İstanbul semalarında yükselen ihtiras

00:0022/09/2011, الخميس
G: 4/09/2019, الأربعاء
Akif Emre

İlk gençlik yıllarımda okuduğum bir metinde bağlamını kavramakta zorlansam da bendeki İstanbul tasavvurunun şekillenmesinde ne kadar belirleyici olduğunu daha sonra fark edecektim. Hendek Savaşı sırasında Hz. Peygamber''in o kayayı parçalarken darbenin tesiri ile çakan kıvılcımların havada çizdiği şekil… Bir kubbeye benzetilen o kıvılcımlar aslında Ayasofya''nın kubbesini işaret ediyordu. Bu kubbe metaforu üzerinden İstanbul''un silueti bir genç olarak zihnime kazınırken bu şehrin aynı zamanda bir

İlk gençlik yıllarımda okuduğum bir metinde bağlamını kavramakta zorlansam da bendeki İstanbul tasavvurunun şekillenmesinde ne kadar belirleyici olduğunu daha sonra fark edecektim. Hendek Savaşı sırasında Hz. Peygamber''in o kayayı parçalarken darbenin tesiri ile çakan kıvılcımların havada çizdiği şekil… Bir kubbeye benzetilen o kıvılcımlar aslında Ayasofya''nın kubbesini işaret ediyordu. Bu kubbe metaforu üzerinden İstanbul''un silueti bir genç olarak zihnime kazınırken bu şehrin aynı zamanda bir kutsallık kazandığını da belirtmeye gerek yok. Hendek Savaşı''nın o kuşatılmışlık günlerinde Medine''nin semalarında beliren Ayasofya kubbesinin simgelediği İstanbul…

Medine''yi kuran nebevi iradenin çizdiği ufuk çizgisinde İstanbul beliriyordu. Bunun bir metafor mu yoksa gerçek bir olay mı olduğu sorusu bir yana tarihsel olarak İslam Aleminin İstanbul algısının benzer bir kutsiyete sahip olduğunu tespit etmekte bir beis yok sanırım.

Hendek''te kuşatılan Müslümanlar ''medine''nin/medeniyetin temelini atarken ufukta İstanbul yükseliyordu. İstanbul siluetinde yükselen gökdelenleri görünce ilk gençlik yıllarımda zihnime ve gönül dünyama nakşettiğim kubbeleriyle o “medine” algısının yerle bir edildiğini hissetmedim değil… Medine''de Müslümanlar kuşatılmışlık içinde hendek kazarken; “Ortadoğu''nun yükselen yıldızı” avuntusunun getirdiği zafer duygusu ve varlık içinde parçalanan İstanbul tahayyülü…

Her geçen gün bir parçası katledilen İstanbul''un halini gördükçe, “fethi Müslümanlar için bu kadar önemli olan şehir bu hale mi gelecekti” diye içimden geçirdiğim çok olmuştur.

Söz konusu olan, sadece bir peyzaj sorunu değil elbette. Bu görüntünün ortaya çıkmasına neden olan; bundan rahatsız olmayan, estetik anlayışından yoksun, medeniyet-şehir ilişkisi gibi köklü meselelerden habersiz, aç gözlü sermayenin her türlü değeri metalaştırdığı bir idrak yoksunluğudur.

Kaba bir modernlik tutkusundan öteye geçemeyen şehir anlayışına kurban edilen şehirlerimizi tahrip edenler bir zamanlar bunu çağdaşlaşma adına yapıyordu. Şimdi ise küresel ekonomiye teslim edilen sermayenin elinde muazzam ranta dönüşen şehirlerin yöneticileri, her türlü derinlikten yoksun müteahhitten farklı yaklaşmıyor. Üstelik muhafazakarlık adına şehirlerimizin ruhu boşaltılarak tam bir rantiye alanına dönüştürülüyor. Şehri şantiyeden ibaret gören bir zihniyetin şekillendirdiği siyaset anlayışına kurban edilmekte geleceğimiz…

Tarihî yarımadadaki en büyük tarih katliamının yine muhafazakar bir iktidar döneminde başlaması tesadüf olabilir mi? Demokrat Parti döneminde başlatılan şehircilik anlayışıyla Mimar Sinan''ın eserleri de dahil olmak üzere tarihi eserler yerle bir edilirken insanlığın yüz akı bir şehir neredeyse yok edildi…

Gelinen noktada bir yanda müteahhit mantığına teslim dilen şehirleşme politikaları, diğer tarafta her türlü estetik, fikir, tarih ve medeniyet kaygısından uzak dizginlenemeyen rant hırsı arasında kalan şehirlerimiz…

Medeniyet kavramının bu kadar yaygın kullanıldığı ama içeriğinin bu denli boşaltıldığı, medeniyet değerlerimizin bu kadar pervasızca katledildiği dönem zor bulunur. Siyasal, toplumsal, kültürel anlamda kendi kavram ve değerlerinden uzaklaşan ama her platformda her fırsatta da medeniyet kelimesini sıkıştırmaktan da kaçınmayan bir tür iki yüzlülük sergiliyoruz.

Sermaye ile muhafazakarların kurduğu ilişki biçimi kendi kurallarını belirleyerek siyaseti de, kültürü de, şehirciliği de şekillendirmektedir.

Dünya ile entegre olma adına; küresel sermayenin kurallarına uygun ve taleplerini karşılayacak şekilde şehir planlamacılığına, hemen her türlü değerden bağımsızlaşan aç gözlü sermayenin iştihasını tatmin edecek projeler geliştirmeye amade bir muhafazakarlık türü gelişiyor.

Ne Batı''da gelişen şehir ve insan ilişkisini esas alan bir şehir çözümlemesinden haberdar ne de kendi medeniyetimizin değerlerini yeniden üretmeye yönelik kaygı ve birikime sahip olmayan, akıl ve kalp derinliğinden yoksun insan tipinin insafına bırakılmıştır İstanbul artık. Rantın baş döndürücü iştihası, çoktan içini boşalttığı İstanbul''un şiirsel siluetini de parçalamaktan acı duymayacaktır.

Hesaplaşılması gereken; Ayasofya''nın, Sultanahmet''in kubbesine hançer gibi saplanan görüntü kadar bu görüntüye sebep olan insan tipi, siyaset anlayışı ve medeniyet, şehir-medine tasavvurundan yoksun/yabancılaşan zihniyet olmalı…