1 Kasım seçimlerine günler kala, partiler seçim kampanyalarındaki son çabaları sarf ediyor. Pazar günü saatler gece yarısını gösterdiğinde ülke yeni bir siyasî safhaya girecek. Bu dönemin özelliklerinin neler olacağını ve ne gibi sonuçlara yol açacağını göreceğiz, takip edeceğiz.
Bu seçimler için partiler tarafından yürütülen seçim kampanyaları daha önceki seçimlerde görülmeyen veya aynı ölçüde belirginleşmeyen özellikler sergiledi. Bence, bunların bir kısmı iyi, diğer bir kısmı kötü şeyler.
İyi şeylerin en başında kampanyaların önceki seçimlerde görüldüğü kadar yoğun olmaması geliyor. Her cadde ve sokak parti flamalarıyla/bayraklarıyla donatılmadı, parti araçları gürültü kirliliği yaratacak şekilde ortalıkta dolaşmadı. Partiler gazete reklamlarına ve televizyon ilanlarına yöneldi. Sosyal medya da yoğun şekilde kullanıldı. Böylece hem kirlilik önlendi, hem de epeyce tasarruf sağlandı. Bu durumun ortaya çıkmasında AK Parti tarafından yapılan çağrının diğer partiler tarafından müspet karşılanması ve parti flamalarını/bayraklarını asmada lüzumsuz bir yarışa girilmemesi etkili oldu. Gerçekten, bayrak/ flama asma ve gürültülü propaganda yapma miktarının oy artışına etkisiyle ilgili bir araştırma var mı bilmemekle beraber, tahminim, bunun parti aktivistlerini ve kampanya görevlilerini mutlu etmekle beraber seçmen kanaatine ciddî, dikkate almaya değer bir etkide bulunmadığı. İyi ki durum bu. Böyle olmasaydı, partiler çılgınca bayrak/flama asarak, insanı canından bezdirecek gürültülü sokak propagandası yaparak seçimleri kazanmaya çalışabilirdi.
Kampanyaların öncekilere nispetle sönük geçmesinde yaşanan acı terör olaylarının da tesiri var. Cenazeler peş peşe gömülürken şenlik havasında seçim kampanyası yürütmek pek hoş olmazdı. Partiler bu konuda gerekli hassasiyeti gösterdi. Bir diğer nokta, sanırım, seçmen yorgunluğu. Daha Haziran başında çok yoğun yaşanan bir seçim sürecinden çıktık. Önceki yıl da iki önemli seçim yaşamıştık. Seçmenler artık sandıktan biraz uzak kalmak istiyor gibi. Parti kampanyaları bu yüzden de fazla ilgi görmemiş olabilir.
Keza, 1 Kasım seçim kampanyasında liderlerin üslubu da öncekine göre daha sakin ve nispeten yumuşaktı. Nezaket kuralları yanında seçimler sonrasında koalisyon kurulması ihtimâlinin masada olması da bunu gerektirdi. Cumhurbaşkanı'nın meydanlara çıkmaması, daha ziyade kapalı salon toplantılarıyla yetinmesi de tansiyonun 7 Haziran seçimlerinde olduğu kadar yükselmemesine yardımcı oldu.
Seçim kampanyalarındaki en kötü yan, bence, partilerin seçim vaatlerinin üretimden çok yeniden dağıtıma yaptığı abartılı vurgulamaydı. 7 Haziran'da CHP, MHP ve hatta HDP çok cömert vaatlerde bulunmuştu. Bu sefer AK Parti de kafileye katıldı. Asgarî ücretin artırılmasından mazot fiyatlarına, öğrencilere geri ödemesiz burstan çocuk yardımlarına kadar bir sürü vaat dile getirildi. AK Parti tek başına iktidar şansına sahip yegâne parti olarak vaatlerinde diğerlerine nispetle daha ihtiyatlıydı ama bu onu meydanı işgal eden yeniden dağıtımcı vaatlerden tümüyle uzak tutmaya yetmedi.
Ölçüsüz ve temelsiz vaatler modern demokrasilerin önemli ve tahripkâr bir problemi. Bu tür vaatler, geniş kitleler nezdinde, kaynakların sınırsız olduğu ve seçmen kitleleri açısından tüm meselenin siyasî otoriteyi lehlerine yeniden dağıtım yapmaya ikna etmek olduğu yolunda kanaatler uyandırıyor. Oysa, üretim yeniden dağıtımdan önce gelir ve her tür yeniden dağıtım yeterli zenginliğin üretilmesine bağlıdır. Yeniden dağıtım ile üretimin caydırılması arasında Çin Seddi yoktur. Bu yaklaşım, üretim tabanının darbe almasına ve demokratik yarışın kamu kaynaklarıyla oy satın almaya dönüşmesine sebep olabilir. Böylece ekonomi kötüye giderken demokrasi de yozlaşır. Hazır bir çözüm önerim yok ama gelecek yıllarda bu problem üzerinde daha çok düşünmek zorundayız.