Kur'an'da mü'minlerin vasıflarını bir yazıya sığdırmak zor olduğu için sadece Mü'minûn suresinde yer alanları ele alarak ve kısaca açıklayarak konuyu anlatmaya çalışalım. Bu surenin ilk 11 ayetinde tabiri caizse sanki bir doktorun reçete yazarken en önemli ilaçları etki durumuna göre yazdığı gibi Cenabı Hakk da mü'minlerin öncelikli olarak sahip olmaları gereken niteliklerini sıralamaktadır. Kurtuluşu hedefleyen mü'minlerin bu vasıflara sahip olmak için yapmaları gereken inanç, ibadet ve ahlâkî sorumlulukları nelerdir, tüm insanlığa bunları ilan etmektedir.
Sure “mü'minler hakîkaten kurtuluşa ermişlerdir” ayetiyle başlamaktadır. Yani kurtuluşa erebilmenin olmazsa olmaz şartının “iman” olduğu vurucu bir üslupla ifade edilmektedir. İnanmış ve inandığı gibi yaşayıp ahirete irtihal etmiş kimselerin gerçekten kurtulmuş oldukları anlaşılacağı gibi, şu an hayatta olup da inanan ve inandığı gibi yaşamaya çalışan kimselerin de kurtulacakları müjdelenmektedir. İmandan sonra mü'minlerin ibadet olarak yapacakları ilk amelin “namaz” olduğu belirtilmektedir. Fakat burada farklı bir üslûp tercih edilmektedir. Başka ayetlerde “ellezine yukîmûnessalâte (onlar namazı kılarlar) şeklinde geçmesine rağmen burada “ellezinehüm fî salâtihim hâşiûn (onlar ki, namazlarında huşû içerisindedirler) (ayet, 2) denilmektedir. Yani “her kılınan namaz insanı kurtuluşa ulaştırmayabilir, namazı huşû içerisinde kılmak gerekir” diye anlamak lazım bu ayeti. Nasıl kılınır huşû içerisinde namaz? Cevabını Cibrîl hadisi ile verelim: Bu hadiste Cebrâîl as'ın Peygamberimiz'e sorduğu sorulardan birisi de “ihsan nedir?” olmuştur. Peygamberimiz buna “Allah'a, O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni muhakkak ki görüyor” diye cevap vermiştir (Müslim, İman, 1). Yani her an Allah'ın bizi gördüğü hakikatini zihnimizde, kalbimizde canlı tutarak âdeta namaza kilitlenmek, “dünya ve içindeki her şeyi elimizin tersiyle arkaya atarcasına tekbir alarak ve son namazımızı kılıyormuşcasına, bir sonraki vakte ömrümüzün yetişmeyebileceği duygu yoğunluğu içerisinde namaza durmak”. Huşû içerisinde namazla ilgili daha pek çok şey söylenebilir, şimdilik bununla yetinelim.
Bundan sonra kurtuluş vesilesi olarak “onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler” (ayet, 3) ayeti gelmektedir. Konu o kadar önemli ki, başka bir ayette kurtulan ve cenneti hak eden müttakîler için “orada ne bir boş söz işitirler, ne de bir yalan” (Nebe, 35) denilerek, dünyada da aynı şekilde boş sözlerden ve faydasız işlerden uzak yaşamamız gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Boş sözün ve faydasız işlerin kurtuluşun önündeki en büyük engellerden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bunlar şeytanın en çok sevdiği fiillerdendir. Hemen bu kişilerin yanına yaklaşır ve vesvesesini yapmaya başlar, insanı yoldan çıkarır vs. Bunun için mü'minlerin “Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya da sussun” (Buhari, Kitabü'l-Edeb, 10, 373) hadisini zihninlerde her an canlı tutmaları ve buna göre yaşamaları gerekir.
Bir diğer vesiletü'n-necât yani kurtuluş vesilesi, “onlar ki, zekat (verebilmek) için çalışırlar” (ayet, 4) diye ifade edilmektedir. 8 Temmuz günü “zekat” başlıklı yazımızda özellikle bu ayeti merkeze alarak konuyu anlatmaya çalışmıştık. Yani “zekat o kadar önemli bir ibadet ki, kurtuluşu hedefleyen mü'min eğer zekatla mükellef ise onu ödemeyi hiçbir zaman aklından çıkarmadan, zihninde sürekli canlı tutarak, zekatın fakir-zengin arasındaki dengesizliğin vs. giderilmesi, bu yüzden ortaya çıkan pek çok hastalığı tedavinin en büyük ilacı olduğunun farkında yaşaması ve bu amaçla çalışması gerekir” demektir.
Surede kurtuluşu hak eden ya da hak edecek olan mü'minlerin vasıfları sayılırken ırzlarını korumaları yani nikahlı eşinin dışında bir ilişkiden (ki bunun fıkıh literatüründeki adı zinadır, zina ise en büyük, en çirkin günahlardan birisidir) uzak, tertemiz yaşaması gerektiği emredilmektedir (ayet, 6-7). İnsanlarda ahlak derecesini sıfırın altına düşüren, dünyanın dengesini bozup altını üstüne getiren en korkunç, en lanet, en aşağılık davranışlardan birisidir nikahsız birlikteliği normalleştirmeye çalışmak. Zira bu nikahsız ilişkiler herhangi bir dine inananlar arasında dinen yasaklanmış, herhangi bir dine göre hareket etmeyen sistemlerde bile âdeten yasak sayılan davranışlardan birisidir. Çünkü hangisi olursa olsun burada söz konusu olan neslin, ailenin korunması vs. toplumların âlî menfaatleridir.
Bir diğer madde kurtuluşu hak eden mü'minlerin emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet etmeleri, namazlarını kılmaya devam etmeleri hususlarıdır (ayet, 8-9). Dikkat edilirse, bunların vasıfları huşû içerisinde bir namaz hatırlatmasıyla başladı ve “namazlarını kılmaya devam ederler” ayetiyle tamamlandı. Sonunda ise bütün bunları yerine getirenler ya da getirecek olanlar “işte bunlar varis olanların tâ kendileridir. Onlar firdevse varis olurlar. Onlar orada ebedi kalacaklardır” (Mü'minûn, 10-11) denilerek firdevs cennetleriyle müjdelenmişlerdir.
Esasında kurtuluş vesilesi olarak sayılan ve ferdi ve toplumu ayakta tutan en önemli ilkeleri, düsturları içinde taşıyan bu emirlerin her biri ile ilgili bir makale yazmak lazım, bugün bu kadarla özetlemiş olalım, ileriki günlerde müstakil yazılar yazarız inşaallah.