Son devrin kalem ve kelâm erbâbından iki önemli zat vardır ki, biri İbnülemin Mahmud Kemal İnal, diğeri de Hüseyin Vassaf Efendi’dir. İbnülemin, yayımladığı çok önemli biyografi kitaplarıyla bu sahada tam bir otorite olduğuna isbat ettiği gibi, Vassaf Efendi de mükemmel bir tasavvuf tarihçisi olarak beş ciltlik “Sefine-i Evliyâ”yı kaleme aldı. Bu külliyat okuyanları sadece bilgilendirmekle kalmıyor, onların gönül dünyalarını aynı zamanda irfan meş’aleleriyle de aydınlatıyor. Aynı müellifin, “Gülzâr-ı
Son devrin kalem ve kelâm erbâbından iki önemli zat vardır ki, biri İbnülemin Mahmud Kemal İnal, diğeri de Hüseyin Vassaf Efendi’dir. İbnülemin, yayımladığı çok önemli biyografi kitaplarıyla bu sahada tam bir otorite olduğuna isbat ettiği gibi, Vassaf Efendi de mükemmel bir tasavvuf tarihçisi olarak beş ciltlik “Sefine-i Evliyâ”yı kaleme aldı. Bu külliyat okuyanları sadece bilgilendirmekle kalmıyor, onların gönül dünyalarını aynı zamanda irfan meş’aleleriyle de aydınlatıyor. Aynı müellifin, “Gülzâr-ı Aşk” isimli Mevlid Şerhi ise, hem hacim itibariyle hem de mevcut mevlid şerhlerinin en mükemmeli olması dolayısıyla büyük önem arzetmektedir.
Merhumun daha başka değerli eserleri de bulunuyor. Muhtevası itibariyle bir sıralama yapmak gerekirse tek ciltlik “Gülzâr-ı Aşk”, beş ciltlik “Sefine-i Evliyâ”dan daha mühimdir. Çünkü birincisi Hâtemü’l – Enbiyâ Efendimizin velâdetini konu almaktadır. İkincisi ise, efrâdını câmi, ağyârını mâni tasavvuf ve mutasavvıflar ansiklopedisidir.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal ile Hüseyin Vassaf Efendi birbirlerini çok seven iki önemli dost olarak karşımıza çıkıyor. Hüseyin Vassaf, İbnülemin hakkında “Kemâlü’l -Kemâl” adıyla hacimli bir eser kaleme aldığı gibi, İbnülemin de Hüseyin Vassaf’ın bir eserine âşıkâne ve münşiyâne bir takriz yazdı. Bu eser, Süleyman Çelebi hazretlerinin meşhur “Vesiletü’n – Necât” isimli kitabıdır. Bu takrizde yer alan Na’t-ı Şerif şöyledir:
Ey matla-ı âfitâb-ı hilkat
Zâtınla bilindi sırr-ı vahdet
Zulmette kalırdı yekser eşyâ
Allah seni etmeseydi isrâ
Ma’dûm olacakdı cümle mahlûk
Hâlik seni kılmasaydı ma’şûk
Meçhûl olacakdı ilm -ü ma’lûm
Hak’dan olacakdı cümle mahrûm
Hakkında ne söylesem ehaksın
Allah bilir ki ayn-ı Hak’sın
Yâ Rab, bu senin Muhammed’indir
Mahbûb-ı güzîn ü emcedindir.
Ey menba-ı cûy-bâr-ı rahmet
Sendendir inâyet ü himâyet
Mücrîm ise de Kemâl-i ahkâr
Ümmid-i kemâl-i rahmet eyler
Ol abd-i câhili etme gümrâh
Şâyeste-i rahmet eyle Allah
Matlûbumu eyleme aman red
Senden seni isterim Muhammed!
İbnülemin Bey, bundan başka Kâzım Baykal’ın “Süleyman Çelebi ve Mevlid” isimli kitabı için de bir takriz kaleme aldı. Onu da teberrüken nakledeyim:
“Muhterem Fehâmûddin!
Velâdet-i Nebeviye manzûme-i şerifesiyle, nâzımı Süleyman Çelebi Hazretleri hakkında gayretli arkadaşınız Kâzım Baykal ile beraber yazdığınız risaleyi bana okuduğunuz esnada hissettiğim hazzı size söylemiştim.
Vücûd-u fânisi Bursa’ya ve eser-i bakisi diyâr-ı İslâm’a şeref veren Çelebi merhum ne mes’ud insandır ki, Rûhu’l- Kâinat Efendimizin iltifât-ı seniyelerine mazhar olarak manzume-i mübarekesi, memalik-i İslâmiyye’nin her cihetinde asırlardan beri okunmuştur. Hâlâ okunuyor ve ebediyen okunacaktır.
Asfiyây-ı ümmetten Hüseyin Vassaf merhumun bu manzumeye ve nâzımına dair neşreylediği risaleye yazdığım makalede de söylediğim gibi, beş asırdan beri yetişen şairlerin bir kısmı aynı mevzuda manzumeler tertip ettiler. Bunların ekseri şiiriyetçe belki Süleyman Çelebi’ye fâiktir, fakat hangisinin manzumesi Hazretin manzumesi derecesinde ehl-i imânın rağbetini kazandı?
