Açlık tehlikesi!

04:005/03/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Ayşe Böhürler

Ege Adalarından Pire Limanına ulaşan sığınmacılar, sınırlardaki yığılmayı durdurmak için orada bekletiliyor. İki yüz bin kişiden söz ediliyor.



Yunanistan-Makedonya sınırı kontrollü olarak açılıyor ve günde yaklaşık 10 kişinin Makedonya'ya geçip oradan Avrupa'ya devam etmesine izin veriliyor.



Afganlı, Iraklı mülteciler hiçbir şekilde Avrupa'ya alınmıyor. Suriyeliler de seçilerek Avrupa vizesi alıyor; 6 aydan fazla Türkiye'de kaldığı tespit edilenler alınmazken bazen de 'yanlış mühür' sebep gösterilerek Türkiye'ye geri gönderiliyorlar.



Sınırların tel örgülerinin arasında yaşanan insanlık dramlarına, akla gelmedik ticaret ve menfaat biçimleri de ekleniyor. Üzerinde her dilde “açız” tabelası asılı çadırların sayısı giderek artıyor. Tren seferlerinin durdurulması nedeniyle sınırdan geçebilmeyi başaran az sayıda sığınmacı ancak otobanlardan yürüyerek Avrupa'ya ulaşmaya çalışıyor.



AB kararları çerçevesinde alınan önlemler, yardım derneklerinin sınırın öbür tarafına geçmesine mani oluyor. Bu da açlık tehlikesini artırdığı gibi onları UHNCR'ın kurumsal merhametine ve küçük bir tavuk parçasını 1 euroya satan uyanık ticaret erbabının eline terk ediyor. Avrupa'nın, mültecileri sınırlarda durdurma kararı onları açlığa itiyor. En kısa zamanda çözüm mekanizmaları oluşturulmazsa kadın-çocuk-uyuşturucu ve hiç akla gelmeyecek istismar alanlarının kurbanları olacaklar.



Kelimelere dökülünce etkisizleşen bu izlenimleri Yunanistan sınırındaki çekim ekibimizden yönetmenimiz Enes Hakan Tokyay aktardı ve izletti. Uzun süredir mültecileri çekiyor. Dün tanık olduklarıyla açlık ve sefalet boyutlarının şimdiye kadar gördüklerinin en vahimi olduğunu söylüyor. Avrupa konfor ve sistemine odaklanırken bu bölgeleri alacakaranlık sarıyor.


Bu meselenin sınır aşıldıktan sonraki boyutunda ise durum farklılaşıyor.



Avrupa kapısındaki dikenli telleri, askerleri, tomaları, zırhlı araçları zorlayan sığınmacılar arasında eğitimli insanlar, mühendisler, doktorlar var. Türkiye'ye şükran duyuyorlar ama onlara gelecek umudu vermediğini söylüyorlar. Doğrusu geçenlerde çocuk onkolojisi üzerine uzmanlığını Fransa'da almış çok iyi eğitimli bir Suriyeli doktor için girişimlerde bulunduğumda da bunu gördüm. Türkiye'deki sığınmacı sayılarının yüksekliği onlara imkan tanıyan koşulların oluşmasını zorlaştırıyor. Bu da onların Avrupa'yı umut olarak görmelerine neden oluyor. Avrupa'nın eğitimli sığınmacılara öncelik tanıması, oradaki mevcut göçmen entegrasyonunun sistemli yapısı onları en kısa sürede topluma dahil edebiliyor. Tepkiler, saldırılar giderek artsa da (başörtüsüne ilişkin Alman Eltern dergisinin kapağına tepki gibi…) özel sektör bu uyumu teşvik ediyor.



Geçen aylarda Almanya'da Daimler Chrysler'in Suriyeli mühendislere ayda 2000 Euro ile kapı açacağını ilan etmesi gibi…



Danimarka'da kat temizleyicisi olarak başladığı hastanede doktor olduğu anlaşılan bir Suriyeli mültecinin hastane yönetiminin girişimiyle doktorluk yapabilme hakkını alma hikayesi de özel sektör- devlet işbirliğinin önemini vurguluyor.



KORUNMASI GEREKEN KADIN MI ?


Batı medyası yine bir okulda kurtarılıp hayata döndürülen Afganlı genç kız Malala'nın resimlerinin olduğu afişlerle İslam dünyasına seslenmeye başladı. Sloganik sözlerin bir önemi yok, fotoğraf algı olarak kadın sorunlarını İslam'a kilitleyip çıkıyor. Çıkan haberler de bu algıya hizmet ediyor. Yok edilecek düşmanın özeliklerini bilinçaltına zerk ediyor.



Biz ise hala kısırdöngü tartışmalar yapıp duruyoruz: “Kadın meselesine nereden baksak da mesele etmesek ya da mesele olmaktan çıkarsak”



”Kutlanmaması” gereken bir günü kutlama mesajları, ”Bence kadınlar çok da ezilmiş değil, mesela bizim hanım...” diye başlayan şuursuz erkek yorumları, işin somut halkasında donup kalan kadın hakları savunucuları, karşı grubu dövmek için kadın sorunlarını Batı taktiğine vesile eden ezberciler. Ama “dinimizde kadın hakları var...” diye başlayıp meseleyi bugüne getiremeyen bizimkiler.



Bence artık feminizmi, akımlarını, bunların karşıtlarını, “aile mi- kadın mı” tercihlerini bir tarafa bırakıp geleceğin önümüze koyacağı meselelere bakmak gerekiyor. Malum üçüncü bin yıla gidiyoruz. Tüm bu tartışmalar geçen yüzyılda kaldı. Şimdi “insan” tartışılıyor. Bilim, insana yeniden şekil vermeye çalışırken en başta dinlerin insana bakışı, kadın-erkek algısı ters-yüz ediliyor.



'Erkeklik' ,'kadınlık', 'aile', 'ebeveyn olmadan çocuk üretimi', 'anne karnındaki çocuğa genetik müdahale', 'yönetilebilir-yenilenebilir bedenler', 'androidler', 'cyborglar' gibi pek çok alanda varoluş mücadelesi bizi bekliyor.



Makine-leşecek miyiz yoksa insan mı kalacağız?



Bireysel sapmalara imkan veren insan aklı, duygusu ve ruhuyla bir yeniden yapım sürecine giriyor. Böyle bir geleceğe doğru giderken kadın meseleleri de değişiyor, değişmek zorunda. Biz bu çağın Müslümanları olarak batının ha bire gözümüze soktuğu meselelerini konuşmayı aşıp temel noktaya “insan”lığın geleceğine dair şimdiden işaretleri olan sorunları düşünmeye başlamalıyız.


#Açlık tehlikesi
#Iraklı mülteciler
#sığınmacılar
#Malala
#Avrupa vizesi