Yetmişli yılların başında yüksek tahsil için İstanbul’a gelince ben de bazı ilim ve kültür mahfilleriyle tanıştım. Türk Edebiyatı Vakfı, Aydınlar Ocağı, Kubbealtı Akademisi, Milli Türk Talebe birliği, Marmara Kıraathanesi bunlardan bazılarıydı. İlmen, fikren, edeben beslendiğim ve kendime güzel bir çevre edindiğim tarihi mekânlardan biri de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi idi. İçinde Fetih Cemiyeti’nin, İstanbul Enstitüsü’nün, Yahya Kemal Müzesi’nin yer aldığı bu külliye, Merzifonlu Kara
Yetmişli yılların başında yüksek tahsil için İstanbul’a gelince ben de bazı ilim ve kültür mahfilleriyle tanıştım. Türk Edebiyatı Vakfı, Aydınlar Ocağı, Kubbealtı Akademisi, Milli Türk Talebe birliği, Marmara Kıraathanesi bunlardan bazılarıydı. İlmen, fikren, edeben beslendiğim ve kendime güzel bir çevre edindiğim tarihi mekânlardan biri de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi idi.
İçinde Fetih Cemiyeti’nin, İstanbul Enstitüsü’nün, Yahya Kemal Müzesi’nin yer aldığı bu külliye, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 1694 yılında Hadis Medresesi olarak tesis edildi. On odası ve revaklı bir dershanesi bulunuyor. Yine buradaki Sıbyan mektebi de daha sonra Yahya Kemal Müzesi haline getirildi. Esefle ifade edeyim ki orada böyle bir müze olduğunu çok kimse bilmez. Önünden gelip geçenlerin bir kısmı da bu tarihi yapının cami olduğunu zanneder. Ne diyelim. “Ol mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler.” Ne dersiniz, buna ben de bir nazire yapayım mı? “Ol cahiller ki, İstanbul içredirler, İstanbul’u bilmezler!”
O yıllarda, bu tarihi medresede haftada iki gün yapılan sohbetlere çok devam ettim. Ekrem Hakkı Ayverdi, Faruk Kadri Timurtaş, Muharrem Ergin, Necmeddin Hacıeminoğlu, Cemil Meriç gibi önemli isimlerin yanı sıra daha birçok değerli ismin sohbetlerini dinledim. Bu sohbetleri takip etmek benim için âdeta bir tiryakilik haline gelmişti. Merhum Ekrem Hakkı Ayverdi’nin sohbet saatinin geldiğini ilan etmek üzere “Buyurun, haziruuun!” deyişi bugün bile gözümün önünden gitmiyor.
Bu kadar övgüden sonra kuracağımız şu tenkit cümlesi müsamaha ile karşılansın. Vâesefa, bugün ne o heyecan var, ne de seri halde devam eden sohbetler söz konusu. Ekrem Hakkı Ayverdi’ye, Samiha Ayverdi’ye, Nihat Sami Banarlı’ya rahmet niyazıyla…
Burada gerçekleştirilen kültür hizmetlerinin en önemlilerinden biri de kitap neşriyatıdır. Büyük edebiyat tarihçimiz Nihat Sami Bey’in himmetiyle Yahya Kemal’in hemen hemen bütün yazıları kisve-i tab’a bürünüp kitap haline getirildiği gibi, Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un fethiyle ilgili de bir hayli yayın yapıldı. Özellikle fethin 500. yıldönümü olan 1953 yılından itibaren neşredilmeye başlanılan eserler gerek muhteva itibariyle gerekse baskı tekniğinin güzelliği bakımından büyük önem arz etmektedir.
İşte Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın “bina-gerdesi” olan bu tarihi mekân böyle önemli kültürel hizmetlere yıllar boyu ev sahipliği yaptı. Bugün de -yeterli olmasa bile- aynı hizmetler devam etmektedir. Unutmayalım, aynı paşamızın memleketi olan hem Merzifon’da hem de İstanbul’da daha başka hayır eserleri de bulunuyor. Sirkeci’deki Vezir Camii de bunlardan biridir. İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda Anadolu Sazevi olarak kullanılıyordu ki bu bir rezaletti. Tekrar nasıl camiye çevrildiği başka bir yazının konusudur. Şu kadarını belirtmek gerekirse, yeniden asli kimliğine bürünen bu cami, kıymetli mimarımız Aydın Yüksel Bey’in sanatının bütün maharetini kullanarak ihya ettiği güzel bir Osmanlı mabedidir. Zarafetiyle Sirkeci’yi süslemektedir.
