Eski milli futbolcu ve şuanda MHP Milletvekili Saffet Sancaklı, çok özel açıklamalarda bulundu. Sancaklı verdiği özel röportajda 1992-93 sezonunda Kocaelispor ile şampiyonluğa giderken Altay maçında yine eski milli futbolcu şuanda AK Parti Milletvekili Alpay Özalan'ın yaptığı müdahaleyle ayak bileği bağlarını koparttığını ve takımın şampiyon olamadığını söyledi.
Türkiye'de futbola başlayan hemen hemen her gencin hayalleri arasında "Üç büyükler" diye tabir edilen Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'dan birinde top koşturmak vardır. Gençlerin çıktığı bu yol, elbette türlü meşakkatlere gebedir. Ekonomik sebepler, aile ve okul hayatı gibi gerekçelerle binlerce gencin futbol hayatı daha yolun başında biterken, zorlu parkurda ilerleyen ancak türlü sebeplerle yolu "Üç büyükler"le kesişmeyen milyonlarca futbolcu da mevcuttur.
Buna mukabil pek tabii ki er ya da geç "Üç büyükler"den birinin formasını sırtına geçirerek hayallerine kavuşan futbolcuların sayısı da azımsanmayacak derecededir. Peki ya "Üç büyükler"in hepsinde forma giymeyi başaran futbolcular... İşte bunların sayısı iki elin parmaklarını geçmez.
Türkiye'de 1959'da başlayan profesyonel lig tarihinde Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'da top koşturmayı başaran ilk futbolcu kimdir diye baktığımızda, karşımıza 1990'lı yılların unutulmaz takımı Kocaelispor'da parlayan bir oyuncu çıkar… Saffet Sancaklı.
Tüm takımlarda santrfor mevkisinde forma giyen ve toplamda 150'ye yakın gole imza atan, attığı gollerden sonra pek sevinmeyen, futbol hayatından sonra menajerliğe soyunan ve akabinde siyasetçi olarak karşımıza çıkan, şimdilerde de milletvekilliği görevini yürüten Sancaklı, yoğun mesaisi arasında bizi kırmadı ve keyifli bir sohbetle hem geçmişi yad etti hem de günümüz futbol ve siyasetine dair görüşlerini paylaştı.
Ağustos 1967'de Yugoslavya'nın Tutin şehrinde dünyaya gelmiş Saffet. Zekeriya'dan olma, Canan'dan doğma 3'ü erkek 5 kardeşin en küçüğüdür ve soy isimleri de İsmailagiç'tir. Rakımı 1500 metre olan Lipitsa isimli köyde ikamet eden İsmailagiç ailesinde, baba emniyet amirliği yaparken anne de ev hanımıdır.
- "Kominist bir rejim var. Müslümanlığını yaşayamıyorsun, Türklüğünü yaşayamıyorsun. İsimler değiştiriliyor. Tabii bu baskılardan Ana Vatan'ın haberi oluyor ve Yugoslavya hükümetiyle bir anlaşma yapıyorlar, 'Bizim soydaşlarımızı gönderin.' diye. Bunun için iki şart sunuluyor. Bir tanesi herhangi bir mal varlığı üzerinde olmayacak. İkincisi de mahkemelik bir durumun olmayacak. Babam da 'Müslümanlığımı ve Türklüğümü yaşayamadıktan sonra malın mülkün hiç önemi yok. Evelallah Türkiye'de çalışırız ve yine para kazanırız.' demiş ve tüm malvarlığımızı oradaki insanlara devretmişiz. Hatta bunu yaparken tapu masraflarını bile biz karşılamışız."
