Gayrı medeni karşılaşmalar II

04:0020/05/2016, Cuma
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

En büyük sorunumuz bütünü görememek. Olaylara nesnel bakış açısı ile yaklaşamamak.



Bilgi düzeyi, test üzerinden değerlendirilmiş gençlerin bütünü görememesini, ağaçtan ormana, ormandan ağaca gidememesini anlayabiliriz. Sorun şu ki aklı başında olmasını beklediğimiz “olgun” insanlar dahi toplumsal düzen söz konusu olduğunda, olaya değil özneye yakınlığına göre saf tutup savunmaya geçiyor.



Sözü Çarşamba günü yayınlamış olduğum yazıya getireceğim.Ama



önce gelen tepkileri arz edeyim:



-

Yazılarınızı internetten okuyorum ve o kadar yoğun reklam var ki yazınızı okuyamadım bile.


(Yazımı okurken karşılamış olduğunuz reklamlardan dolayı özür dilerim. Sorumlusu ben değilim lakin benim yazımı okumak için reklama maruz kaldığınızı söylediğinize göre her birinize özür borçluyum. Fakat lütfen şunu düşünelim: İnternetin ruhu reklama dayanıyor. Her türlü işimizi internet üzerinden yaparak, bu “ruh” u ne kadar diri tuttuğumuzu kendimize sorabiliyor muyuz?)



-Eski bir bakanın yaptığı hoyratlığı yazmak kolay. Sıkıysa hali hazırda bakan olan birine dair yazın bu yazıyı.


Güçsüzden yana olmak kolay.Önemli olan haktan yana olmak.


(Bakan eski Bakan olunca güçsüz oluyor bu cümlenin sahibine göre. Asgari ücret ile çalışan site güvenlik görevlisi ise “güçlü” .



Bu eleştiri için söylenebilecek cümleler ziyan. Bakış açısının bu kadar yanlış bir şekilde ortaya konduğu başka örneklerle karşılaşmamak için dua ettim. Karşılaşırsam emin olun ben dahi toplumsal tutarlılık adına diri tutmaya çalıştığım umudumu yitirebilirim.)



-

Samimiyet istiyorum ; toplumdaki münferit olaylardan yola çıkmayı bırakıp taşın altına elini koyan çabalara dönüşmeli düşünceler.Sistemin başından başlanmalı liyakatın yerlebir edildiğini, her türlü değeri talan edenleri konuşmalı artık bu Vicdanlar ve 4 Maymun oynamayı bırakıp acı reçeteler yazan Yürekler olmalı Cesur ve Mert ve sahip çıkan yüksek karakterli İnsanlar..
.


Mesajın imlasını özellikle düzeltmedim. Bu satırların sahibi ateşin bir öfkenin içinden yazmış. Satır arası olarak bendenizi samimiyetsiz bulmuş. Cesur ve mert olarak sahip çıkmamı bekliyor? Kime ve neye sahip çıkmam gerektiğine dair bir izah yok.



Samimiyetsizliğimi vurgulamak için dört maymunu oynadığımı söyleyip acı reçeteler yazmaya davet ediyor.



Bendeniz bir sosyoloğum. Sosyologların sorumluluk alanına acı ya da tatlı reçeteler yazmak dahil değildir. Türkiye'de bazı yazarlar “köşe yazarlığı cumhuriyeti”ne sığınma hakkını elinde tutarak, her konuda konuşuyor. Herkesin her konunda konuştuğu bir ortamda ısrarla sosyolojinin bakış açısından dışarı çıkmamaya dikkat ediyorum. Çünkü ilk okuldan üniversiteye kadar devlet okulunda okumuş biri olarak almış olduğum eğitimin mesuliyetini yerine getirmek borç hanemde ölünceye kadar kayıtlı kalacak.



Yukarıdaki eleştirinin sahibi muhtemelen benim pek eski bir okuyucum değil. Bendeniz ilk yazmaya başladığım günden beri “münferit” olayların yazarı oldum. Çünkü büyük hikayenin resmini küçük olaylardan yola çıkarak arıyorum. Benim tarzım bu.



Gelen tepkileri özetledikten sonra şimdi müsaadenizle tartışmanın odak noktasını tekrar dikkatinize sunuyorum:



(A: Adam.K: Kadın)



A: “Yeter artık bindiğimizden beri seni dinliyoruz. Kapat şu telefonu, başımız ağrıdı.”



K: Sana mı soracağım kapatıp kapatmayacağımı!!!



A: Kapat şu telefonu edepsizlik yapma!



K: Edep nasıl olur senden mi öğreneceğim!!



A: Kapat şu telefonu ya terbiyesizlik yapma!!



K: İstediğim zaman konuşurum. Sana ne! Sana ne! Sana ne!!!



A: EDEP bu kadar işte!



K: Bu kadar işte sana ne! Bu kadar işte var mı diyeceğin?

Biz bu ülkede bu kadar edep görüyoruz.


A: (Edeple ilgili bir şeyler söylüyor ama kadının sesi daha baskın olduğu için anlaşılamıyor.)



K:

Siz o kadar edeplisiniz maşallah her tarafınızdan belli edebiniz.


A: Tamam kapat çeneni, kapat!





Adam “halk tipi” bir adam. Kendi yetersiz kelimeleri ile tepkisini ortaya koyuyor.



Kadın şehirli ve ekran Türkçesi ile adamın tepkisini şiddetle geri püskürtüyor.



Yukarıdaki diyaloga bakarak, benzer durumda kendi vereceğimiz tepkiyi düşünelim lütfen. Çünkü biz hem dini ve ahlaki konularda hem de adabı muaşeret konusunda kendimiz için kural tanımayan kısmı, muhatabımız için ise kılı kırk yarar bir titizliği uygun görüyoruz.



Hepimiz zaman zaman toplu taşıma araçlarında cep telefonu ile konuşuyoruz.



Farkında olmadan uzun konuşmuş olabiliriz ve yukarıdaki tepki ile karşılaşabiliriz.



Lütfen dürüst olalım hangi birimiz “çok affedersiniz sizi rahatsız ettiğimin farkında değilim” diye cevap veririz, “halk tipi bir amcanın bizi ikaz eden haline karşılık.



Yüzleşmemiz gereken birinci husus şu: HATAMIZI KABUL EDİP ÖZÜR DİLEMEYİ BİLMİYORUZ.



Özür dilemek yerine çocuksu bir savunmanın içine giriyoruz: “Ben yapmadım ayım yaptı. “



Yukarıdaki diyalogda benim için en önemli husus, kadının “Bu ülkede biz bu kadar edep görüyoruz ”cümlesi.



Kadın bu cümle ile ne demiş oluyor? Bu ülkede bize edepli olmak ÖĞRETİLMİYOR?



Peki neyi talep ettiğini biliyor mu?



Hayır!



O sadece günün modasına uyarak, “bu ülke” diye başlayan hem şık hem de “eleştirel” bir cümle kurmuş oldu kendince.



Pek çoğumuz zaman zaman “Bu ülke” diye başlayan bir cümle ile sorumluluğu üzerimizden atmaya çalışıyoruz.



İnsan olmak, sorumluluk sahibi süje olmak demektir.



Oysa ne kamusal alanda ne de özel alanda sorumluluk sahibi birey davranışı göstermiyoruz.



Eskiler iyi “aile terbiyesi” almış derdi kişinin davranışının düzgünlüğüne vurgu yapmak için.



Günümüzde eksik olan ne? Aile terbiyesi


#Tartışma
#Metrobüs
#Kadın erkek kavgası