Perşembe akşamı NTV'de yayınlanan 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül'ün konuk ve benim de soru soran gazeteciler arasında yer aldığım programa dair notlarımı ve izlenimlerimi kısaca paylaşmak isterim. Burada Sayın Gül'ün sorulara verdiği cevaplardan ziyade söylemediklerinden de yola çıkarak yorumlarımı da aktaracağım.
Abdullah Gül Vakfı'nın yer aldığı Ayazağa'daki tarihi binada (Abdülmecid'in av köşkü olarak yapılmış olan bina, vakıf tarafından şahıslardan kiralanmış, tahsis değil) yapılan yayın Sayın Gül'ün bundan sonra uğraşmak istediği işlere ilişkin ipuçları verdi.
Yayından notlarım şöyle;
Gördüğüm kadarıyla; her yerde söylendiği gibi aktif siyasetin güncel bir aktörü olmaktan ziyade kendisini daha farklı bir yerde konumlandırmak istiyor. Siyasetin kısır çekişmelerinin içine girmek istemiyor. Türkiye'nin sorunlarını çözmeye yönelik daha kapsayıcı sivil veya siyasi girişimlerin içinde yer almak, bulunduğu konum itibarıyla ona daha uygun geliyor. Cumhurbaşkanlığı yapmış birisi olarak siyasetin insanı hızlı bir tüketim malzemesi haline getiren dilini kullanmaktan kaçınıyor.
Açık açık söylemedi ancak satır aralarında “mevcut koşullarda” Ak Parti'ye içinden veya dışından bir alternatif oluşturacak bir siyasi girişimde bulunmayacağının altını çizdi.
Terörle mücadele ederken; Kürt halkının onurunu ve gururunu rencide eden her türlü söylemden mutlaka kaçınılması gerektiği uyarısını yaptı. Kürtlerin Türkiye'ye olan aidiyetlerinin zayıflatılmaması vurgusunu sıkça dile getirdi. Terörü bölgesel bir mesele olarak görmek gerektiğini söyledi. “Devletin silahı teröristin silahından daha güçlüdür ve onu illa ki yener” derken halkla bağın özellikle bu süreçte çok daha fazla güçlendirilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Dil ve üslup hassasiyetine dikkat çekti.
Ortadoğu'da bozulan ilişkileri değerlendirirken “Irak-Suriye vakumu ve bölgedeki vesayet savaşları” üst başlığında konuyu değerlendirdi. İslam ülkelerinin iç işlerine karışmamalıyız derken onlara yönelik 'soft power', 'ilham verici' ve daha 'gerçekçi' bir dış politikaya dönmemiz gerektiğini de tekrarladı. Türkiye'nin geçmişinde bunu başardığını da belirtti. Bu çerçevede Ak Parti'nin ilk on yılını “büyük ve ilham verici” bir başarı olarak değerlendirdi. “Parlak ve başarılı bir Müslüman ülkeydik” tanımını kullandı.
İç meselelerde enerjinin tüketildiğini söylerken iç kavgalarda harcanan enerjinin ve gerginliğin “maliyetinin” oluşturduğu kayıplardan söz etti. Türkiye'nin enerjisini içten içe yakmaması gerektiğini özelikle vurguladı.
Kişi, kurum ya da grup ismi zikretmekten kaçındı. Kapsayıcı ve onarıcı bir dil kullandı.
Alınganlıklarını söylemekten kaçınmadı. Kurucusu olduğu Parti'nin başarısını Türkiye'nin başarısı olarak gören ve onu destekleyen bir devlet adamı kimliğiyle
konuştu. Hem çok şey söyledi hem de 'kopuş' bekleyenlere malzeme olacak hiç bir şey söylemedi.
Abdullah Gül NTV programıyla bence safları ayrıştırmadı, sözleri ve uyarılarıyla sıklaştırdı.
Meral Akşener benim için Türk siyasi hayatının önemli kadın siyasetçilerindendir. Farklı siyasi görüşlerde ve yollarda olsak da zaman zaman fikren çatışsak da insani yönü, mert karakteri ile her zaman büyük saygı ve sevgi beslemişimdir. Samimiyeti, bilgisi, sohbeti, siyaset yönetimi ve dili, giyim kuşamı ve karakteriyle gelmiş geçmiş Türk kadın siyasetçilerin içinde özel ve saygın bir yeri olduğunu düşünürüm. Sadece ben değil birçok insanın da aynı kanaati paylaştığını biliyorum. Boş hamasi lafların arkasına sığınan siyasetçilerden değildir, fikrini açık açık söylemesiyle bilinir. Bu dönemde partisinden aday gösterilmemesine üzüldüm. Ancak erkek egemenliğindeki siyasetin kadınları tırpanlama mekanizmalarını yakından bildiğim için az çok sebeplerini tahmin edebiliyorum. Meral Akşener gibi tecrübeli bir kadın siyasetçinin Meclis'te olmaması kadınların siyasetteki temsili noktasında bir kayıptır, noksanlıktır. Ancak Meclis'te olmasa da Türk siyasetinin önemli ve etkili kadın siyasetçileri arasındaki yerini hep koruyacaktır. . .
Bu yazıyı yazarken Ak Parti aday listeleri açıklandı. İyi çalışılmış bir liste olarak değerlendiriyorum. Tecrübeli siyasetçileri kritik bölgelerde görmekten mutlu oldum. Kürt oylarının yoğun olduğu İstanbul 3. Bölgede Mehdi Eker, Urfa'da Faruk Çelik, Ankara'da Ali Babacan gibi... Özellikle de başörtülü oldukları için -parti yönetiminde görev alsalar da- milletvekili olamayan iki kurucu arkadaşım avukat Serap Yaşar ve Dr. Sema Ramazanoğlu'nun üst sıralardan aday gösterilmesine çok sevindim. Tüm adaylara başarılar dilerim.