- "Bizden yaklaşık 10 sene önce rahmetli büyük dayım Zaim Ağa gelmiş Gaziosmanpaşa’ya. O dönem devlet de yardım etmiş göç edenlere. 'Nasıl bir yer istiyorsunuz?' demiş devlet. Dayım da hayvancılık ve tarımla uğraşabilecekleri bir yer istemiş, çünkü o kültürle büyümüşler. O zaman da Gaziosmanpaşa’nın ismi zaten Taşlıtarla. Her taraf arazi, her taraf boşluk. Her gelene de 100 metrekare, 200 metrekare bir arsa vermişler. Üzerine tek katlı bir gecekondu kurulmuş. Dayımdan sonra da işte biz gelmişiz. Aile fertleri de her işte çalışmış. Abim hemen Almanya’ya gitmiş, Almanya furyası var o zaman. Gitmiş, çalışmış para göndermiş. İki tane ablam var, onlar da tekstil atölyesinde işe girmiş. Çok zor zamanlar geçirmişiz ama güzel olan taraf, o zor şartları bile bile gelmişler. Her şeylerini bırakıp vatana, bayrağa ve ezana gelmişler. O yüzdendir ki Balkanlardan gelenlerin vatan hassasiyeti çok özeldir, çok farklıdır."
- "Gaziosmanpaşa’nın Küçükköy semtindeydik. Evimiz, Cemal Gürsel İlkokulunun hemen karşısındaydı. Normalde 7 yaşındayken okula başlanıyordu ama orada burada boş vakit geçirmesin diye bizimkiler beni 5 yaşındayken salmışlar okula, fasulyeden yani. Sene bittiğinde ise öğretmenler beni çok başarılı buluyorlar ve yeni senede yine birinci sınıfa gitmemem için yaşımı büyütüyorlar. Hal böyle olunca 1967 doğumluyum ama kimlikte 1966 yazıyor."
- "Hem Kültürspor’da oynuyor hem de okula devam ediyordum. Semtimiz çok hızlı bir semtti. Yani çok kolay başka yollara kaçabilirdim. Beni tutanlarsa sağ olsunlar mahallemizin abileri ve esnafları oldu. Taksici Mustafa abi, kasap Müslüm abi, başkanımız Aziz abi falan beni hep kolladılar. Bana hep 'Sen çok büyük futbolcu olacaksın.' diyorlardı. Bu sayede başka yollara sapmadık çok şükür."
- "Üç kez üniversite sınavını kazandım ama okuyamadım, bitiremedim. Sebebi de tabii ki futbol. Bir türlü okula zaman ayırma fırsatım olmadı. Şimdi yine okuyorum ve bir iki seneye sürprizim olacak. İnşallah bitecek bu sefer."
- "Hücum oyuncuları olarak Metin, Ali, Feyyaz, Sinan ve ben varım kadroda. Bir de üstümüze Ferdinand transfer edildi. Takım 4-4-2 oynuyor ve bu oyunculardan sadece iki kişi oynayabilecek. İkinci ligden yeni gelmişim ve yaşım da genç olunca en zayıf halka benim. Bir de sağa sola hoplayıp zıplamaya başlamışız. Gaziosmanpaşa’nın bağrından kopan 20 yaşında bir çocuğun altına BMW’yi ve parayı verirsen olacağı bu. Rahmetli Süleyman abi de bunları duymuş ve çağırdı beni. 'Niye rahat durmuyorsun?' dedi bana. Ben, 'Yok öyle bir şey.' falan desem de dinlemedi beni. Rahmetlinin önünde de ligin puan tablosu vardı. Lider Beşiktaş ve lig sonuncusu Eskişehirspor. Puan tablosunu bana doğru çevirdi ve parmağıyla lig sonuncusu Eskişehirspor’u işaret ederek, 'Seni buraya gönderirim.' dedi. Tabii o vakitler bizde asilik tavan durumda ya, 'Gönderirsen gönder.' dedim. O da iyice sinirlendi ve kovdu beni odasından. Ertesi gün sabah saat 09.00 civarı ve ev telefonu çalıyor. Arayan kişinin söyledikleri şu: "Ben Eskişehirspor’un başkanı Aydın Begiter. Süleyman abi seni bana verdi nereden alayım seni?' Öğle vakti gelmeden kendimi Eskişehir’de buldum. Tabii ki Süleyman abi iyi ki bunu yaptı. Hayatı öğrenmek adına iyi bir ders verdi bana."
