Babaların oğullardan yana zor imtihanı!

04:0013/06/2016, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Bu hafta babalardan bahsedelim istiyorum.

Baba çocuk ilişkisi her devirde zordu, lakin baba-oğul ilişkisi baba-kız ilişkisinden daha zordur.


Her baba kendi oğlunda hem babasını hem kendini bulmak istemesinden belki de bu zorluk.



Oğulları ile ağır imtihanı olan babaların hikayesi deyince ilk aklıma Hz. Nuh gelir ikinci de Mehmet Akif Ersoy.



Beşir Ayvazoğlu “Saatler, Ruhlar ve Kediler” adlı eserinde Mehmet Akif Ersoy'un oğulları ile imtihanını anlatıyor.



Biraz sonra nakledeceğim bilgiler Ayvazoğlu'nun yukarıda adı geçen kitabından olacak.



Mehmet Akif Ersoy, Mahir İz'e Kahire'den gönderdiği 17 Aralık 1929 mektubunda geçen kış çocukları ile birlikte aldırdığı resimden ve resmin altına yazdığı şiirden bahsederek şiirin ilk dört mısrasını yazar:



Ne odunmuş babanız: Olmadı bir baltaya sap!



Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz.


Meşe halinde yaşanmaz, o zamanlar geçti;


Gelen incelmiş adam devri, hemen yontulunuz



Mehmet Akif'in ilk üçü kız (Cemile, Feride, Suad) olmak üzere altı çocuğu olmuş dördüncü çocuk İbrahim Naim bir buçuk yaşındayken ölmüştür. Mehmet Akif'in oğuldan yana imtihanı büyük oğlu Emin'dendir.



Adını Emin koyduğu oğlu ile ilk sorunu oğlunun kolaylıkla yalan söylemesidir. Fuad Şemsi'den mektupla yardım isteyen Mehmet Akif'in oğlu hakkındaki düşünceleri şöyle:



“Oğlan ahmaktır. Senelerden beri uğraştığım halde yalan söylemekten vazgeçiremedim. Yarım saat sonra meydana çıkacak yalanlarla işini görebileceğine kani olan sersemlerden... Doğrusunu söylemek şartıyla birçok kusurlarını bağışladığım ve bu tabiatım hakkında i'timad verdiğim halde bir türlü o huyundan vazgeçiremedim.”



Küçük oğlu Tahir de ağabeyinin yolundan gider gibi olduysa da Mehmet Akif, Tahir'den umutludur.



Mehmet Akif ile oğlu Emin arasındaki ilişki çok enteresan. Birbiri ile alakası olmayan bir baba-oğul değil, birbirinden ayrılmayan bir baba oğul portresi var karşımızda:



“Burdur mebusu seçildikten sonra halkı Milli Mücadele saflarına çekmek için Anadolu'da dolaşan Akif, Emin'i yanından hiç ayırmamıştır. Bir süre sonra ailesini Kastamonu'ya getirtip kiraladığı bir eve yerleştirir, Emin'i de bir mektebe yazdırdıktan sonra Ankara'ya döner. Ancak Emin, Kastamonu'da sıkılacak, bir yolunu bularak Ankara'ya babasının yanına kaçacak, Yunan ordularının Ankara'ya yaklaştığı günlerde resmi daireler ve Ankara halkı Kayseri'ye nakledilirken o babasıyla birlikte Ankara'da kalmayı tercih edecektir.”



Hayat gittikçe zorlaşmaktadır. Milli Mücadele döneminde Burdur ve Biga milletvekili olan Mehmet Akif bir emekli maaşından bile mahrum kalarak 1923, 1924, 1925 kışını dostu ve hamisi Abbas Halim Paşa'nın yanında Kahire'de geçirir.



Babasının yokluğunda Emin uygunsuz arkadaşlar edinip içki ve esrara alışır.



Mehmet Akif oğullarına çok iyi bir eğitim vermiştir oysa. Her iki oğlu da çok iyi Arapça ve İngilizce bilmektedir.



