Bazen hayat ucu bucağı görünmeyecek bir karmaşa yumağına döner. Öyle zamanlarda sanatın yol gösterici ışığı, umudunu kaybetmiş insana bir feranlık sunar. Hatırlayacaksınız geçen hafta velayet davalarını, İran Filmi, “Bir Ayrılık” üzerinden okumuştuk.
Bu hafta 1979’da vizyona girmiş bir Amerikan Filmi olan “Kramer Kramer’e Karşı”yı hatırlatacak bir mektubu dikkatinize sunmak istiyorum. Filmde evi terk edip aylarca çocuğu ile ilgilenmeyen kadın, velayet davası açıyor, davayı kazanıp çocuğunu babasından almaya gittiği gün oğlu için babasının daha iyi bir seçenek olduğuna karar verip oğlunu almaktan vazgeçiyordu. Film vizyona girdiğinde çok eleştirilmiş, çok farklı “okuma”lara tabi tutulmuştu. Aşağıda dikkatinize sunacağım mektupta ise baba velayet davası açıyor, davayı kazanıyor ama çocukları ile ilgilenmiyor. Maksat nafaka ödememek. Anne aylarca süren bir hak arayışını nihayet çocuklarının lehine olacak şekilde kazanıyor. Şimdi çocuklar anneleri ile. Ama o aylar süren ve anneleri ile ancak “icra” yoluyla buluşan çocukların psikolojisi hiçbirimizin algı alanında değil. Haberlerle başlayıp haberlerle bitiyor tanıklığımız. Oysa velayet davaları ve hayat boyu nafaka meselesi en kısa zamanda edebiyatın ve sinemanın da konusu olmak zorunda. Sağlıklı bir bakış açısı için empati şart. Aşağıda dikkatinize sunacağım mektubun sahibinin empatik yaklaşımına lütfen dikkat edin. Buyurunuz:
Selamün Aleyküm Fatma Hanım,
Mahkemelerden en adil kararların çıkacağına iman ile gidiyoruz Adliye Saraylarına, değil mi? Umduğumuzu buluyor muyuz?
Üç çocuğumun velayet davasını kazanmak için verdiğim üç yıllık mücadeleden edindiğim tecrübeyi, sizin vasıtanızla bütün Türkiye ile paylaşmak istiyorum.
Avukatlar; mahkemelerde görevli hakim, savcı ve sosyal hizmet uzmanlarının zaaflarını, siyasi görüşlerini vs biliyor duruma uygun strateji oluşturup müvekkillerini haklı çıkaracak her yöntemi kullanıyorlar.
Savcı ve hakimlerin kararlarını denetleyen bir sistem yok. Adliye, kanunlardan bağımsız çalışıyor.”Keyfinin yargısı” kanun sayılıyor. Hiçbir vatandaşın bu kararları sorgulamaya ve şikâyete hakkı yok. Hemen aleyhinize bir iddianame hazırlanıyor ve suçlanıyorsunuz.
Katip ve diğer memurlar, hakim ve savcı emrinde çalışan, ne derlerse yapan, hakimlerin üzerine bir suç isnat edilirse şahitliğe mecbur bırakılan, köleleştirilmiş, bağımsız olmayan bireyler. Hal böyle olunca güçlü kim ise haklı da o oluyor.
Hakimin bünyesinde görev yapan sosyal hizmet uzmanlarının rapor hazırlama süreci ise, tam bir muamma. Bizim davamızda kanunda belirtilen niteliklere sahip olmayan bir sosyal hizmet uzmanı görevlendirildi. Uygun değildi, çünkü evli ve çocuk sahibi değildi.
Sosyal Hizmet Uzmanı olan hanımı adliyeden özel araba ile aldık. Akrabamızı, arkadaşımızı alır gibi. Hiçbir yere makbuz yatırmadık. Eve gelip gelmediğini belgeleyecek bir evrak takibi yok. Evimize geldi. Çocuklarla konuştu. Odalarını gezdi. Herşeyi beğendiğini söyledi. Çocuklara “Sizi annenize vereceğim”! dedi. Ziyaret bitti adliyeye kadar götürdük, ayrıldık.