- "Dördüncü sene tam oturdum oynamaya başladım ki bir anda A Milli Takım’da oynayan askerliğini yapmamış kim varsa bir hafta içinde askere aldılar. Beni de aldılar haliyle. Sebebi de Ordu Milli Takımı’nın Fransa’da maçı var ve yenersek Dünya Kupası'na katılacağız. Dünya üçüncüsü olmuştuk Hollanda’da yapılan şampiyonada. Kadro şöyle; Trabzondan Ünal, Hami, Orhan, Ogün, Beşiktaş’tan ben, Şifo Mehmet, Galatasaray'dan Tugay falan… Pazartesi günü Ankara’ya gidiyoruz ve cuma günü dönüyoruz. Hal böyle olunca antremana çıkamadığım için Beşiktaş’ta oynama şansım kalmadı."
- "Şenol Güneş’in ilk teknik direktör ve Mehmet Ali Yılmaz’ın başkan olduğu zamandı. Bir araya geldik ve anlaştık. Ertesi gün imzaya gittim, Trabzonspor caydı imzadan. Nedenini bilmiyorum ama olmadı o iş. Aradan 10 yıl geçti. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası’ndayız ve teknik direktörümüz de Şenol Güneş. Kamptayız ve orada Trabzonspor olayı gündeme gelince Şenol Hoca bana 'Biz seninle anlaştıktan sonra gazetecinin biri geldi ve senin kalp rahatsızlığının olduğunu söyledi. Bunu duyunca seni almaktan vazgeçtik' dedi. Oysa ki benim hiçbir rahatsızlığım yoktu, kısmet değilmiş."
- "Sefa Sirmen diye biri var kulübün başında ve ben hiç tanımıyorum. Adam beni almakta kararlı. Düşünün ben Trabzonspor ile 300 milyon liraya anlaşmıştım ve adam bana 400 milyon teklif etti. Ben 'Olmaz' dedim, o 500 milyona çıktı. Ben 'Yok' dedikçe adam fiyatı yükseltiyor. Bir anda 750 milyona bana 'Evet' dedirtti. 500 milyon transfer ücreti ve şampiyonlukla gol krallığı da gelirse 250 milyon daha. Ertesi gün imza için sözleştik ve ben İstanbul’a döndüm. Sabah 10.00’da imza töreni yapılacak ve gece boyunca ben kendi kendime "Benim 2. Lig’de ne işim var.' deyip duruyorum. Sonunda da imzadan vazgeçmeye karar verdim. Sabah oldu ve durumu bildirmek için yola çıktım. Kocaeli'ne geldiğimde binlerce insan vardı sokaklarda. Ben de parti genel başkanı falan geliyor, miting var sandım. Kalabalık da olunca yolları çıkaramadım ve birine kulüp binasını sormak istedim. Arabanın camını açtığım anda adeta arabadan sökerek omuzlara aldılar beni. Meğerse beni bekliyorlarmış. Caymaya gitmiştim ama cayamadım."
- “Benim anlaşmam 500 milyon lira artı 250 milyon liraydı. Bu 250 milyonu, şampiyon olur ve ben de gol kralı olursan alacaktım. Anlaşmanın şartları yerine gelse de ben 250 milyon lirayı Sefa Başkan'a iade ettim. '500 milyon bana yeter.' dedim. Tarihte böyle bir şey olmamıştır. Biz sadece takım olarak değil şehir olarak da bütünleşmiştik. İnanılmaz bir atmosfer oluşmuştu. Hafta içi halkla bir araya gelirdik ve sohbete 10 bin kişi katılırdı. Kocaelispor sayesinde şehre üniversite geldi, büyükşehir statüsü alındı. Kocaelispor sadece bir futbol takımı değildi.”
