EDISYON:

Kapitalist başarı: Unutturmak/unutulmak

00:0025/07/2008, Cuma
G: 2/09/2019, Pazartesi
Fatma Barbarosoğlu

Hikaye yaşanmış olan değildir. Hikaye anlatanın değiştirdiği, anlatıcıya göre değişen şeydir.Yüksek apartmanların karşısında bir film seti niyetine kurulmuş gibi duran bu yapı; bahçesindeki kara lahana, biber ve domateslerle ne kadar da "bizim hikayemiz " olarak büyüyor orada.Bizim hikayemiz: Berlin''de bir gecekondu.Kapının önünde neredeyse kapısını bekledikleri evin yarısı büyüklüğünde iki dev koltuk. Rengi solmuş bir masa. Bekliyoruz. Neyi beklediğimizi bilmeden. Yozgatlı Osman amca gelecek.

Hikaye yaşanmış olan değildir. Hikaye anlatanın değiştirdiği, anlatıcıya göre değişen şeydir.

Yüksek apartmanların karşısında bir film seti niyetine kurulmuş gibi duran bu yapı; bahçesindeki kara lahana, biber ve domateslerle ne kadar da "bizim hikayemiz " olarak büyüyor orada.

Bizim hikayemiz: Berlin''de bir gecekondu.

Kapının önünde neredeyse kapısını bekledikleri evin yarısı büyüklüğünde iki dev koltuk. Rengi solmuş bir masa. Bekliyoruz. Neyi beklediğimizi bilmeden. Yozgatlı Osman amca gelecek. Sorularımıza cevap vermek için maddi bir beklentisi olduğunu hissettirecek. Biz onun vücut dilinden, yüzündeki çizgilerden hikayeler devşireceğiz. Damardan ve yaşanmış. Anadolulu olmanın ille de "benim sadık yarim kara topraktır" nağmesinde nefes alışını göreceğiz. Gazeteci ağzıyla söyleşi yapmak filan değil derdimiz. Bütün hikayeleri anlatan bir hikaye için birkaç yapı taşı. Yüzünün çizgileri. Vücut dili. Sesinin rengi.

Kapıyı çalıyoruz tekrar tekrar. Ses yok. Derken genç bir kadın geliyor. Bizim kapısında nöbet tuttuğumuz yama evin kapısını, cebinden çıkarttığı bir anahtarla açıyor. Paketlerini koyuyor içeri. Kapının aralığından bakıyoruz. Evin içi neye benziyor acaba. Hikayeyi kuracak bir obje göreceğiz sanki o loşluğun içinde. (Ne arsız bir merak!)

Osman amcanın gelini olduğunu öğrendiğimiz genç kadına sorular soruyoruz. Sorduğumuz sorulara aldığımız cevapların benim gitmeden önce biriktirmiş olduğum "hikaye" ile uzaktan yakından bir ilgisi/ilişkisi yok.

Kayınpederim yaptırmış burasını diyor. (Yapmış demiyor.) Ne kadar yaşamış sorusuna "hiç burada yaşanır mı ?" diye cevap veriyor. "Hafta sonları geliyoruz diyor. Gril yapmak için. Çarşıya pazara gittiğimde kızımın eşyalarını koyuyorum. Eşim iş dönüşünde uğrayıp alıyor."

Kayınpederi ile görüşebilir miyiz? Görüşemezmişiz. Alzheimer olmuş zaten.

Gelin, kafasında yazmış olduğu hikayeyi anlatıyor bize.

Gerçek hikayeden tek bir cümle yok. Belli ki gerçek hikaye bir başkasına anlatılamayacak kadar acıklı geliyor geline. Belki de hikayeyi bilen oğul, karısına hiç anlatmadı. Bütün bildiği bize anlattığından ibaret.

