Türkiye'nin arabuluculuğu: Sınırlar, gerçekler ve tuzaklar

Muhammed Nureddin
00:0024/05/2008, Cumartesi
G: 23/05/2008, Cuma
Yeni Şafak
Türkiye'nin arabuluculuğu: Sınırlar, gerçekler ve
Türkiye'nin arabuluculuğu: Sınırlar, gerçekler ve

Türkiye'nin İsrail-Suriye arasında arabulucu olması, değişen dış politikanın en somut sonucu. Peki başarılı olur mu? Beyrut Stratejik Araştırmalar Direktörü Muhemmed Nureddin başarıyı Türkiye'nin bölgedeki konumunu dikkate almasına bağladı.

Türkiye, bölgesel çekişmeler hattına ve bu çekişmelerin en çözümsüzü yani Arap-İsrail çekişmesi hattına barışçıl ve diplomatik kapısından girdi. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esat'ın, İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a, işgal altındaki Golan'dan tamamen çekilmeye hazır olduğunu bildirmesi, Türkiye'nin arabuluculuğunu resmileştirdi.

Belki de ilk defa arabulucunun kimliği önem kazandı. Bu önem Arap-İsrail çekişmesi konusunda veya dünyadaki ülke arasındaki başka bir arabuluculuk bağlamında teorik olarak karakteristik ilerlemeden geride değil. Peki Türkiye arabuluculuk rolünün dinamiklerine nasıl sahip olabildi?

Türkiye'nin geçmişte uluslararası çekişmenin eksenlerinden birinin tarafında yer almasının gölgesinde bölgesel çekişmelerde olumlu rol oynaması mümkün değildi. Zira soğuk savaş boyunca ve doksanlı yıllara kadar Komünist blokla ve Ortadoğu'daki uzantılarıyla mücadelede NATO paktı kampının esaslı parçası oldu. Bu yüzden Batının ve Suriye de dahil Arap milliyetçilik akımına karşı İsrail'in güvenilir müttefiki idi. Fakat bölgesel ve uluslararası şartlar, Türkiye ile Suriye arasında 1998'deki PKK krizinin sona ermesi, Türkiye-Arap ve özellikle de Suriye ile ilişkilerin iyileşmesine start verdi. Yalnız AKP'nin 2002 yılı sonunda Türkiye'de iktidara gelmesi, Türk dış politikasına köklü değişimlerin girdirilmesinde bitirici etken oldu.

ARTIK YENİ BİR DIŞ POLİTİKA YÜRÜTÜLÜYOR

Bu oldukça önemli bir noktadır. AKP sadece Türk dış politikasında yeni eğilim taşımıyordu, aynı zamanda tarihi ve coğrafik derinliğine itibarını yeniden verecek şekilde Türkiye'nin coğrafik ve uygarlık kimliğine kapsamlı yeni bakış açısı taşıyordu. Arap ve İslam dünyası bu bakış açısının temel taşını oluşturuyor. Keza Türkiye Irak'ın işgali ve Lübnan eski başbakanı Refik Hariri suikastı sonrası Suriye ile ilişkilerini kesmesi yönündeki en sert Amerikan baskıları karşısında boyun eğmedi. Yine AKP hükümeti, İran'a yönelik yaptırımlar dayatmak ve saldırılara katılmak amaçlı Amerikan taleplerini yerine getirmedi. Türkiye ile Suriye arasındaki bu büyük ve tarihi iyileşme, Ankara ile Şam arasında karşılıklı güven iklimi yarattı. Şam, İsrail ile iyi ilişkilere sahip başka bir başkent bulması mümkün değildi.

Diğer yandan AKP'nin iktidara gelmesi, Türk-İsrail ilişkilerinin çöküşü anlamına gelmedi. AKP yönetiminden Erdoğan ve onun dışında bazı isimler İsrail'in Filistin ve Lübnan'daki vahşi uygulamalarının eleştiri çıtasını yükselttiler ancak İsrail ile kapsamlı ilişkiler birbirine bağlayan Türk çıkarları Türkiye'nin İsrail'e yönelik eleştirilerinde daha ileriye gitmesini bastıran bir etkendi.