- "O sezon ilk yarıda ben 19-20 gol attım, takım arkadaşım Ergun da 17 gol attı. Galatasaray ve Beşiktaş'tan öndeyiz. İkinci devre başladı ve ikinci haftada Altay deplasmanına çıktık. Şimdi Meclis'te benimle birlikte vekillik yapan Alpay Özalan, bir pozisyon esnasında bir daldı bana ve ayak bilek bağlarımı kopardı. Çok büyük bir sakatlık. Hollanda'ya tedavi olmaya gidiyorum, geliyorum iğneyle maç oynuyorum. Bu durum 3-4 ay sürdü ve takım da bundan etkilendi. İkinci yarı toplamda 5 gol mü ne atabildim. Tahmin ediyorum sakatlanmasaydım Kocaelispor o sezon şampiyon olurdu."
- "Galatasaray ile görüşmeye gittim. Bana şartlarımı sordular ben de 'Tek şartım var, Kocaelispor'a bonservis parası olarak 10 milyar lira artı üç oyuncu vereceksiniz.' dedim. Oyuncular da Yusuf, Cengizhan ve Mustafa (Papen). Adnan abi (Polat) bana, 'Sen deli misin. Senin bonservisin 1 milyar lira.' dedi. Ben de 'Gerekirse paramdan kesin. Yoksa olmaz bu iş.' dedim. Neticede 10 milyar lira bonservis ve 3 oyuncu karşılığında transferim oldu. O zamana kadar ki en büyük transferdi bu. Bir servetti adeta."
- "Galatasaray'da bazı problemler oluşmaya başladı. FETÖ olayları falan. Takımda huzursuzluk vardı. O sezonun sonunda Hakan Şükür Torino'ya gitti ve birkaç ay sonra geri döndü. Takımda Hakancılar ve Hakancı olmayanlar diye gruplar vardı. Oyuncular maç içinde birbirine pas atmaz hale gelmişti. Sonra ligin devre arasında baktım ki canım o ortamda olmak istemiyor. Bir gün basın toplantısında konuşurken, kimsenin de haberi yok, ‘Galatasaray'dan ayrılıyorum’ dedim. Bazı arkadaşlara dönüp bakarak, ‘Size bırakıyorum Galatasaray'ı’ dedim. Hayatım boyunca anlatmayacağım olaylar olmuştu orada."
- "Lig başladı, ikinci hafta oynadık ve Belçika'ya milli maça gittik. Döndüğümüzde Sefa Sirmen, ‘Kaptan, kulübün çok borcu var ve Fenerbahçe de astronomik para teklif ediyor. Sana git demiyorum ama Vefa Küçük seni İstanbul'da evinde bekliyor.' dedi ve gözlerinden yaş aktı. Fenerbahçe'ye transferim de böyle gerçekleşti. 'Üç büyükler'de oynayan ilk oyuncu oldum ve tarihe geçtim. Yaşayacağım en büyük onurlardan birisidir.”
- "Lig başlamış ve 5 hafta geride kalırken Konyaspor 5’te sıfır çekmiş. Teknik direktörleri de Yılmaz Vural. Hoca aradı beni, ‘Ya çok kötü durumdayım. Gel şu futbolculara moral ver, maçımızı izle.’ dedi. Ben de gittim Konya'ya. Çay içmeye gidiyoruz diye beni Kombassan Holding'in başkanı Haşim Bey’in evine götürdüler. Haşim Bey bir şeyler anlatıyor. Futbolla uzaktan yakından alakası yok ve beni Konyaspor’a transfer etmeye çalışıyor. O zaman Fenerbahçe'den ayrıldığımda en son yıllık 2 milyon mark alıyordum ve bana bu paranın aynısını teklif edip, ‘Parasıyla değil mi’ falan gibi laflar ediyor. Emekli olduğumu ve bunun parayla ilgisi olmadığını söyleyerek ayrıldım oradan. Sabah da Ankara'ya döneceğim. Sabah oldu ve yine aradılar, ‘Haşim Bey çok rica etti lütfen bir kahve içelim.’ dediler. Gittik, kahvemizi içiyoruz ve Haşim Bey telefonda biriyle konuşurken bir anda telefonu bana verdi. Karşımdaki kişi şu anki Cumhurbaşkanımız, o zamanki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Bey. ‘Kaptan, seninle olan abi kardeşliğimizi biliyorlar ve bu yüzden de beni aradılar. Sana ne diyeyim bilemiyorum ama oyna bir 6 ay daha ya, bir şey olmaz.' dedi. Böylece Konyaspor'da da 6 aylık bir maceramız oldu.”
