Benden bana kalmayacak hatıralar inşa ettim

04:006/09/2017, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Fatma Barbarosoğlu

Çocukken bize ayak altında durmayın diye kızarlardı.Şimdi tam ayak altındayım. Ne ki çocuk değilim. (Değil miyim?)Atatürk havalimanı. S. kafe. Karşımda T. ShopOrta yerde talihlisini bekleyen kırmızı C...n marka araba.Yan tarafta yolcu koltukları.Bu öyküyü yazmama sebep yan taraftaki yolcu koltuğunda, kapaklı muhafazasındaki cep telefonunun kapağını kıvırmadan salkım saçak tutarak durmadan selfie çeken adam.Esasında ben, siyah üzerine sarı sıvanmış saçları ile dikkat çeken, Robert Kolejini iki cümlesinden

Çocukken bize ayak altında durmayın diye kızarlardı.

Şimdi tam ayak altındayım. Ne ki çocuk değilim. (Değil miyim?)

Atatürk havalimanı. S. kafe. Karşımda T. Shop

Orta yerde talihlisini bekleyen kırmızı C...n marka araba.

Yan tarafta yolcu koltukları.


Bu öyküyü yazmama sebep yan taraftaki yolcu koltuğunda, kapaklı muhafazasındaki cep telefonunun kapağını kıvırmadan salkım saçak tutarak durmadan selfie çeken adam.

Esasında ben, siyah üzerine sarı sıvanmış saçları ile dikkat çeken, Robert Kolejini iki cümlesinden birinde muhakkak tekrar eden, öğretmen kadın ile (öğretmen olduğunu ilk cümlesinden öğrendim) diğerinin sabahın sekizinde neye dair konuştuklarına kulak misafiri olma niyetiyle oturmuştum bu masaya. Diğerinin yani siyahın üzerine siyah sıvanmış düz uzun saçları ile oturan genç kadının da öğretmen olduğunu “Çocuklar kazanım kaynaklarını iyi bir şekilde değerlendirmiyor” cümlesini duyduğumda anladım. (Eve sağ salim dönünce yetişme çağında çocukları olan arkadaşlarıma soracağım, kazanım kaynaklarından kastedilen nedir? Bizim bilmediğimiz bir hayat dönüyor dışarda. Dışarda, sokakta, okulda, AVM’lerde. Yabancılığımız, yabansılığımız kullanılan kavramları anlamamakla başlıyor. Önce kelimelerin, cümlelerin dışında kalıyoruz. Başka dünyalar başka kelimelerle kurulup inşa ediliyor. Kazanım kaynakları?)

Ben kadınların konuşmasına kulak misafiri olma derdindeydim ama, son on yıla kadar muhakkak bıyıklı, belki son beş yıl, belki son üç yıldır artık bıyıksız olan kırk yaşlarındaki adamın, üçüncü selfiesine tanık olunca, kulak misafiri olma isteği yerini görüntü tanıklığına bıraktı.

Bu adam, yirmi yıl önce, değil böyle ulu orta herkesin içinde deli pozları vermek, başını yerden kaldırıp kimselerin yüzüne bakmıyordu ihtimal. Ama artık o da feysbuk ahalisinin bir üyesi. Üyeliğin gerekleri yerine getirilecek, ortam yeterli miktarda fotoğraf ile beslenilmeye çalışılacaktır.

Adamın halini mezardan çıkıp dedesi görse aklını yitirir, torunu ile delilik paydasında eşitlenirdi muhakkak.

Dedesi ne diyecek olursa olsun, onun dünya alem umurunda değil. Rahatlıkta sınır tanımayan bir eda ile poz veriyor. Kime veriyor, kendine. Sol eli poz veriyor sağ eli çekiyor. Sol eli saçını düzeltiyor, sağ eli düğmeye basıyor. Sol işaret parmağı düşünceli düşünceli başını burguluyor, sağ eli düğmeye basıyor. Yüzüne artistik bir ifade vermeye çalışıyor. Lakin bir türlü istenen artistik ifade yakalanamıyor. Tebessüm etmeye uğraşıyor. Ama görüntü pişmiş kelle görüntüsü. Hüzünlü durmaya çalışıyor. Olmuyor. Sağ bacağını sol bacağının üstüne deviriyor, ekranına şöyle çapkın çapkın bakıp, basıyor tuşa.

Çektiği pozu gözden geçiriyor. Aynı hataları tekrar etmemek için bir kaç saniye önce çekmiş olduğu pozunu itina ile tekrarlıyor. Ama tekrarlardan aradığı neticeye henüz kavuşmuş değil. Çektiği poza bakarken yüzü salkım saçak yere düşüp, dağılıyor.

