“Aşk bu değil yapma güzel!”

04:0015/02/2019, Cuma
G: 15/02/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Arkadaşımın 1995’te gönderdiği mektubu okudum biraz önce. Taze anne olduğu günlerden. Kasım diyorlar diye yazmış. Günleri, ayları, yılları bilmezdi E. Daima 16.yüzyılda...Çalıştığı metnin içinde...Oysa benim içinde bulunduğum yılı unutmamam gerekiyor. Ayı ve günü unutunca fazla sıkıntı yaşamıyorum. İçinde bulunulan yılın bir kaç yıl gerisinde kalınca epey bir sıkıntı oluyor. Aralığın sonundan itibaren yeni yılın rakamlarını aklımda tutmaya çalışıyorum, ama ben yılı ezberleyinceye kadar bazen yıl

Arkadaşımın 1995’te gönderdiği mektubu okudum biraz önce. Taze anne olduğu günlerden. Kasım diyorlar diye yazmış. Günleri, ayları, yılları bilmezdi E. Daima 16.yüzyılda...Çalıştığı metnin içinde...



Oysa benim içinde bulunduğum yılı unutmamam gerekiyor. Ayı ve günü unutunca fazla sıkıntı yaşamıyorum. İçinde bulunulan yılın bir kaç yıl gerisinde kalınca epey bir sıkıntı oluyor. Aralığın sonundan itibaren yeni yılın rakamlarını aklımda tutmaya çalışıyorum, ama ben yılı ezberleyinceye kadar bazen yıl bitiyor. Bir kaç yıl önce onlarca kişinin kitabına 2008 tarihini atmışım bir imza gününde. En sonunda bir lise öğrencisi neden 2008 diye imzalıyorsunuz diye sordu da...Diğerleri niye sormamış? Yazarın bir bildiği var deyip memnuniyetle kabul etmişler bir kaç yıl evvelinin tarihini. Kitapları toplayıp bu da benim şaşkınlığımdır yazdım attığım yanlış tarihin yanına. Rakamların bir önemi yok benim için. Benim derdim günü gün yapan nedir sorusuna cevap bulmakta düğümleniyor. “İşte o gün” dediğimiz şey. Bir günü/bugünü ya da dünü diğerlerinden öne çıkaran o iç huzuru ya da insanın içindeki bütün renkleri solduran o derin elem?

Günü gün yapan tüketim kültürü olunca tadım kaçıyor.14 Şubat mesela. “14 Şubat sevgililer günü” duyurusundan habersiz kalmanız mümkün değil. Sadece internet ortamında her an her vesile ile ekranınızı paylaşan reklamlar değil, çarşı pazar işgali var bir de.

İhtiyacınız olan bir ürünü almanızın imkansız olduğu bir zaman dilimi Şubat ayı. Almaya niyet ettiğiniz her üründe, nevresim takımından soğan kabına kadar, her ama her üründe, karşınıza aşklı meşki cümleler, kalpli malpli şekiller çıkacak. Üstünde hiçbir şekil, cümle olmayan bir şey aramaya kalkmayın. Bulamayacaksınız. Soğan kapının üzerindeki aşklı meşkli cümleyi okuyunca Nesrin Sipahinin sesinden bir şarkı eşlik ediyor şaşkınlığıma: Aşk bu değil yapma güzel/sen insanı güldürürsün.

Patates soğan koymak maksadıyla yapılmış teneke kutunun üzerindeki “aşkla pişen yemekler” ibaresi imdat dedirtecek türden. Renk renk yap. Üzerinde patates, soğan resmi. Tamam. “Aşkla pişen yemekler” diye bir cümle kondurmak da nedir?

“Yeni nesil ev kadınları” aşkla pişen yemek bahsini çok yanlış “yorumluyor” zaten. Yemeğin kıvamını değil içine konulan kabı önceliyor.

“Yeni nesil ev kadını” tabirini açmam gerekiyor. Beyaz eşya, cep telefonu, bilgisayar için kullanılıyor “yeni nesil” tabiri malumunuz. Eşyaların hayatımızdaki hakimiyetini, “nesil” ibaresinden daha iyi ne anlatabilir!

“Yeni nesil ev kadınları” tabirine gelince...Bu tabiri belli yaş grubu için söylemiyorum. Kast ettiğim ne oldum delisi ekrangiller. Ekrangiller yani sosyal medyada yaşayanlar. Bir dünyası olmayıp da hayatta duranlar.

Şimdi de “bir dünyası olmak” kavramını açıklamam gerekiyor. Allah uzun ömürler versin Belkıs İbrahimhakkıoğlu birinden bahsedeceği zaman “biliyor musun Fatma onun bir dünyası var” diye söze başlamışsa çok sevdiği, sade hayatının içinde hakikati derinden kavramış birinden bahsedeceğini anlardım. “Onun bir dünyası var” dediği kişiler ilk bakışta fark edilmeyen, ama yavaş yavaş içindeki engin coğrafyanın kapılarını açan şahsiyetler olurdu.

“Onun bir dünyası var” cümlesi, 90 yıllardan içime işlemiş bir cümledir.

Bu yazıyı yazmama vesile olan şey, bir dünyası olmak ile dünyada olmak arasındaki kurmuş olduğum bağlantı. Hayatta olmanın dünyada olmak anlamına gelmediğini idrak etmem, Günther Anders’in satırları ile oldu. Anders (1902-1992) İnsanın Eskimişliği (1954) adlı kitabında Samuel Becket’ın Godot’u Beklerken kitabı üzerine dikkat çekici analizler yapıyor. Becket’ın kitabını yayınlayalı henüz dört yıl olmasına rağmen Anders derinliğini hala muhafaza eden yorumlarda bulunmuş. Ki genellikle avangard eserler dönemlerinde pek iyi anlaşılmaz.

Anders’in, Becket’in kahramanları için söylediği sözler günümüz insanını da tarif ediyor: “Kahramanları sadece hayattadırlar artık; dünyada değildirler.”

Dünyada olmak ve bir dünyası olmak. Günümüz insanı “dünyası olan” ların peşinden gitmiyor, bir profil oluşturarak “hayatta kalanlara” meylediyor.

Ekonomiyi yönlendirenler, faniler “dünyasız” kaldığını fark etmesin diye her günü “özel”leştiriliyor. 364 günün tamamı dolduğunda, geriye kalan o tek gün “sıradan bir gün” olarak etiketlenip tüketime sunulmuş olacak.

Esasen bazı günler daha şimdiden iki kere “özel”. 14 Şubat hem öykü günü hem sevgililer günü. Bu satırların yazarı için ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Her güne bir öykü okuyarak başlamayı mutluluk sayan bendeniz için dünya öykü gününün diğer günlerden bir farkı yok.

Öykü okumak zamanın elinden bir şeyler kurtarmaktır bazen, bazen zamanı genişletmek, bazen bir öykünün satırlarında derdinize derman bulmaktır.

#Mektup
#Anne
#14 Şubat
#Aşk
#Yeni nesil
#Ev kadınları