- "Bizim okula asker, polis gelemezdi o zamanlar. Tamamen yasa dışı örgütler kontrol ediyordu okulu. Pazartesi ve cuma günleri İstiklal Marşı okunmuyor, onların sloganları atılıyordu. Biz de çocuğuz o zaman çok bir şeyden anlamıyoruz. Bir gün Türk bayrağını indirip, orak çekici koydular oraya. Yanımda bir arkadaşım vardı, dedim ki; ‘Ne yapıyor bunlar, Türk bayrağını neden indirdiler? Bu ülkede bu bayrağı buraya koyacak kimse yok mu?’ Arkadaşım, ‘Var da bu okulda yoklar.’ dedi. ‘Kim onlar?’ dedim. ‘Ülkücüler’ dedi. Ülkücüler lafını ilk orada duydum ben. ‘Beni götürebilir misin onların yanına’ dedim. Meğer çocuğun babası Gaziosmanpaşa’da ülkücülerin başkanıymış."
- “MHP’nin bir sloganı vardır; ‘MHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin sigortasıdır.’ diye. Ben bunu hep slogan zannediyordum ama 9 yıldır oradayım ve hakikaten gördüm ki MHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin sigortası. Ne kadar güçlü olursa Türkiye o kadar güçlü olur, ne kadar zayıf olursa Türkiye o kadar zayıflar. Türkiye’ye ne zaman operasyon yapılacaksa bir sene öncesinden MHP’ye operasyon yapılır. En son 15 Temmuz’dan birkaç ay önce MHP’yi bölüp içinden başka bir parti çıkardılar. O yüzden çok büyük onur ve gurur duyuyorum MHP’de olmaktan.”
- "Şimdi olay şöyle oldu, 15 Temmuz gecesi olduktan ertesi gün bizi Meclis'te olağanüstü toplantıya çağırdılar. Maalesef bu FETÖ nasıl her yere daldıysa siyasette de var. Kimlerin olduğu da aşağı yukarı biliniyordu. Kürsüye çıkan FETÖ’ye küfür ediyor, hakaret ediyor ama bunu diyenlerin bir kısmı da organizasyonda olanlar. Biliniyor zaten. Öyle olunca dönüp bana doğru, ‘Hakan ile Arif de hain zaten.’ falan diyorlar. Ben de sonra söz aldım. ‘Size bir şey anlatayım.’ dedim. Hakan ile Arif yıllarca bu ülkede milli kahramandı. Defalarca göğsümüzü kabarttılar ülke olarak. 15 Temmuz gecesiyle ilgili Hakan’ın, Arif’in bilgisi, olur vermesi varsa zaten vatan haini bunlar. Bunları da devlet biliyor ne yapmışlar, biz bilmiyoruz ki. Devlet zaten gereğini yapacak. ‘Ama Hakan ile Arif’e hain diyenlerden bir sürü var burada. O zaman burada da bir sürü hain var.’ dedim. Hakan’ı övmek mi sahip çıkmak mı şimdi bu. Ben niye sahip çıkacağım Hakan’a. Kızıyorum Hakan’a da Arif’e de. Zaten milli kahraman olmuşsunuz. Bu halk almış bizi getirmiş en tepeye koymuş. Sizin ne işiniz var yok Ali, Veli, FETÖ, ketö… Bir sürü yanlışlar, hatalar yapmışlar. Gereksiz işler yaptılar. Benim yaşam tarzım şudur, bunu herkese de söylüyorum; bir Allah, iki devlet. Onun dışında ben kimseyi tanımam ve savunmam. Koca koca adamlar. Suçunuz yoksa gelin kardeşim Türkiye’ye. Gelin deyin ki; ‘Ey büyük Türk milleti. Biz bir hata yaptık. Bu sahtekarın peşinden gittik. Bu hainin peşinden gittik. Özür diliyoruz Türk halkından ve cezamıza da razıyız.’ Aksi takdirde bundan sonra 7 sülaleleri hain olarak kaydolacak Türkiye Cumhuriyeti’ne. Torunu bir gün İstanbul’da gezerken bakacaklar kim olduğuna, ona kötü muamele yapılacak."