Risaleniz kadirşinaslığınıza nümûne olduğu için takdire lâyıktır. Söylemeye hacet yoktur ki, kadirşinaslık hakşinaslıktan tevellüd eder. Hakkı izhar edenler, Hakkın rahmetine nail olurlar.
Vatanımızın her köşesinde asırlardan beri yetişen meziyet sahiplerinin birçoğu eserleri gibi meçhûlümüzdür. Vatanını, milletini sevenler her türlü gayreti sarfederek – risaleniz gibi – eserler vücûda getirmeli, geçmişleri gelenlere ve geleceklere tanıtmalıdır. Bu hususta çekilecek zahmetler, ayn-ı rahmettir.
Meşayihin “himmetli”lerinden olduğunu müteaddid eser ile isbat eden merhum babanıza hayrülhalef olmanızı temenni ederim.
Hıyn-i mülâkatta söylediğim veçhile Şeyhü’l İslâm Ebu’l-Hayr Ahmed Efendi, Rumeli Kazaskeri iken mevlid kıraetinin hangi asırda zuhûr ettiği hakkındaki malûmatını yazmasını, bilâhare şeyhülislâm olan efâdıl-ı ulemâdan ve şuâradan Küçük Çelebizâde İsmail Âsım Efendi’den istemiştir. O kıymetli şairin ve müverrihin yazdığı makalede beyan ettiğine göre, Erbil Meliki Said-i Kevkari İb-i Zeynüddin Ali İbn-i Sebüktekin, 630 Hicri senesinde ilk defa akd-i meclis edip mevlid kıraet ettirmiştir. Bu madde, İmâm-ı Celâleddin-i Süyûti’den istifta edildikde, “bid’at-i hasene” olduğunu söylemiştir. İstanbul’da meclis akd edilerek Ayasofya ve Fatih camilerinde okunmuştur.
Sizin ve arkadaşınızın bu eseri vücûda getirmek için vâki olan gayret ve himmetinize âit takdirimi tekrar ile söze hitâm veriyorum. Cenâb-ı Hak, cümlemize hüsn-i hâtime ihsan buyursun.”
İbnülemin Bey, bu takrizinin sonuna şöyle bir not düşmeyi de ihmal etmemiş:
“Mevlid kıraetinin ahkâm-ı dîniyyeye taalluku olmayıp, teberrük ve teyemmünden (uğur saymadan) ibaret bulunduğu halde dinin şerâit ve kavâidindenmiş gibi bir zamandan beri ‘filanın vefatının 40. günü olduğu cihetle’ denilerek mevlid okutturulduğu gazetelerde görülmektedir. Kıraetın 40. gününe hasredilmesinin sebebini ben bilmiyorum, bilen varsa bildirsin de hakikati öğrenelim.”
Yine sözü bu iki zata getirecek olursak, Hüseyin Vassaf Efendi, eserlerinin birçoğunda İbnülemin Bey’den gerek nesren gerek nazmen iktibaslarda bulunmaktadır. Mesela “Sefine-i Evliyâ”da 33, Hüseyin Vassaf Divânı’nda 7, Gülzâr-ı Aşk’da
3 yerde bu büyük kitabiyât bilgininden söz edilmektedir. Keza, İbnülemin Bey’in tasavvuf neşvesine dair en sağlam bilgilere de yine yukarıda adını verdiğimiz “Kemâlü’l-Kemâl”de rastlamak mümkündür. Bu vesileyle belirtmek isterim ki, İbnülemin Bey İstanbul tekkelerinden bazılarının müdâvimi olduğu gibi, dostları arasında da birçok mutasavvıf bulunmaktadır. Mesela Salkım Söğüt Dergâhı’nın son postnişinlerinden İzzi Efendi, onun can dostlarından biridir. Adı geçen dergâha sık sık gittiğini fark eden bir tanıdığı, efendim, İzzi Efendi’ye intisâbınız mı var, diye bir soru yöneltince İbnülemin Bey, intisâbım yoksa da incizâbım var, cevabını veriyor. Unutmayalım, gerçek âlimler ve hakiki şeyhler cezbedici bir özelliğe sahiptirler. Mıknatısın demiri çektiği gibi, onlar da müsait fıtratları celb ederler. İbnülemin fıkralarını yalan yanlış ve tahrif ederek anlatanlar veya hakkında yayın yapanlar – ne hikmetse- onun derûnî dünyasından hiç söz etmezler. Prof. Mustafa Kara Hoca, bu konuya ışık tutan nadir istisnalardan biridir.
Bu yazıyı yine Süleyman Çelebi ile bitirelim. İbnülemin’in takriz yazdığı “Vesiletü’n-Necât”ta, Hüseyin Vassaf şöyle diyor:
Süleyman Çelebi’nin kendine mahsus kalbi bir zevki, üslûbu, düşünmeden; doğuşla gelen bir söyleyiş özelliği vardır.
O, cidden Resûlullah’ın âşığıdır. Fazilet ve marifetiyle meşhurdur. Eserinde o kadar sırlar ve hakikatler, o kadar nükteler ve incelikler vardır ki, insan dikkatle bakınca, o Hz. Peygamber’in sâdık âşığının irfânına meftûn, tasvirinin genişliğine ve hayâlindeki büyüklüğün kudretine hayrân olur.
“Vesiletü’n-Necât”, kurtuluşa vesiledir.