Bir defa daha deniyor. Tamam. Bu defa daha güzel bir poz yakaladığından emin; oturmakta olduğu platformdaki bütün yolcuları kendisine fon yapıp, sol bacağını sağ bacağının üstüne atarak basıyor tuşa. Belli ki hayatı boyunca elleri dizinde yaşamış. Tahiyatta oturur gibi. Bacak bacak üstüne atmaya edep etmiş. Onca yıl esneklik kazanmamış bacaklar. Başkaları için sıradan olan bacak bacak üstüne atma eylemini, dağ üstüne dağ bindirmek kadar zor yerine getiriyor.

Adamın poz konusunda pek yaratıcı olduğu söylenemez. Bacaklarının yerini ve telefonunu tuttuğu açıyı değiştiriyor sadece.

Ben adamın yedinci pozuna takılıp kalmışken; önümdeki iki öğretmen hanım çoktan gitmiş. (Bu kadar mı girdim başkasının selfiesinin içine?)

Öğretmenlerin masasına, kumral saçından bir tutamı tepesinde toplayıp gerisini serbest bırakmış altmışlı yaşlarında bir kadın oturmuş. Sandviç yiyip kahve içiyor. Önünde kitabı. (Daha sonra kitabın havaalanı yalnızlığına çare olmadığını düşünüp o da cep telefonuna sığınacak.)

Evveli bıyıklı ahiri bıyıksız adam, oturduğu koltukta her açıdan çekilebilecek pozlarını bir bir tükettikten sonra, bu defa eline uçak biletini alıyor. Bir eliyle uçak biletini tutup diğer eliyle telefonun tuşuna basmak hiç kolay değil tabii. Bileti yere düşürdü. O yere düşürdüğü bileti yerden alıp pozunu tekrar ayarlarken bu hareketi bir tren garının salonunda, bir otobüs garının salonunda asla yapamazdı diye düşündüm.

(Her şey o kadar hızlı bir şekilde buharlaşıyor ki hiç de o kadar emin olma diye kendimi uyardım birkaç saniye sonra.)

Adam, uçak bileti ile selfiesini tamamladı. Hemen ekranına döndü. Belli ki pozunu feysbukuna yükledi. (Fotoğrafının altına ne yazdı acaba?)

Bıyıksız yüzü ile önce kendine sonra çevresine yabancı adam, çekilebilecek bütün pozları çektikten sonra ayağa kalktı.

Gri pantolonun paçaları siyah kunduralarının içine giriyordu. Selfie çekerken oturduğu koltukta, hey dünya ben de varım diyen adam, ayağa kalkınca birden silikleşti, çok ağırsın in sırtımdan dünya diye inlemeye başladı sanki.

Dünyayı sırtında taşıyan, dünyayı sırtından sadece selfi çekerken indiren adam, ayağa kalkıp üç adım atmıştı ki ters istikametten gelen en fazla yirmi yaşlarındaki sarı saçlı, kırmızı şişme yelekli genç ile çarpıştı. Gencin vücut dili dünyanın bütün havalimanları bizim evin arka bahçesi diyen bir edada seyrediyordu. T. Shop’daki, R.-B. marka gözlüklere şöyle bir bakmak için durmuş, tepesinde neşe ile tıpkı şampuan reklamlarında olduğu gibi dans eden tel tel altın sarısı saçlarının alnına düşen kısmını eliyle şöyle itip ...

Hayır burada durmak geriyor. Delikanlının saçları için altın sarısı deyip geçemeyiz. Bir tutam altın tozu dökülmüş dememiz lazım belki. Oturduğum yerden çocuğun tepesindeki ışıltıyı görüyorum. Belki de ışıltı filan yok. Vücut dilinin o egemen gücü, ayağındaki ayakkabıların dans neşesi veren, dans neşesi ne, uçacakmış hissi veren hava tabanı... Bu cümlenin sonu gelmeyecek. Bu cümlede batılı beyaz adamın yaşı kaç olursa olsun her yere hakim hiçbir şeyi umursamaz iklimi eşlik edecek.

Biraz önce cep telefonuna mükemmel pozlar vermiş adam kırmızı şişme yelekli altın saçlı genç ile çarpışınca...

Sizin yazacağınız sonları bekliyorum...

Yazdığınız sonları

adresine bekliyorum. Lütfen yaşınızı, mesleğinizi, eğitim durumunuzu ve memleketinizi yazmayı unutmayın.

Burada yayınladığım öyküleri sonları ile birlikte kitap olarak yayınlayacağım inşallah. Kitapta sizin yazdığınız sonlar arasından imlası, anlatımı düzgün olan metinlere de yer vereceğim.

Şimdiye kadar en çok “Cennetlik arkadaşımız için Plaket töreni” öyküsü için son gönderdiniz. “Cennetlik arkadaşımız”ın en yakın takipçisi “Mutluluk onay belgesi”.

Meraklısı için not:
Kitapta, yukarıda okumuş olduğunuz öykünün başlığını değiştireceğim. Başlık hikayenin sonunu imlediği için burada farklı bir başlık kullanmayı tercih ettim.
#Kitap
#Hatıra