Birbirimizden ne öğrenebiliriz?

04:0014/09/2018, Cuma
G: 14/09/2018, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

I-Bilmezsiniz, bendenize en ağır felsefi bahis olarak zamanı kavramak geldi. Dini bilgi olarak zamanın mahlûk olduğunu öğrendiğimde 20’li yaşlarımın başındaydım ve meseleyi bir türlü kavrayamadım. Herkes kavradı da bir ben kavrayamadım zannediyordum. Uzun yıllar, başlığında “zaman” kelimesini gördüğüm bütün kitapları almaya gayret ettim. Peki, bir ilerleme kaydettim mi? Hayır. Okudukça mesele biraz daha çetrefilleşti. Zamana dair okudukça anlamı kaybettiğimi fark ettim. Hangi anlamı? Hayatın anlamını.Zaman

I-

Bilmezsiniz, bendenize en ağır felsefi bahis olarak zamanı kavramak geldi. Dini bilgi olarak zamanın mahlûk olduğunu öğrendiğimde 20’li yaşlarımın başındaydım ve meseleyi bir türlü kavrayamadım. Herkes kavradı da bir ben kavrayamadım zannediyordum. Uzun yıllar, başlığında “zaman” kelimesini gördüğüm bütün kitapları almaya gayret ettim. Peki, bir ilerleme kaydettim mi? Hayır. Okudukça mesele biraz daha çetrefilleşti. Zamana dair okudukça anlamı kaybettiğimi fark ettim. Hangi anlamı? Hayatın anlamını.



Zaman üzerine düşünmek benim haddim değildi, zamanı idrak etmek dışında alabileceğim bir mesafe olmadığını kavradığımda otuzlu yaşlarımı geride bırakmıştım.

Kırklı yaşlarımı “zamanı idrak” etmek temrini ile geçirdim. Bir zikir gibi tekrarlıyordum, şimdi buradayım, bu zamandayım bu mekânın hakkını ve bu zamanın benim üzerimde kayıtlı duran hakkını ödemeliyim. O hakkın ne olduğunu kestiremiyordum. Hayatta muhakkak daha önemli bir işim olacaktı, o işe kavuşuncaya kadar şimdi burada, “buranın hakkı” neyse onu ödemeliydim. Onun için ilk kitabım yayınlandığında niçin yazıyorsunuz sorusunu, daha önemli bir işim olmadığı için diye cevaplamıştım. Zamanla daha önemli bir işim olacaktı ve ben yazmaktan azat olacaktım. Daha önemli bir işimin olamayacağını/olmayacağını kavradığımda ömrümün 50 yılını geride bırakmıştım.

Kırklı yaşlarımda, yüksek lisans öğrencisi iken anlamak için çok gayret ettiğim ‘ibn el vakt’ kavramına geri döndüm. Son yıllarda bilmiyorum neden ‘ibn el vakt’ olma idrakini en çok bayramlarda yitirdiğimi görüyorum. Zamanı kuşanma noktasında en noksan olduğum zamanın bayramlar olduğunu düşünüyorum.

Bayramlarda bir araya geliyoruz çok şükür. Aynı mekânda buluşanlar aynı iklimi soluyor mu? Bayram ikramı oluyor elbet. Şöyle bir hal hatır ya soruluyor ya sorulmuyor. Bayram sohbeti oluyor mu? Herkesin, elindeki cep telefonundan yanındakine “bak ne komik!” diye bir vidyo göstermesini sohbete dâhil mi ediyoruz?

Ben edemiyorum. Göz gözü gördü, gönül gönlü bilmedi lakin hayıflanmasında asılı kalıyorum. “Yakınımıza uzak, uzaktakine yakın.”

Mesafeyi kısaltacak şey daima sohbettir. Aramızdaki mesafe giderek açılıyor...

II-

Sohbet, laf lafı açtı kıvamında ilerler. Laf lafı açarken meclistekiler karşılıklı olarak birbirlerinden bir şey öğrenir. Çocukları büyüten, geçmişi geleceğe bağlayan şeylerin başında sohbet gelirdi eskiden.

Sadece aile sohbetleri değil, kıraathanelerin sohbetleri de meşhurdu. Bu sene doğumunun 100. yılını kutladığımız Tarık Buğra, üniversite hayatında tıp fakültesi ile başlayıp edebiyat fakültesine uzanan bir yolculuk yapmıştır ama mezuniyetini “Küllük” üzerinden zikreder.

Kıraathaneler sohbet meclisleridir, “kafe”ler herkesin bireysel olarak takıldığı, takılıp kaldığı mekânlar. Mesele bir mekânda bir araya gelmek ise neden kıraathanelerin sohbeti “kafe”lerde devam etmiyor?

Galiba birbirimizden bir şey öğrenmek yerine elimizdeki makinelerden bir şey öğrenmeyi tercih ettiğimiz için.

Sohbetten uzaklaştığımız için “mutluluk”tan da uzaklaşıyoruz.

Toprağı bol olasıca Z. Bauman, “Belirsiz Hazların Mutluluğu” adlı makalesinde İlkçağ ve Ortaçağ filozoflarının mutluluk tarifleri üzerinde durarak onlar için önemli olanın denge olduğunu söyler. Aşırıya kaçmayan denge:

“Mutluluk tüm insanların istediği şeydir. İstedikleri şeyleri farklı farklı yerlerde arıyor ve farklı rotaları takip eden keşif yolculuklarına çıkmış olsalar bile. Neticede sırrın kimde olduğu bilinmez ve kesin olarak bilinmesi de mümkün değildir. Bu diğer beşeri yaşam biçimlerini, insanlığın diğer biçimlerini ‘ilginç’ kılar. Diğer bir deyişle, dinlemeye ve konuşmaya değer hale getirir. Sohbetleri potansiyel anlamda zenginleştirici (‘birbirimizden ne öğrenebiliriz’) kılar ve hep tekrarlanan ‘bir araya gelme’ ediminin hep ümit verici olmasını sağlar. Bilinmeyeni bilinir, uzağı yakın, yabancıyı bizden biri kılma arzusunu kışkırtır ve canlı tutar. ‘Biz’ ve ‘onlar’ arasındaki duvarları, o en gaddarca korunan sınırları ve en kalabalık alanları, yoğun bir trafikte kutsayan/lanetleyen budur” (Kuşatılmış Toplum, sh.178).

Zamanın bize ne öğrettiği sorusuna cevap ararken, Bauman’ın, “Birbirimizden ne öğrenebiliriz?” sorusunda mola verdim. Onun soru diye ortaya koyduğu cümle benim aradığım cevap olmuştu.

#Zygmunt Bauman
#Mutluluk
#Öğrenme