Çok iyi bildiği Arapça 1934 yılında hayatının akışını değiştirecektir Emin'in “Kırklareli'nde er olarak askerliğini yaparken arkadaşlarına bazen Kur'an'dan ayetler okuyup tefsir ettiği için irtica suçlamasıyla tevkif edilip Divan-ı Harb'e verildiğini, tevkifhaneden çavuşuyla birlikte kaçıp İstanbul'a geldiklerini, oradan vapurla gittikleri Mersin'den yaya olarak Antakya'ya doğru yola koyulduklarını, yolda jandarmalar tarafından şüphe üzerine yakalandıklarını, pasaportları olmadığı için ikisinin de Kırıkhan kazasına gönderildiğini 150'liklerden Ali İlmi Fani Bey'in Rıza Tevfik'e yazdığı mektuptan öğreniyoruz.”



Emin için, Ali İlmi Fani Bey'in dediği gibi talihsiz bir çocuk deyip geçmeli miyiz yoksa aile terbiyesine rağmen meşrep ve mizacın zamanın ruhu ile buluşan yönleri üzerine mi kafa yormalıyız?



Neticede Emin hem irtica, hem de firar suçundan mahkum olmuştur.



Ne acıdır ki Kur'an tefsir ettiği için mahkum olan Emin, cezasını tamamlayıp terhis olduktan sonra İstanbul'un hane berduşlarından biri haline gelir, şarap, ispirto parası için hamallık yapar.(Çok iyi Arapça ve İngilizce bildiğini bir kez daha hatırlayalım mı?)



Emin Ersoy,1939 yılında zabıta tarafından yakalanır ve akıl hastanesine sevk edilir.



Bir ara hayatı düzene girer gibi olur. Karacabey Hara'sına kahya olarak işe başlar. Bu esnada evlenir. Lakin bu dönem uzun sürmez. Yine işsiz kalır. Babasının dostlarına giderek kendisini tanıtır yardım ister. Refi Cevat Ulunay'ı ziyaret edişini mısralara da yükler:



“Tut elimden diyerek boynumu büktüm


Yüzde yüz üzdü senin gönlünü bitkin durumum


'Akif'in oğlu' dedim sen de şaşırdın. Bu mu? Ay!


Sürünüp kıvranıyor. İş arıyor. Vay gidi vay!”



Emin Ersoy kendinin farkında, kendi durumunun muhatabında yarattığı hayal kırıklığının farkında fakat yine de babasının adını anarak dilenmeye devam ediyor.



1966 yılının başlarında eşini kaybedince kendini yeniden içkiye ve esrara veriyor Emin Ersoy. Bir kaç ay akıl hastanesinde kalıyor ve taburcu edildikten sonra Tophane'de terk edilmiş bir kamyon karoserinin içinde yatıp kalkmaya başlıyor.



Şimdi yazacağım satırları bir kaç yıl önce öğrendiğimde etkisinden aylarca kurtulamadım. Yazıp yazmamakta bir vakit mütereddit kaldıktan sonra yazmaya karar verdim.



Mehmet Akif Ersoy'un oğlu Emin Ersoy'un ölüsü Beşiktaş'taki çöp bidonlarının içinde bulunur.



Aile bireyleri neden birbirine uzak düşmüştür? Neden erkek kardeşi Tahir ve kız kardeşleri, enişteleri Emin Ersoy ile ilgilenmemiştir?



Bu soruların cevabının bilmiyoruz.


Tevfik Fikret –Mehmet Akif kutuplaşmasında İslamcılar Haluk'un papaz oluşunu eleştiri konusu yapmış lakin Mehmet Akif'in oğlunun esrarkeşliğini parantez içine almıştır. Oysa ibret çıkarılamayan geçmiş, sorun üretmeye devam edecektir.


#Hz. Nuh
#Mehmet Akif Ersoy
#Baba