

Çünkü korkuyor, alacağı cevaplardan korkuyor spiker. Korkusunu yadırgayabilir miyiz? Hayır.

İkinci fotoğraf:

Sırtını henüz bütün karların erimediği dağa yaslamış bir köy. Bir avuç çocuk yürüyerek 23 Nisan’ı kutluyor. “Bayram“ yapıyor. İki erkek çocuk Atatürk’ün fotoğrafını taşıyor, beş altı kız çocuğu ellerindeki irili ufaklı Türk bayrağıyla onların arkasından yürüyor. “Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar” marşını hatırlatıyor yürüyüşleri. Başlarındaki öğretmeni görmeyen gözlerimiz çocukların sırtında bir giyecek de göremiyor. Sadece mavi önlükler var üstlerinde.

Soru şu: Türkiye’nin imkan sahibi çocuklarını dar imkanlar içinde var olmaya çalışan yaşıtlarından nasıl mesul hale getirebiliriz/getireceğiz ?

II-

Bauman’ın “Çağdaş korkular tek başına yaşanır” cümlesini okuyunca kitabı bırakıp içime çekildim. Çocukluğumun korkularını düşündüm. Tek korku hikayesi, uyumakta direndiğimiz zaman Hanife kadının uyumayan çocukları kaçırıp kendi evinde zorla uyuttuğu hikayesi idi.

Üç harfliler ya da vampirler yoktu bana anlatılan masallarda. Annemin büyük bir zevkle anlattığı Mıstık masalındaki devden korkmazdık, çünkü masalın düzeni saf Mıstık’ın her devi yenmesi ile ilerlerdi.

Okuma yazma öğrenince Eflatun Cem Güney’in Anadolu masallarını okumuştum ilk olarak. Sonra Keloğlan masalları. Keloğlan masallarını radyoda Rüştü Asyalı’nın sesinden dinlemeyi de çok severdim.

Pamuk Prenses ile birlikte üvey anne masalları girdi dünyama. Aynı masallar günümüz çocuklarına anlatıldığında belki hissettikleri farklı olur büyük ihtimal, ama biz anne babamız üvey olmadığı için şükrederdik daha ziyade.

Bildiğim bütün masallar çalışma, gayret ve sorumluluğa dayalıydı. Hem iyilerin hem de iyiliğin kazandığı bir dünya idi bizim masal evrenimiz.

Günümüzün çocukları, kazanmak için merhameti imha eden dijital oyunların dünyasında, sadece hırsı deneyimliyor, sadece güçlü olana sempati duyuyor.

Masalı anlatan, dededen toruna devam eden sözlü kültür değil, “paran kadar konuş” diyen tüketim kültürü.

Günümüzde altı yaşındaki bir çocuk bile ebeveynini eleştiren cümleler kuruyor. Eleştiren cümle ifadesi yanlış oldu aslında. Altı yaşındaki çocuk ebeveyninden cep telefonu istiyor. İsteğine olumlu karşılık alamayınca “keşke benim annem babam siz olmasaydınız” diyor. Yani çocuklar, ebeveynlerine üvey evlat muamelesi yapıyor.

Velhasıl keşke benim annem babam siz olmasaydınız diyen çocuklar keşke benim vatanım Almanya olsaydı söylemine çok rahat geçiş yapıyor.

#23 Nisan
#Televizyon
#Program
#Eflatun Cem Güneyi