Türkiye'nin kısa vadede Kürt meselesinden Ermeni meselesi yanı sıra Türkiye'nin AB yolunda yürüten bir araba olmayı seçmesine kadar bir dizi konuda Batı ve İsrail ile ilişkilerini bırakmasının mümkün olmadığı, tecrübeyle görüldü. Avrupa yolunda yürüyenin İsrail karşıtı olması mümkün değil.

TÜRKİYE'NİN BÖLGEDE AĞIRLIĞI VAR

Türkiye'nin Suriye ve İsrail ile ilişkilerindeki bu dengeler Türkiye'ye iki tarafla iyi ilişkiler kurma imkanı verdi. Bu durum başka bir ülke için mümkün değil. Suriye ve İsrail'i her ikisi tarafından kabul edilebilir bir arabulucuyu düşünmelerini sağlayan da bu. Dünyanın birçok sorunundaki önceki Türk arabuluculuklarının teşvik edici Türk rolü de buna ilave edilebilir. Zira AKP'nin Türkiye'si İsrail ve Pakistan dışişleri bakanlarının bir araya geldiği mekandı. AKP'nin Türkiye'si sadece birkaç hafta önce Pakistan ve Afganistan devlet başkanlarını bir araya getiren arabulucuydu. AKP'nin Türkiye'si Benazir Butto suikastı öncesi Pakistan'daki iç çekişme konusunda arabuluculuk yapmaya çalıştı. AKP'nin Türkiye'si geçen sonbaharda Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün şahsi gözetiminde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez ile Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas arasında üçlü zirve gerçekleştirdi. AKP'nin Türkiye'si Hamas ile İsrail arasında yakınlaşmaya çalıştı. AKP'nin Türkiye'si Lübnan iç çekişmesinin taraflarını uzlaştırmaya çalıştı ve bu girişimine tarafsızlık damgasını vurdu. Bu yüzden Türkiye arabuluculuklarda deneyimi olan bir ülke. Suriye ile İsrail arasında arabulucu olmasını engelleyen hiçbir şey yok.

Bununla birlikte Ankara, Suriye ile İsrail arasındaki resmi ve direk arabuluculuğun diğer arabuluculuklar gibi karışık olduğunun idrakinde. Bu yüzden Türkiye arabuluculuk teklifinde bulunmadı. Önce Suriye tarafı ve ardından İsrail tarafı Türkiye'den arabuluculuk yapmasını istediler. Bu durum arabuluculuğunu başarısız olması durumunda Türkiye üzerindeki olumsuz yansımaları hafifletmektedir.

Bu ise Türkiye'nin postacılık rolü veya lojistik rolle yetineceği anlamına gelmemektedir. Türkiye Suriye-İsrail dosyasında benzeri görülmemiş bir ilerleme gerçekleştirmek için bu tarihi fırsatla çalışacaktır. Bu ise Recep Tayyip Erdoğan'ın ileri gelen danışmanlarından ve önümüzdeki süreçte İsrail ile Suriye arasında mekik görevlerin adamı olması muhtemel Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun ustalığını gerektiriyor. Davutoğlu'nun rolü ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger'in 1973 Ekim savaşı sonrası Suriye, Mısır ve İsrail arasında yaptığı rolü hatırlatıyor.

ÇÖZÜM BÜYÜK BAŞARI

Fakat Türk arabuluculuğunun önünde birçok engel var. Türkiye'deki iç şartlar, AKP'nin karşılaştığı problemler ve arabulucuyu temelinden ortadan kaldıracak partinin kapatılma ihtimali bu engellerden.