- "Türkiye futbolunun en üst iki ligindeki 36 takımın idarecileri, TFF yönetimi ve diğer kurulları da sayarsanız Türk futbolunu toplamda takribi bin kişi yönetiyor. İçlerinde bir tane milli futbolcu yok. En son federasyonda Selim Soydan ağabey ve Hamit Altıntop'u benim ve kamuoyunun zorlamasıyla usulen aldılar. Futbolu yöneten bin kişi içinde milli futbolcu olmaması demek, Türk futbolunun bu hale neden geldiğinin cevabıdır. Tamamen futbolun dışından insanlar yönetiyor futbolu. Peki futbolun dışından insanlar neden futbolu yönetiyor? Bu insanlar güç, ihale ve prestij savaşlarını yaklaşık 20 yıldır futbol kulüpleri ve futbol üzerinden yapıyorlar. Böyle bir atmosferde futbolun gelişme imkanı yok. Bir yönetim kurulu açıklanıyor, sanki TÜSİAD yönetimi açıklanıyor. Bunlar kendi branşlarında başarılı insanlar. Holding yönetmek için parayı iyi yönetmen lazım. Peki holdingler para olarak almış başını giderken kulüpler neden batıyor? TFF’nin başına eski milli sporcu geçmeli. Yönetimde de yüzde 25 kota olmalı, yani 20 kişilik yönetim kurulunda en az 5 kişi eski futbolculardan olmalı. Sadece futbolda değil diğer branşlarda da bu kıstaslar olmalı. Diğer üyeler de varsın en iyi hukukçu, en iyi finansör, en iyi inşaatçı, en iyi sponsor bulan kişi falan olsun ama milli takımları eski milli sporcuların yönetmesi lazım. Fatih Hoca, Futbol Federasyonu başkanı olsun mesela. Antrenörlüğü bırakırsa milli takımlar sorumlusu olsun. Kariyerinden dolayı Fatih Terim diyorum. Elbette ki birçok arkadaşımız ve büyüklerimiz var bu görevler için. Nihat ağabey başkan oldu, iyi niyetli koşturuyorlar ama sistem öyle bir kilitlenmiş, öyle bir bataklık olmuş, Arap saçına dönmüş ki çözülmesi söz konusu değil. Bunların hepsini kenara çekeceğiz, kırmızı kaplı bir kitap hazırlayacağız, anayasayı yazacağız. Kriterlere göre yönetenleri belirleyeceğiz. Bunu adaletli bir şekilde koyup uygularsan ancak öyle çözülür. Yoksa iki kişi aynı şeyi yapıyor, biri 1, diğeri 2 maç ceza alıyor. VAR sistemine geçildi ki ben baştan beri futbolun doğasını öldürdüğünü için buna karşıyım, hadi kabul ettik ama yine yanlış karar veriyorlar. Kimin çalıp kimin oynadığı belli değil."