Ne dersiniz, biraz da bütün bu eserlerim banisi olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dan ve dramatik sahnelerle dolu hayat hikâyesinden bahsedelim mi?
Evvela belirtmek isterim ki, benim bu ünlü Osmanlı paşasına duyduğum ilgiye İmam-Hatip Lisesi’ndeki tarih hocamız vesile oldu. Cemal Bey hocamız Viyana yenilgisini ve paşanın hazin akıbetini anlatırken büyük bir üzüntü duyar, bu teessür yüz çizgilerinden belli olurdu.
1634-1683 yılları arasında yaşayan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bu şehirde dünyaya geldi. Dördüncü Mehmed’in, diğer namıyla Avcı Mehmed’in sadrazamlık görevinde bulundu. Sipahi âyânından Oruç Bey’in oğlu olan paşa Viyana’yı ikinci defa kuşattı. Babası Köprülü Mehmet Paşa’nın dostu olduğu için Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, onun dairesinde yetişti, ona damat oldu ve Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa ile de arkadaşlık etti. Silahtarlık, telhisçilik, ikinci mirâhurluk gibi hizmetlerde bulundu. 1659’da mirmiranlıkla Silistre’ye gönderildi. Bir yıl sonra vezirlikle Diyarbakır valisi oldu. 1661’de kaptan-ı deryalığa yükseldi. Daha sonra sadaret kaymakamı oldu. Fazıl Ahmet Paşa’nın ölümü üzerine 1676’da sadrazamlığa geçirildi. Zeki, cesur ve vatansever bir kimseydi. Fakat kendisine fazla güveniyor, kimsenin fikrine önem vermiyordu. Büyük bir servet ve debdebe içinde yaşıyordu. Sarayında iki binden fazla halayığı, bine yakın ağası, uşağı ve hademesi vardı.
Sadrazam olduğunda 34 yaşındaydı. Bu pervasız mizacı göz önüne getirilince, Viyana kuşatmasında acele edişinin sebebi anlaşılır. İlk savaşını Ruslara karşı yaptı. 1681’de Ukrayna’daki Cehrin kalesini aldı. Ertesi yıl Sultan Dördüncü Mehmed, Avusturya’ya harp ilan etti. Edirne’den Belgrad’a gelip orada ordu sancağını sadrazama verdi. Kendisi tekrar Edirne’ye döndü. Kara Mustafa Paşa Viyana’yı, derhal kuşatıp almak ve Kanuni’nin başaramadığı bir işte muvaffak olarak tarihe geçmek istiyordu. Çadırda kurulan bir müzakere meclisinde Budin Valisi İhtiyar İbrahim Paşa, önce Viyana’nın gerisinde kalan kaleleri almak, sonra Viyana üzerine yürümek fikrini ileri sürmüştü. Paşa bunu dinlemedi ve 200 bin kişilik ordusuyla Viyana’yı kuşattı. Eflak ve Boğdan voyvodaları, Kırım Han’ı Murat Bey, Erdel Bey’i kuşatmada Osmanlı ordusuyla beraberdi. Macar Kralı Tökeli İmre de zaten bir Osmanlı valisi hükmündeydi. Leh Kralı Jan Sobyeski Tatar süvarilerinin tutamadıkları Tuna köprüsünden geçerek büyük bir bozguna sebep oldu. Merzifonlu, bu bozguna İhtiyar İbrahim Paşa’nın sebep olduğunu ileri sürerek boynunu vurdurdu. Fakat kendi başı da padişahın emriyle Belgrad’da kesildi, Edirne’ye getirilerek gömüldü. Viyana Müzesi’nde Kara Mustafa’nın başı diye teşhir edilen bir kafa varsa da bu doğru olmasa gerektir.