En büyük engel, Suriye-İsrail dosyasının komplikeleri. Arabuluculuğun Suriye ile İsrail arasındaki ikili sorunların çözümüyle sınırlı kalması hiçbir sonuca götürmez. Zira Suriye dosyası gökte tek başına bir yıldız gibi değildir. Aksine Suriye'nin ayrılması mümkün olmayan Filistin, Lübnan, Irak ve İran bağlantıları ve uzantıları vardır. Hatta gücünün temel kaynaklarından biridir.

Türk arabuluculuğunun diğer dosyalar olmaksızın Suriye-İsrail dosyasıyla uğraşması, somut sonuçlara götürmez. Ayrıca Türkiye'nin aynı zamanda Suriye rolünün bütün boyutlarıyla uğraşması, Türkiye'nin tek başına bu arabuluculukta bulunmasının en büyük enerjisidir.

Belki de Türk arabuluculuğunun önündeki en önemli engel, Olmert'in Golan'dan tamamen çekilme teklifinin, Suriye'yi Hamas, İran, Hizbullah ve Irak'taki direnişle bağlantılarını kesmesi için sıkıntıya düşürme amacıyla ortak İsrail-ABD manevrasından ibaret olma ihtimalidir. Yani Suriye'nin bir başka Mısır'a, Türk arabuluculuğunun da yeni bir Camp David'e dönüşmesi ihtimali. Şam'ın kesinlikle reddettiği bu. Bu durum onun kimliğini, Arap milliyetçiliğini ve bölgesel rolünü çekip alacaktır.

Keza Türkiye'nin de bu arabuluculuğu patlatmak, arabuluculuğun başarısız olmasının sorumluluğunu Suriye'ye yüklemek suretiyle Ankara ile Şam arasında kriz çıkarmak, Türkiye-Suriye ilişkilerini 1999 yılındaki gerginlik dönemine götürecek şüphe havası oluşturmak amaçlı İsrail-Amerikan girişimlerine karşı dikkatli olması gerekli.

HENÜZ YOLUN BAŞINDAYIZ

Suriye'nin Golan'ın suyunu İsrail'e bırakması ve çekişmenin çözümsüz noktalarından birinin çözülmesi karşılığı Türkiye'nin Suriye'ye Ceyhan nehrinin suyundan vermesi imkanı hakkındaki konuşmalar ise egemenlik düşüncesine darbe vurduğu için Suriye açısından mantıklı görülmüyor. İsrail şayet suya ihtiyaç duyuyorsa Suriye yoluyla değil de deniz kanalıyla direk Türkiye'den alsın.

Türkiye bu gerçekleri ve çözümsüzlükleri çok iyi biliyor. Bu durum Suriye-İsrail çekişmesinin çözümüne giden yolun uzun olduğu ve 'bizler hala başlardayız' yollu sözleriyle aşırı hamasetli olmama çağrısı yapan dışişleri bakanı Ali Babacan ağzıyla dile getirildi.

Hiç kimse Ankara'nın bu arabuluculuktaki barışçıl niyetinden şüphe etmiyor. Zira bölgesel istikrar Türkiye'nin çıkarınadır ancak adalet ve kapsamlılık üzerine kurulmayan bir anlaşma barışa götürmez kesinlikle. İsrail ile Mısır ve Ürdün arasındaki birbirinden bağımsız barış anlaşmaları deneyimi, barışın kapsamlı olup olmayacağına ve hatta özellikle de Filistin ve Lübnan'da yaşandığı üzere daha fazla savaşlara kapı aralayabileceğine en iyi kanıttır.

Belki de bu arabuluculuğunda Ankara'nın dikkat etmesi gereken en önemli nokta kendi kararında Arap ve Müslüman Doğu bölgesinin bir parçası olduğunu idrak etmesidir. Bu bilinç başta Türkiye olmak üzere bölgeye ait her şeye saldırmayı hedefleyen İsrail-Amerikan tuzaklarına düşmemesine destek olacaktır.

* Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, Çev. Halil Çelik