Bu mümkün müdür? Mümkündür. Her birimiz kendi aile tarihimiz hakkında ne biliyoruz ki zaten. Kendimiz için elverişli olan üç beş cümleden ibaret değil mi? Ailemizden geçtik. Kendi hikayemizin tamamı ile yani kuytuda kalan kısımları ile ne kadar yüzleşebiliyoruz ki.

Bir taraftan sorularımıza gönülsüz gönülsüz cevap verirken bir taraftan da soracağınız bir şey olursa telefon edersiniz diyor gelin hanım. Sorularımızı "hiç öyle şey olur mu" geri püskürten o değil sanki. Telefon etmek profesyonel bir anlaşmanın başlangıcı belli ki.

Şimdi bu yazıyı yazarken Yozgatlı Osman Kalın''ın hayata zaruret miktarı tutunmak için yapmış olduğu "yuva"nın dünya çapında meşhur bir gecekonduya dönüşmesini düşünüyorum. Kapitalizmin başarısı.Herşey paketlenebilir. Kuyudan çekilecekleri çıkartacak ip kapitalizmin başarısı olunca, birbirine hiç benzemeyen iki hikaye zihnimde buluşup kare kare birbirine karışıyor. İkisinde de "en iyi yardımcı karakter" ödülünü alan Berlin Duvarı imajı saklı çünkü. "Elveda Lenin" filminin sosyalist vatan ile evli idealist kadının hikayesi ile Osman Kalın''ın hikayesi yazı-tura gibi birbirinden ayrı ve yazı tura gibi birbirinin parçası.

"Elveda Lenin" filminin, herkese dilekçe yazan, herkes için dilekçe yazan; yazdığı dilekçelerin hayatın aksayan çehresini düzelteceğine inanan orta yaşını aşmış kadını; onca çabayı, sosyalist vatanı güzelleştirmek adına veriyor. Yozgatlı Osman Kalın, ailesi ve sülalesi için. İkisi de önce başkaları için tutunuyor hayata. Osman Kalın bütün sülalesi için para kazanmaya uğraşırken; sosyalist vatanıyla evli öğretmen, "paranın her şey olmadığını" para ile satın alınamayacak "değer"lerin mücadelesini veriyor.

Benzerlik bu kadar değil. Hikayeleri Berlin Duvarıyla boy verip yıkılırken hafıza kaybı ile son buluyor. Esasen Osman Kalın''ın hikayesi Berlin Duvarı''nın yıkılmasından sonra daha müreffeh ve geniş bir toprak olarak devam ediyor ama. İki hikayeyi birbirine benzeten bir son var: Hafıza kaybı.

Hayat üstümüze üstümüze geldiğinde geçmiş bugünü, bugün dünü esir almaya; baskın çıkmaya kalktığında, unutmaktan başka yol kalmıyor belki de.

Osman Kalın alzheimer hastası. Onu unutuşun kollarına esir eden hastalığını düşünürken, bütün mekan teorileri birbirine karışıyor sanki. Ama en çok da

Bachelard''ın "cisimleşmiş bellek nosyonu" uyuyor Osman Kalın''ın hikayesine. Bachelard, bedenlerimizin karşılaştıkları ilk evi unutmadıklarını idda eder: "Evler kişinin bedeni ve anıları aracılığı ile yaşanırlar."

Hata ve özür.

Özürler, hataları düzeltmeye yetmez. Yine de dileriz özrümüzü. Hatamızı bildiğimizi ifşa, yaptığımız hatanın kalbimize dokunduğunu ilan etmek için. Ben de öyle yapacağım. Mahcubiyetimiz özrümüze engel değil neticede. O sebepten bu sebepten. Mazeret sıralayarak sözü yormanın ne önemi var. Salı günü yayınlamış olduğum yazıda senarist-yönetmen Sırrı Süreyya Bey''in soyadı Önder yerine Önal olarak yazılmış. Evvela ismin sahibinden, saniyen sizlerden özür diliyorum. Dört ayrı işi bir arada yapmaya kalkınca bellek su kaynatıyor demek ki.

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.