Çorapta saklı seçim pusulası

04:0028/06/2019, Cuma
G: 28/06/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Hatıraların kimyası beni daima ilgilendirmiştir. Ne neyi hatırlatır? Ya da ne neyi unutturur? Hafızanın mahzenlerinden çıkıp gelen “bu an” hangi ip hangi kova ile gelmiştir?Böyle bir tecrübeyi 23 Haziran günü yaşadım. Oy pusulamı alırken görevli “Telefonunuz varsa bırakın lütfen” dedi. Telefonu olmayan kaç kişi kaldı?Gücüm yettiğince insanların hüsnü zan beslemesi için çaba harcarım. Başkasının sui zan sahibi olmasından kendimi suçlu hissettiğim durumlar çoktur. Derhal çantamı kızıma verdim. Bir

Hatıraların kimyası beni daima ilgilendirmiştir. Ne neyi hatırlatır? Ya da ne neyi unutturur? Hafızanın mahzenlerinden çıkıp gelen “bu an” hangi ip hangi kova ile gelmiştir?

Böyle bir tecrübeyi 23 Haziran günü yaşadım. Oy pusulamı alırken görevli “Telefonunuz varsa bırakın lütfen” dedi. Telefonu olmayan kaç kişi kaldı?

Gücüm yettiğince insanların hüsnü zan beslemesi için çaba harcarım. Başkasının sui zan sahibi olmasından kendimi suçlu hissettiğim durumlar çoktur. Derhal çantamı kızıma verdim. Bir defa daha fark ettim ki görevliler kurallara uymaya gönüllü birini bulunca ne kadar muktedir olduklarını test etme imkanına kavuştuklarını düşünüyor. Bana cep telefonunuz varsa diyen görevlinin yanındaki mesai arkadaşı, çantamı kızıma verdiğimi görünce beni tepeden tırnağa süzüp radar gözlerle kıyafetimde cep aradı. Sonra bakışımız karşılaştı. Kıyafetimde tek bir cep yoktu. Tebessüm ettim.

İşte tam o an “gizli oy açık tasnif” ilkesinin demokrasi için ne kadar gerekli olduğunu ama bunun sosyal medya ve akıllı cep telefonları ile imha olduğunu yeniden düşünmeye başladım.

Kabine girdiğimde bireyin seçim hakkını, attığı oyu denetlemeye kalkanların her zaman kendileri için bir yol bulduğu geldi aklıma. Yıllar önce bunun hikayesini yazmıştım.

Eve geldim. Hikayeyi buldum. Ne zaman yazmıştım? Hikayenin içindeki Kınalı Kar dizisini görünce internete girip baktım. Kınalı Kar dizisi 2002-2005 tarihleri arasında yayınlanmış. Bu hikayeyi niye yayınlatamamıştım acaba? Hatırlayamadım. Belki de hatırlamak için başka bir “an”ın mihmandarlığına muhtacım.

Bahsettiğim hikayenin bir kısmını aşağıda dikkatinize sunuyorum. Devamını iletisim@fatmabarbarosoglu.com adresinden okuyabilirsiniz.

Sizin hafızanızda da bu tür seçim hikayeleri varsa lütfen yıl ve zaman belirterek gönderin.

Buyurun:

230 kişilik köyde yaşanan seçim havası, Türkiye’nin büyük illeriyle bile mukayese edilemeyecek bir hararet içinde geçiyordu. Bir oy, kazanmak ya da kaybetmek demekti.

Her iki adayın yalnız kendileri değil, ailesi de seferberdi. Muhtar adayı Ali, gecenin bir yarısı, hane halkını toplayıp kazanmak için herkesin üzerine düşeni yapmasını söylerken kendini adeta geleceğin başbakanı olarak görüyordu. Amcaoğlu Hasan Bursa’dan telefon açıp “Aslanım bugün muhtar yarın başbakan” demişti. Önce maytap geçiyor diye sinirlenmişti palabıyık Ali. Sonra amcaoğlu bunun bir afiş olduğunu, kendi mahallelerindeki muhtar adayının, kazanmak için kendisine böyle bir bez afiş yaptırdığını anlatınca “neden olmasın” diye düşünmüştü.

