Türkiye seçimlerine müdahale en çok dört ülkeden yapılıyor. İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD. Kullandıkları tabirler bile aynı. Yazılanlar Türkiye kamuoyunu etkilemez. Burada asıl amacı, birkaç ayaklı olarak anlatmak gerek. Şu da var Türkiye güçlendikçe Batı bileniyor…
Türkiye’de başkanlık ve parlamento seçimleri yaklaştıkça Başkan Erdoğan ve yönetimine medya ve sosyal medya üzerinden Batı ağırlıklı, dış saldırı ve müdahalelerin artacağı belli idi.
Önceki seçimlerde de böyle davranmalarının özel bir sebebi var:
Her fırsatta Türkiye’de demokrasinin ayıplı olduğunu söylüyor ama kaybettirici bir enstrümana dönüştürmek için yine demokrasinin vazgeçilmezinden olan seçimlere ümit bağlıyorlar.
Seçimler önceden de vaktinde yapıldı, hiç aksatılmadı, iktidar ne zaman siyasi bir dar boğazla karşılaşsa halka/referanduma gitti ve halkta %80’lerin üzerinde katılımla hep sözünü söyledi.
“YÜZYILIN FELAKETİ”NE RAĞMEN SEÇİMLER ERTELENMEDİ
Şimdi de öyle oluyor, “Yüzyılın Felaketi”ne rağmen, her zaman dilimi, mekân ve ülkede “mücbir” sayılabilecek bir nedene rağmen Türkiye’de seçimler yine vaktinde yapılıyor. Bu da Batılıların “Ayıplı demokrasi” retoriğinin ayıbı olsa gerektir. Batılıların kendi ayıplarını görmezden gelip, biraz da başkalarını ayıplama gibi büyük bir ayıpları zaten hep olageldi.
Seçim yaklaştıkça Batı medyasının önde gelen klavyeşörleri yine salvolara başladı. O sözde çok önem verdikleri gazetecilik etiklerini de bir kenara bırakıp eleştiri falan değil düpedüz saldırıya başladılar.
ARTIK İSTEDİKLERİNİ YAPTIRAMIYORLAR
The Economist’in kapağı çokça konuşuldu. Ama bunlar zaten, Alman, İngiliz, Fransız, Amerikalısı ve diğerleri önceden de gazetecilik etiğini bir kenara bırakıp saldırıyorlardı, algı yönetimi yapıyorlardı.
Burada şunu hatırlatmakta fayda. Bunlar ve patronlarının bağlı olduğu odaklar perde gerisinde ve “karanlık operasyonlar”la artık istediklerini yapamadıkları için açıktan saldırı yolunu seçiyorlar.
Darbe dahil her şeyi denediklerini biliyoruz.
Türkiye seçimlerine müdahale daha çok dört ülkeden yapılıyor. İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD. Kullandıkları tabirlerin bile büyük benzerlik göstermesi acaba eş güdüm içerisinde mi çalışıyorlar sorusunu akla getirmiyor değil.
PROPAGANDA YAZILARI TERS ETKİ OLUŞTURUYOR
Kanımca yazılanların Türkiye kamuoyunu etkilemeye yönelik yüzü çok daha zayıf. Hadi İngilizce bir dereceye kadar ama Fransızca ve Almanca içeriklere çoğumuz Fransız kalıyoruz. Görsellerle bir şey anlatmaya çalışınca da ters tepki alıyor. Burada asıl amacı birkaç ayaklı olarak anlatmak isterim.
Öncelikle, yalan yanlış bilgilerle Avrupa ve İngilizce konuşan, anlayan dünyaya dezenformasyon yapıyorlar yani kendi kamuoylarını etkiliyorlar. Özellikle büyük ajansların yaptığı haberler Batı başta dünyanın her tarafında kullanılıyor. Böylece algı neredeyse her kafaya sokuluyor.
