Yeniden başlamak!

04:0027/03/2016, Pazar
G: 13/09/2019, Cuma
Abdullah Muradoğlu

Uzun süredir
“İslam dünyası içinde bulunduğu feci durumdan nasıl çıkacak
?” sorusunun cevabını arıyoruz. Bu soruya tatmin edici bir cevap bulunabilmiş değil. Bu yapılamadığı için sürekli bocalama halindeyiz. İslam uygarlığının merkezi topraklarında yaşanan bunalımın belki de en önemli sebebi bu. Uleması da, aydınları da, söz söyleme, etkileme ve dönüştürme gücünü yitirmiş görünüyor. Ortak noktada birleşip toparlanamıyoruz. “
Anlaşma dilimizi
” kaybetmişiz. Başka aktörler, başka dinamikler süreci etkileyip yönlendiriyor. Çığ gibi giderek büyüyen kargaşa karşısında çaresiz kalıyoruz. Akıntıya karşı giden tekneler gibiyiz, durmadan geriye, 'geçmiş'e çarpılıp atılıyoruz. Öyle zehirli tohumlar atılmış olmalı ki toprağa, bir türlü yeşerip çiçek açamıyoruz. Yeniden yorumlama, söz söyleme ve etkileme gücünü kazanmadan krizden çıkma şansımız bir hayli zor görünüyor. Söz söyleme gücünü nasıl kazanacağız peki?


1940'da Mısır'da “

El Ezher

” Üniversitesi'nin öncülüğünde mezhepleri biribirine yakınlaştırma girişimleriyle başlayan süreç tamamlanmadan akamete uğradı. Bu girişime Mısır, Irak ve İran uleması destek vermişti.

“Avrupa İslam Konseyi

” 1981'de

“Evrensel İslami İnsan Hakları Bildirgesi”

yayımladı ama Batı'da da, Doğu'da da beklediği ilgiyi görmedi. İnsan haklarına İslami bir temel çerçeve oluşturmayı amaçlayan bu girişim de sessiz sedasız akamete uğradı.



1990'da müslüman ülkelerin liderlerinin iştirak ettiği Kahire toplantısı da bir

İslam İnsan Hakları Bildirgesi

yayımladı. Kahire Bildirgesi 2000 yılında “İslam İşbirliği Teşkilatı” tarafından benimsendi. Ancak ondan da bir fayda hasıl olamadı.

Prof. Ali Allawi'

nin ifadesiyle küresel meselelere İslamî bir renk katma yolundaki diğer girişimler gibi Kahire Bildirgesi de, ne İslam'a has deneyimlere, ne de sözkonusu meseleler hakkında derin bir anlayışa dayanıyordu. Bildirge,

Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi”yle ifadesini bulan egemen paradigmaya verilmiş kifayetsiz bir tepkiydi ve modern dünyanın müslümanların yüzüne fırlattığı engellere verilmiş olan diğer 'İslami' yanıtların kaderini paylaşıyordu. Üstelik bildirgenin imzacılar nezdinde bir bağlayıcılığı sözkonusu değildi.



Bir diğer girişimse 2004 Kasım'ında Ürdün'ün başkenti Amman'da gerçekleşti. Bölgede yaşanan mezhepsel ve hizipsel gerilimlerden kaynaklı çatışmalara son vermek amacıyla gerçekleşen toplantıya birçok ülke katılmıştı.

“Amman Bildirgesi

”nde ikisi Şii olmak üzere “

Sekiz fıkhî mezheb

” resmen tanınmıştı. Konferansın sunduğu tavsiyeler ve bildiri Suudi Hükümeti de dahil olmak üzere bütün katılımcılar tarafından onaylanmıştı. İslam ülkelerinin resmi dini kurumlarının da bu bildirinin altında imzaları vardı. Ne var ki bu bildiri de kaosu durdurmaya yetmedi. Ulemanın sözünün kaale alınmadığı bir tuhaf zamanın içinde yaşıyoruz.



Bildiriler yayımlanıyor, fetvalar veriliyor, uyarılar yapılıyor ama kimse bunları dikkate bile almıyor. Ulema da, aydınlar da sözlerinin neden kitlelere tesir etmediği konusunu acilen masaya yatırarak aydınlatıcı bir fikre ulaşmalılar. Bizde de durum pek farklı değil. Maalesef, tefekkürün adı var, kendi yok. Türkiye toplumu adeta su geçirmez bölmeler bütünü halinde. Zihinlerimiz ülkenin boğucu ve bunaltıcı siyasi gündemlerine hapsolmuş durumda. Böyle bir zihin, ne kendi ülkesi için, ne de ümmet için doğru düzgün bir çıkış yolu bulamaz. Değerli büyüğümüz

Sezai Karakoç

'un bir şiirinde ifade ettiği gibi, “

Yak yıldızlarını, ayını ey kutlu gece/Bir kurban gibi yeniden başlamak gerekiyor işe

” demekten gayri bir çaremiz var mı?


#İslam dünyası
#Sezai Karakoç
#İslam İnsan Hakları Bildirgesi
#El Ezher