Ne ses kaydı, ne olayın şahidi olacak başka bir kamu görevlisi, yok. Tek başına bir kadın. Ev gezmesine gelmiş komşu gibi. Geldi ve gitti. Hazırlamış olduğu Sosyal İnceleme Raporu’nu mahkemeye son gün geç bir saatte teslim etti. Ertesi gün son celse karar çıktı. Rapor felaket gibiydi, itiraz ettik dinleyen yok. Çocuklara kiminle kalmak istedikleri usulen soruldu. Annemizle dediler. Çocukların tercihinin zıddına karar verilip, yüzlerine okundu. Çocukların ağlama ve bağrışlarını bastırmak için hakim: “Susun aile terbiyesi almadınız mı” diyerek azarladı. Kendimi ifade etmeme lütfen izin verin diye üç kez söz hakkı istedim dinlemedi, izin vermedi, kararı okumaya devam etti. Zihnim durdu, sustum… Aklıma gelen “İnil hükmü illa lillah” ayetini hakimin yüzüne okuyup çocukları da alıp salonu terk ettim.
Mahkeme çocukları babalarına verdi ama karara rağmen babaları çocukları almadı. Yargıtay süreci iki yıl sürdü. Karar onandıktan sonra çocukları almaya geldiler. İcra surecimiz başladı. Yardım ve şikayet için başvurduğum savcılık makamında savcınin hakaretine uğradım. Suçum,selâm faslından sonra izin almadan ziyaretçi koltuğuna oturmak. Gelişen olaylar neticesi, karşılıklı birbirimizden şikâyetçi olduk. Katib aleyhime şahidliğe mecbur bırakıldı.
Mahkemede savunmamdan etkilenen katip doğrunun birazını anlattı. Ona rağmen cezalandırıldım. Yargıtaya taşıdım. Bu arada her kuruma durum bildirdim. Yargıtaydan döndü, karşılıklı suç dendi üstü kapatıldı.
Benim karşı şikayetim ise, takipsizliğe uğradı.
Adliyede kimse görevini severek yapmıyor, herkes birbirinin kusurunu örterek iş hallediyor. Yapmam diyeni harcarlar. Öyle bir sistem var. İçlerinden biri kanunlara aykırı bir suç işlese diğer “savcı arkadaşlar” onun lehine iddianame hazırlıyor.
Adalet için uğraş verdim. Boşa gittiğini sanmıyorum. Bedeli neyse katlandım. Aksayan her yeri dosya hazırlayarak üst makamlara bildirdim. Avukat gibi çalıştım. Medyatik olunca ilgilenen “hantal liyâkat anlayışımız” var, dilekçelerime Aile Bakanlığı dışında ilgi gösteren kurum olmadı. Onlar da takip etmekte kusurlu. Toplumsal manada “Sorun çözme odaklı” değil sorunu ortadan bi şekilde kaldırma odaklı çalışıyorlar. Aman kurumlar zarar görmesin anlayışı, sorunları dağ gibi yapmış. Görüntü var ses yok, durum bu.
Aile Bakanlığı eğer aileleri adaletin çarpıklaştırılmış düzeninden korumak istiyorsa, Aile Mahkemelerinde, adliye çalışanlarından bağımsız, yetkili rapor merci oluşturmalı. Burada görev alan kişileri sık sık rotasyona tabii tutup, kayırmalara meydan vermemeli. Faliyet raporları ile hakimlerin isabetli karar perfonmansı takip edilmeli. Bir şekilde raporlandırılıyor olmak adalete uygun karar vermeyi olumlu etkiler. Kimse haysiyetinin performansa kurban gitmesini istemez.
Kendi hikayeme geri döneyim. Sonuç, çocuklarım için velayet davası açtım.Nafaka istemedim. Baba mahkemeye bile gelmedi. Velayeti aldım. Halen arayan soran yok.
Ben bir anne olarak mücadele verdim. Benim çocuklarımın babası nafaka vermemek için çocukların velayetini almak istedi. Nafaka istemediğim anlaşılınca hiç ilgilenmedi bile. Ama şunu da gördüm, icra surecinde çocuklarıyla görüştürülmeyen acı içinde bırakılmış ilgili babalar da vardı. Aile Bakanlığı kadınlara öncelik veren, öncelikle kadınları korumayı hedefleyen politikasindan vazgeçmeli. Bu çok yanlış, bu bakış açısı aile kurumuna zarar veriyor.
Selam ve dua ile.
R.Z.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.