21. Yüzyıl'ın en önemli sorunlarından biri hiç kuşkusuz kıtalar arası büyük göç dalgaları olacak. Göç, tarihin en eski devirlerinden beri süregiden bir olgu. Eski yurtlarında geçim sıkıntısı çeken Asyalı kavimler yeni yaşam alanları bulmak için dalgalar halinde Batı'ya aktılar.
Alman tarihçi
'ın tarifiyle bu coğrafi göç kuşağı şöyledir: Kuzey Almanya'nın alçak ovasından başlayan düzlük Ural Dağları'yla kesilmekten çok biçim kazanarak Yenisey Irmağına kadar gider. Sibirya ormanlarının güney sınırı ile kurak stepler ve çöller arasında uzanan çayırlık yerler bir şerit halinde göçmenlere yol gösterir. İç-Moğolistan'dan Kırgızistan ve güney Rusya steplerine doğru giden bu geniş çayır kuşağı Avrupa'da Romanya''ya, Tais vadisine, Avusturya'ya küçük Alföld'e kadar uzanıyordu. Bu coğrafi kuşak Gobi Çölünden Tuna'ya kadar 8 bin kilometreyi aşıyor. Çoğunlukla düz ve yer yer hafif kabartılarla süregiden arazi gidiş-gelişi güçleştirmediği gibi uzaklıkları kolayca aşmaya yarıyordu.
Bu coğrafi kuşağın kendine has bir dinamiği var. Sanki tarihin o büyük “
” için özel olarak yapılmış gibidir. Uçsuz bucaksız Asya karasının doğu köşelerinden kopan göçler dünyanın kaderini değiştirdi. Asya bozkırlarının savaşkan atlı halkları, Hunlar, Avarlar, Hazarlar, Peçenekler bu kuşak üzerinden Batı'ya aktılar. Avrupa'yı sarsan Hunların bir kısmı Asya'ya dönmek yerine Macaristan ovasını yurt edindiler. 1500 yıl sonra, ülkelerindeki iç savaştan kaçarak yeni bir hayat kurmak isteyen sığınmacılar bu Macaristan'da durduruldular.
Rus ordusu “
”u Rusya'dan çıkardıktan sonra 1813 yılında Paris'e girdiğinde öncü birlikleri arasında Urallarda yaşayan Türk kavimlerden Nogaybek'ler yer almıştı. Rus ordusunda daha başka Asyalı askerler de vardı. Bu ordu daha o zaman Batı'nın gözünü korkuttu. Almanya üzerinde Napolyon baskısı bittiğinde Alman şairi
şöyle diyecektir.
“
Ben artık Fransızlar'dan, İtalyanlar'dan daha çok Kazaklar, Başkırtlar, Hırvatlar, Macarlar, Kasuplar, Samoyetler, türlü renkten Hazerler
görüyorum. Biz
uzun zamandan beri gözümüzü Batı'ya çevirmeye alışmışız ve her tehlikeyi
o yönden beklemişiz, oysa dünya
Doğu'ya doğru alabildiğine genişlemektedir
.”
Goethe'nin kehaneti 1945'de gerçek oldu. Sovyet Rus ordusu Almanya'nın ortasına kadar geldi. Almanya bölündü ve Doğu Avrupa Rus nüfuzu altına girdi. Şimdiyse göç akıntısının yönü daha çok Afrika ve Ortadoğu'dan Avrupa'ya doğru. Ancak bu ülkelerle Avrupa Birliği toprakları arasında sıkı korunan kara ülkeleriyle Akdeniz'in öldürücü dalgaları yer alıyor.
Başbakan Angela Merkel'in
Almanya'nın 800 bin Suriyeli mülteciyi kabul edebileceği şeklindeki açıklaması tetikleyici oldu. Türkiye'deki binlerce sığınmacı Almanya'ya gidebilmek için Edirne'ye geldi. Sığınmacıların önünde geniş düzlükler yerine otobanlar, gümrük kapıları, polisler var. Akdeniz'deki ölüm yolculuğu düşünüldüğünde otobanlar daha az tehlikeli. Ancak sığınmacılar Almanya'ya ulaşabilmek için aradaki ülkeleri birer birer geçmek zorundalar. AB'nin başta Almanya olmak üzere zengin ülkeleri resmi çağrı yapmadıkları takdirde bu o kadar kolay değil. Yük şimdilik aradaki ülkelerin sırtında.
Bu amansız göç dalgasının etkilerini şimdiye dek Avrupa kendi üzerinde pek hissetmiyordu. Afrika'da ve Ortadoğu'daki iç savaşlarda ve ekonomik yoksunluklarda Batı'nın sömürgecilik geçmişinin payı var. Göç dalgası Batı politikalarının geri tepkisinden başka bir şey değildir.