Televizyona çıkan adamlar “Ülkeyi köylüler yönetiyor” demiyor muydu? Palabıyık Ali niye yönetmesin? Bir kazansaydı işte o zaman ülke/köy yönetmek nasıl olur gösterecekti. Çeşit çeşit projeleri vardı. Çeşit çeşit. Hepsini yapacaktı. Hepsinin açılışına kaymakamından valisine kadar herkesi davet edecekti. Görsünler bakalım Palabıyık Ali nasıl ülke/köy yönetirmiş.

Eskiden haberleri tek başına seyrediyordu. Tek başına ne demek. Odada kim varsa hepsini dışarı çıkarıyordu, “Karı kısmının haber neyine” diyerek. Artık karısını haber seyretmeye mecbur tutuyordu. “Hele yol yordam öğren! Otur seyret, bak dünyada neler oluyor!”

Karısı “Ocak başındayım, köpeğe yal hazırlıyorum” gibi bahanelerle haber seyretmeye gelmeyince bastırıyordu küfürü. “Sen muhtar karısı olacak kadın değilmişsin!” O zaman Hanife gelin çaresiz elindeki işi bırakıp televizyonun karşısına oturuyordu. Palabıyık televizyonda lider eşlerini görünce “Bak işte böyle. Sen de böyle olacan” diyordu. “Beni köylüden önce kazandıracak olan sizsiniz. Düşünün. Kafa patlatın. Aşağı mahalledeki dul kadınların oyunu nasıl alabiliriz? Bir yol bulun bakalım.”

Her seferinde bunu söyleye söyleye sonunda Hanife gelinin içindeki propaganda damarını kabartmayı başardı. “Ben” dedi Hanife gelin “aşağı mahallenin dullarını, elden ayaktan düşmüş olanlarını eve çağırayım, üstünüzü başınızı yıkayayım diye. Karınlarını doyurayım. Sonra evlerine giderken ellerine bir paket gofret bir de senin kağıdı tutuşturayım.”

Vay be ne akıl. Palabıyık Ali hayran kaldı. Demek ki seçimler kadın kurnazlığı ile kazanılıyor. Boşuna büyükler “Haydi kadınlar siyasete” demiyor. Keyfi iyice yerine geldi. “Nasıl nasıl yapacaksın?” diye tekrar tekrar sordu karısına.

Her cevapta Hanife Gelin boşlukları daha ince teferruatlarla doldurdu. Dördüncü defa aşağı mahallenin kadınlarının oylarının nasıl cepte keklik olduğunu anlatıyordu ki Palabıyık Ali’nin bütün keyfi kaçtı. Rakibi Hamza’nın karısı kendi karısının yanında şeytana külahı ters giydirecek cinsten bir mahluktu. Evet ona kadın bile denmezdi. İnsan bile denmezdi. Mahluk. Adamı cin çarpmış gibi yapardı. Ondaki zeka, ondaki kötülük, ondaki dövüş mayası hiç kimselerde yoktur. Kim bilir kocasının seçilmesi için ne taktikler bulmuştur. Bunu nasıl oldu da baştan düşünmedi.

Öfkesini karısından çıkardı. “Len karı insan bunu şimdi seçime üç gün kala mı düşünür! Daha önce niye akıl etmedin! Bir kere çamaşırını yıkadın, bir kere sofrana oturttun diye hiç oyunu sana verir mi? Hamza karısı çoktan bağlamıştır onları. Hem o dul kadınlar onun komşusu. Sen böyle şaşkın şaşkın dururken o kim bilir kaç kere dul karıların üstünü başını yıkayıp, yağlı böreklerle karınlarını doyurmuştur.”

