15. İstanbul Bienali'nin teması “İyi Bir Komşu”. Temayı görür görmez bienal hakkında okuduğum bütün haberleri, basın bültenlerini biriktirmeye başladım. “İyi Bir Komşu” temasını o kadar önemsiyorum ki, sergilerin hiçbirini kaçırmak istemiyor/um/dum.
Başlangıçlar önemlidir. Maalesef “İyi Bir Komşu” bienaline başlama noktam pek iç açıcı olmadı.
İlk adım attığım sergi Haydarpaşa’daki “Taste of Tea” oldu. İsimler önemlidir. Sergilere, eserlere verdiğimiz isimler, bakış açımıza düşen ışık gibidir.
“Taste of Tea” sergisindeki hayal kırıklığımdan bahsetmeden önce çok etkilendiğim bir sergiden bahsetmeliyim.
Son yıllarda beni ençok etkileyen sergilerden biri “Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri” sergisi oldu. Muhteşem! Bir yılda okuyarak elde edemeyeceğiniz duygu ve bilgi birikimini sergiye ayıracağınız iki saat süresince elde ediyorsunuz ki bence iyi bir serginin amacı da budur: İzleyicinin zihninde yeni bir bilgi ve duygu dosyası açarak, öznenin ilerleyen zamanlarda zihninde açılmış bu dosyayı yeni izlenimlerle zenginleştirmesini sağlamak. Nitekim küratörlüğünü Ekrem Işın’ın yaptığı “Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Köpekleri” sergisi 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla uzanan bir süreçte fotoğraf, seyahatname, kartpostal, dergi ve gravürlerden yola çıkarak çağdaşlaşma maceramızı “köpeklerin katli” üzerinden anlatıyor.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde “Kamusal mülkiyetin bekçiliğini yapan sokak köpeklerinin” çağdaşlaşma yolunda nasıl imha edildiğine tanık olunca, insanın geçmişin bütün yükünü bedeninde hissetmemesi mümkün değil.
“Dört Ayaklı Belediye” sergisinden aldığım heyecan, bilgi ve duygu yükü ile “Taste of Tea”ye gittim.
Haydarpaşa Garı’na gittim ve oradaki görevlilerin 'ne aramıştınız' diyen tuhaf soruları ile karşılaştım. Davetsiz misafir gibi karşılandık, bir görevli vagonlardan birinin içine girerek alelacele ortalığı toplamaya çalıştı.
Bir vagondan diğerine geçerken tecrübemi değil ama hayal kırıklığı hanemi epey zenginleştirdim. Ortada görülebilecek, algılanabilecek pek bir şey olmadığı için her bir vagonda sergilenen eserleri birbirine bağlamak için bütün fenomenoloji bilgimi seferber ettiysem de nafile.
Serginin en etkileyici çalışması “antik kelimeler, antik gece” oldu bendeniz için. Ses ve görüntü efekti ile hazırlanmış olan vagonda gerçekten ürkütücü bir deneyim yaşıyorsunuz.
Keşke bütün vagonlarda “antik kelimeler, antik gece” kadar ismi ile uyumlu, deneyim sunan çalışmalar sergilenmiş olsaydı. Hepsini tek tek tasvir edip sabrınızı zorlamak istemem.
Sadece bir örnek vereyim:
Bir vagonun içinde yüzleri sargılı insanı temsilen birkaç manken oturuyor. Yüzlerini saran bezlerle aynı zamanda birbirleriyle bağlantı halindeler. 'Bu nedir evladım' diye soruyor 75 yaş civarındaki hanım ziyaretçilerden birisi. Sergiyi gezdirmekle görevli olan genç kız, (ki o sıra esas enerjisini cep telefonuna mesaj yazmaya harcadığı için) aynı cümleyi tam beş defa üst üste tekrarlayarak “bilgi” veriyor. “Bu vagonda gördüğünüz gibi herkesin yüzü kapalı (herkes dediği üç ya da dört tane rastgele oturtulmuş manken.) Hepimiz insanız diyor sanatçı burada. Görevlinin cümlelerini, soruyu sormuş olan İstanbul hanımefendisi arkadaşımla bana bakarak, “hepimiz insanız” diye tekrarlıyor tam üç defa. Oysa bizim sadece “başımız sarılı.” Yüzümüz sarılı olsa ne olurdu? (Ne olacağı üzerine fikrinizi yormak isterseniz size bir öykü tavsiye etmek isterim: Papazın Siyah Peçesi-Bir Mesel/ Nathainiel Hawhorne.)
Sergideki bazı çalışmaların anlamı/anlamsızlığı üzerine konuşmak mümkün ama ondan önce serginin birbirini tamamlayan bir içerikten yoksun olduğunu söylemek isterim. Buradaki her bir parça öyle bir kompozisyon içine yerleştirilirdi ki evet biz insan olmanın en postmodern halini deneyimleyebilirdik. Dereden tepeden bir araya getirilmiş deli kızın çeyizi performansıyla, insan olma hali filan deneyimlenmiyor.
Küratör ne kadar önemli. Umarım sergilere sponsorluk yapan kurum ve kuruluşlar Türk halkı nasıl olsa modern sanattan anlamaz, yapalım kağıt üzerinde şık boş sergiler anlayışından vazgeçer.
Kağıt üzerinde şık, içeriği boş sergiler dememin sebebi şu:
Bazı sergiler “burası” için değil de “orası” için hazırlanıyor ki, bu tür sergileri gezerken insanı sanattan soğutmak için kasten yapmışlar diye düşünüyorsunuz.
“Taste of Tea” kağıt üzerinde muhteşem. Yani “oradakiler” için harika bir sunum hazırlanmış. Ama bir zahmet sergiye giden ve “burada” olanlar hiç ciddiye alınmıyor. Vagonların üzerinde İngilizce yazılmış tanıtım bilgileri de “buradaki”leri ciddiye almamak ile alakalı. Bu sergiye sadece “İngilizce bilenler” girebilir. Öyle mi?
Başlığa gelince, bir arkadaşımı davet etmiştim sergiye. Bütün öğleden sonrası heba olduğu için bana küstü. Velhasıl “İyi Bir Komşu” sergisinde dolaşırken az kalsın “can dostum” ile aramız açılacaktı.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.