Bir medeniyet iddiasında bulunanların öncelikle kavramlarının diğerlerinden farklarını sarahatle ortaya sermeleri gerekli… Buna bir örnek teşkil etmesi açısından, nicedir, gazetemizde 4 Ekim günü “Ahlaksız adam” başlıklı, Faruk Beşer Hocamızın muhteşem yazısına işaret etmek istiyordum. Yazının bütününe mutlaka tekrar bakmalısınız; ben, Hocanın bazı cümlelerini vurgulamakla yetineceğim. “Bazı insanlara ahlaksız deriz, oysa ahlaksız insan olmaz, ahlakı bozuk insan olabilir. Çünkü ahlakı bozuk olanın da yine bir ahlakı vardır… Ahlak kelimesi Arapçada '
' kelimesinin çoğuludur. '
' ile yaratma ya da yaratılan anlamındaki 'halk' kelimesi aynı harflerden oluşur, aynı şekilde yazılır. Bunun bir anlamı şu olmalıdır:
ile ahlak arasında, yani insanın yaratılışı/fıtratı ile davranışları arasında doğrudan bir ilişki vardır. Zaten yaratıcı da yine bu kelimelerin anlattığı şeyin faili olarak 'Halik'tir. Ya da ahlak, güzel davranışların kalıcı kılınarak
/fıtrat haline getirilmiş olanıdır… İslam'da ahlak, hukuktan bağımsız değildir, ahlak hukukun yardımcısı değil,
aksine hukuk ahlakın yardımcısıdır
... Bizim Batı ile farkımız buradadır sanırım. Batıda esas olan ahlaktan önce hukuktur. Hukuk'a riayet ettikten sonra insanın kendi içinde ahlaklı olup olmaması kendi bileceği bir şeydir...
Bizde ahlakın sağlanması esastır. Ahlak ise öncelikle Halik ile alakalı bir durumdur ve sadece diğer insanların hukukuna saygı göstermesiyle insanın görevleri bitmiş olmaz. Esas olan Allah'a karşı saygılı olmasıdır ve bu yalnız başına bulunduğunda da, hatta kalbinin eylemleriyle de olması gereken bir şeydir. Ve ahlakın asıl konusu kalbin eylemleridir.”
Hocanın açtığı kapıdan ilerleyelim, bu kez siyasetin ahlakla ilişkisi üzerinde duralım. Fransız düşünür Comte-Sponville, Batı'da, ahlak ve siyaset arasında yakın bir ilişki olduğunu söyleyenlerin temsilcisi olarak Platon ve Lenin'i görüyor. Birbirlerinden yüzyıllar ve dağlar kadar farklı olan Platon ve Lenin, ahlak ve siyasetin birbirleriyle kopmaz bağları olduğu konusunda hemfikirler. Onlara göre “ahlaki iyi” ve “siyasi doğru” bir ve aynı. Buraya kadar aynılar ama bu noktadan sonra aralarında büyük bir farklılık başlıyor. Platon için bu kopmaz ilişkide önde gelen unsur, ahlaktır. Ahlaken iyi olan, siyaseten doğrudur. Ama Lenin, tam tersi kanaatte; ona göre ilişkide tartışmasız biçimde önde olan siyasettir, siyaseten doğru olan ahlaken de iyidir.
Comte-Sponvile, ahlak ve siyaset arasında hiçbir şekilde ilişki olmadığını söyleyenlerin temsilcileri olarak ise kinikleri ve Machiaville'yi sayıyor. Kinikler ve Diogenes, en yüksek değeri erdemde yani ahlakta bulurlar. Onlar için hayatın ideali, ahlaki açıdan iyi olmaya yönelmelidir; bu, siyasette başarılı olmaktan çok daha değerli ve önemlidir. İktidarsız erdem, erdemsiz iktidara tercih edilir. Machiavelli de tıpkı kinikler gibi ahlak ve siyaset arasında bir bağ görmez ama siyaseten başarılı ve etkili olmayı, ahlaken iyi olmaya yeğler. Ona göre “iktidarı kaybetmektense ruhunu kaybetmek, siyaseten daha doğrudur.” Bu aşırı görüşünü, “Bu dünyadan ayrılırken, ardında daha iyi bir dünya bırakmayı, iyi biri olmuş olmaya tercih ederim” diye meşrulaştırır.
Bu tartışmayı aktardım çünkü Batı'da ahlak ve siyaset ilişkisi konusundaki görüşler, kabaca bu minval üzere seyrediyor. Peki, yukarıda gördüğümüz gibi ahlakı her işin başı olarak gören, “Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanınız”, “İslam, güzel ahlaktır” denilen bir dinin müntesipleri, bu konuya nasıl bakmalı?
İnsanın varlık olarak özelliği, yaşamında mutlaka 'öteki'ni ve 'ilişki'yi gerektiriyor. Ahlak ve siyaset, ikisi de son tahlilde, “öteki”ne ne yapacağımız, nasıl davranacağımızla ilgili. 'Öteki' ve 'ilişki'nin olduğu her yerde, tarihsel ve toplumsal olarak değişiklikler gösterse de bir biçimde 'siyaset ve ahlak' var. Devlet de bireysel yaşamdaki ahlak'ın hukuk; siyasetin ise devlet politikası şeklinde, kolektif bir aklın ürünü olarak somutlaşmasından başka bir şey değil. Bireysel varlığımızdaki, psikolojimizdeki ahlak ve siyasetin grup-varlığımızdaki, grup psikolojimizdeki karşılığı devlet ve hukuk…
Siyasi faaliyet, en geniş anlamda, çatışma ve uzlaşmadan ibaret. İnsan, farkında olduğu, diğer insanları ilgilendiren her eylemiyle, en geniş anlamda bir siyasi faaliyetin içerisinde ve eylemlerinin sonuçlarından sorumlu... Siyasette ustalaşmak, “nerede, ne zaman, kiminle, nasıl ve ne kadar çatışıp uzlaşılacağına, farklılıkları ve benzerlikleri uygun bir biçimde hesap ederek karar verebilmek” demektir. Bu siyaset tarifi ahlak ile çok benzer, siyasette ustalaşmak ile ahlakta olgunlaşmak birbirine çok yakın. Farklı olan, yalnızca zihnimizdeki ahlaki ve siyasi yargının niteliği… Siyasi yargıda nispeten bir objektiflik, diplomasi ve hukuki meşruluk arama söz konusuyken, ahlaki yargı, daha iç dünyamızla ve duygularımızla Faruk Beşer Hocanın deyişiyle “kalbimizle” ilgili. Siyaset ve ahlak, bir ve aynı değiller ama benzer ve birbirlerine sıkıca bağlılar. Aralarındaki bağı ise içimizdeki adalet duygusu sağlıyor. Birinde kantarın topuzunu kaçırdığımızda, mizan bozulduğunda yani adil olmadığımızda, içimizdeki adalet terazisinin sismografı hemen onu bir deprem olarak kaydediyor. Adalet terazisini içimize koyan da bizi halk ederek dünya hayatına memur kılan da, Yaratıcımız. Yaratılış amacını anlayan ve ona uygun davranan Müslüman için siyaset ve ahlak, aynı madalyonun iki yüzü gibi… Bir başka Hocamızla noktayı koyalım: “İçselleştirilmiş bir ahlak olmadan siyaset olmaz, siyaset erdem niteliği taşıyamaz!” (Ahmet Davutoğlu)