“Yok” dedi Hanife Gelin hiç telaşsız. “Hava karıyı sağlık ocağına götürdü geçen Cuma. Başka da bir şey yapmadı. Yapmış olsaydı imamın karısı bana bir haber uçururdu.”

“Laf” dedi, Palabıyık karısını aşağılayarak. “İmamın karısının kendinden haberi yok. Değil ki sana haber taşıyacak. İnsan ulağını daha kulağı delik birisinden edinir.”

“Sana öyle geliyor” dedi Hanife Gelin. “İmamın karısından kimse şüphelenmiyor. O bu köyde oy kullanmayacağı için hiç oralı değil gibi duruyor ellik içinde. Seçim günü imam da karısı da kendi köylerine gideceği için hiç renk vermiyorlar. Ben imamın karısına bana yaptığı yardımlar karşılığı on beş günde bir defa esvaplarını makineye atma sözü verdim.”

“Vay be” diye düşündü Palabıyık. Kadın kısmısı yaman. Elinin altına bir çamaşır makinası var. Karıya bak! O bir makinayı nasıl da propaganda aleti haline getirmiş!”

İçinden geçenler dışına sızmış olmasın diye karısını aşağılamayı sürdürdü. “Nerden belli imamın karısının Hamza karısına gidip, bizden yana haber vermediği. Sana yardım ediyormuş gibi gözüküp seni bağlar, ona yardım ediyormuş gibi onu bağlar.”

Başındaki çemberi çözüp öfke ile yeniden bağladı Hanife Gelin. “Kendi bileceği iş. Ben ona dosdoğru bizim adam kazanırsa çamaşırlarını on beş günde bir getir, yıkarım dedim. Kendi bileceği iş. Hamza karısı ne vadedebilir ki. Çamaşır makinası yok. Evindeki televizyondan sadece iki kanal seyrediliyor. ‘Kınalı Kar’ bile yok onların televizyonunda. Gitsin de imam karısı ona yardım etsin. Hiç umurumda değil!”

Bu defa Palabıyık karısıyla gurur duydu. Gururun en büyük payını da kendi üzerine aldı. E yani, o kimin avradıydı! Bunca yıl. Koca öküz ile yatan muhakkak ya huyundan, ya tüyünden... Hadi be! Koca öküz kendisi miydi? Aslan yattığı yerden bellidir diyerek öküz ile aslanı değiş tokuş etmeyi denedi. Bunca yıl aslan ile yatan kalkan... İlle bir şeyler kapar aslanın krallığından. Vay be! Vay anasına! Ne güzel uydurdu hele.

“Hadi iş zamanı. Şükriye’yi gönder, Gülizar kadını kapsın getirsin. Yıkayın bakalım üstünü başını. Hem ondan başlamanın bir manası var. Bir gözü görmüyor. Kimi kimsesi yok. Fırında, çeşmede elliğe anlatırsa ‘Hanife Gelin üstümü başımı yudu’ diye, bu bizim için hiç yoktan oy olur.”

“Zaten” dedi Hanife Gelin, “bizim mahalle oyunu bize verecek. Aşağı mahalle Hamza’ya verecek. Emeklilerle tek tek görüşmüş Seyfettin. “Biz evimizi barkımızı bırakıp gidiyoruz, hasımlık olmasın diye avratlar babana biz de Hamza’ya vereceğiz demişler.”

Palabıyık’ın iyice canı sıkıldı. Vay eşşeğin sıpası. Gelip bunları kendisine söyleyeceği yerde anasına söylemiş ha. Kin güdüyor demek. Şehirliler bunun aklına girdiydi ya baban aday olmasın sen aday ol diye. Aklı sıra bana tenezzül etmiyor. Ne demek, karılar babana oy verecek ya! Karılar Hamza’ya versin.

“Sen emeklilerin karısına ne vadettin karı?”

#Hikaye
#İstanbul