- "Beş yıldır Meclis'te kulüpler yasası çıksın diye bağırıyorum. Oradaki maddenin bir tanesi, 'Kulüp başkanları ve yöneticiler, bulundukları dönemdeki borçlardan sorumludur.' olacak. Bakalım Falcao'ya 25-30 milyon avro veriyor musunuz o zaman. Bu arada Bankalar Birliğinin yapılandırması da çare olmayacak. Bunu şöyle düşünün; denizde boğulan bir adam var, sen adamın kafasını yukarı çıkarıyorsun ve 4-5 saniye sonra yeniden suya itiyorsun. Maalesef daha kötü duruma düşecekler. Buna karşın federasyon da kriterler getirdi ve kulüplere harcama limitleri koydu. Buraya kadar güzel ama 'İlk sene yüzde 30 aşabilirsin.' falan diyorlar. Yok öyle bir şey! Ne aşması ya, zaten batmışsınız. Tak diye kıracaksın kalemi. Kim yapmadıysa düşür kardeşim, ver cezasını.”
Süper Lig’in marka değerinin olmadığını, bu yüzden de hiçbir ülkenin Süper Lig maçlarına rağbet göstermediğini savunan Sancaklı, yayıncı kuruluşun da bu anlamda zora düştüğü görüşünde:
- "Sezon başı Katarlılar televizyon yayın ihalesini iptal edecekti. Adamlar da haklı. Digiturk satışları gitmiş, statlarda ilgi az, marka değeri aşağı gömülmüş ve reklam alamıyor. Bu kuruluş Avrupa'da 25 ülkede yayın yapıyor. İngiltere Ligi'ni yayınlıyor ama onu diğer 24'e de satıyor. Bir sistem kurmuş ve para kazanıyor. Türkiye Ligi'ne 500 milyon dolar veriyorlar ama tazminatı ödeyip çekilmek istiyorlar. Çünkü 25 ülkenin hiçbiri Türkiye Ligi'ni almak istemiyor. Çok acı bir tablo."
- "Geçen sene 'Federasyona kayyum atayalım. Böyle olmayacak.' dedim. Tepki gösterdiler. Oysa ki beş yıl önce FIFA kayyum olarak atandı zaten. Kulüplerimizin harcamalarını yönetiyorlar ve Avrupa kupalarına katılmama cezası, para cezaları, kadro kısıtlamaları, transfer yasakları gibi cezalar veriyorlar. Türkiye'nin en zengin adamı Fenerbahçe'ye başkan oldu ama müdahale edemiyor. İlk defa bir kulüp başkanı cebinden yüklü miktarda para hibe etti. Ali Koç daha da verecek ama UEFA’sı FIFA’sı 'Olmaz' diyor. Sonra sponsorluk devreye giriyor, bu kez de 'Geçen sene 30 ise bu sene 35 olabilir, 135 değil.' diyorlar. Yani 5 yıldır Türk futbolunun başında kayyum. İyi de neden elin İsviçrelisi bizi yönetsin ki. Biz 82 milyon kişiden Türk futbolunu yönetecek insanlar bulamıyor muyuz?"
- "Olimpiyatlar bir ülkenin spor seviyesini belirler. Türkiye tarihinin en kötü 3 olimpiyatı son 12 yıldakiler. En az madalya aldığımız organizasyonlar. Hem de Türkiye tarihinin en büyük tesis atılımının yapıldığı dönemde yaşandı. Şu anda dünya çapında tesislerimiz var. Her şey var ama olimpiyatlarda tarihimizin en kötü derecelerini alıyoruz. Bir tane nedeni var; Peygamber Efendimizin dediğini dinlemiyoruz. Peygamber Efendimiz, 'İşi ehline verin.' demiş. İşi ehline vermediğimiz için bu durumdayız. Ne zaman ehil ellere görev verirsek bakın o zaman nasıl değişiyor her şey."