Bu algıdan, o ajansların haberlerini kullanan her bir medya organı takipçileri de paylarını alıyor. Bu durum bizim dost ve kardeş bildiğimiz ülkelerle ilgili de aynı. Bizim ve bizim gibilerin İngilizce ve yabancı dil içerikleri çok zayıf olduğu için onlar meydanlarda istediği gibi at koşturuyorlar.
İÇERİNİN DIŞARI İLE ALGI PAYDAŞLIĞI
Bu haberlerin bir başka yapılış nedeni ise içeride onlarla aynı kafa yapısına sahip medya ve gruplara “Bakın Avrupalılar da bizim gibi düşünüyor” izlemini verecek malzeme temin etmektir. Nitekim, haber etiği ve değeri bile taşımayan Economist gibi medya organlarının yalan yanlış yazıları çarşaf çarşaf sorgulanmadan bazı yayın organlarında yayınlanıyor.
Bir başka konu ise bu gerçekliği zayıf yazılar üzerinden ileriye doğru kokuşmuş bir arşiv oluşturmaktır. Nitekim biz buna 28 Şubat’tan aşinayız. O zaman belli kesimlerin “emrinde” olan medya kuruluşları böyle bir yalan/yanlışa dayanan arşiv oluşturmuşlar, bunlar üzerinden parti kapatma davaları açılmıştır.
THE ECONOMIST KENDİ MONARŞİSİYLE İLGİLENSİN
İsterseniz biraz da The Economist, Politico, Der Speigel gibi medya kuruluşlarının seçimle ilgili yazdıklarına göz atalım.
The Ekonomist tamamen taraflı, herhangi bir kaynağa dayanmayan gerçek dışı verilerle bir haber yapmış.
Mesela Kapak: “Demokrasiyi kurtarın” (save democracy) derken zaten demokrasinin işlediğini, demokrasinin temel unsurlarından seçimlere işaret ettiğini görmezden geliyor. Türkiye’de seçimler 2002’den bu tarafa tıkır tıkır, yüksek katılımlarla yapılıyor. Erdoğan ve partisi her şartta kazanmıyor. İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesi buna en büyük delil. Diğer taraftan The Economist kendi evindeki monarşiyle de ilgilense daha güzel olur. Daha birkaç gün önce, Kral taç giyerken “Cumhuriyet istiyoruz” diyen protestocuları polis gözaltına aldı.
“Erdoğan gitmeli” (Erdogan must go) gibi anti demokratik ve nezaketsiz bir ibare kullanıyor. “Oy ver” (vote) derken de Türkiye halkının seçimlere yüzde seksenlerin üzerinde katılım sağladığını ya bilmezden geliyor ya da bilmiyor. Halk genci ile yaşlısı ile, sıhhatlisi hastası ile, engellisi ile zaten Avrupa göremediğimiz bir yoğunlukta oy kullanmaya gidiyor.
Başlıkta kalın puntolarla kullandığı “2023’ün en önemli seçimi” ibaresi doğru hatta belki ondan da ötesi. Zaten bunu tüm dünyadan duyuyoruz. Türkiye halkı için de, The Economist ve onun gibilerin zihniyeti açısından da tarihi bir seçime gidecek Türkiye halkı.
ERDOĞAN HEGEMONYA ALTINDAKİ MİLLETLERE ÖRNEK OLACAK
Yazıda “Erdoğan’ın sakin bir şekilde geri itilmesi dünyanın her tarafındaki demokratlara güçlü insanlarında yenilebileceği” ilhamını vereceği zikrediliyor. Halbuki, aksine, Erdoğan’ın bağımsız politikaları “Dinle ve itaat et” modundaki ülke ve liderle ilham kaynağı olacaktır.
The Economist kayıtsız şartsız destek verdiği, seçimi kazanırsa her şey düzelecek kehaneti yaptığı Erdoğan karşıtı tarafa tavsiye kisvesinde talimatlar geçmeyi de unutmuyor.
“Demokratik muhalefet partileri tehlikeyi görmeli çok geç olmadan birleşmelidir” diyor tepeden bakarak.
POLITICO’NUN KAYNAKLARI MÜZMİN MUHALİFLER
Politico’ya gelince, bu da Türkiye Cumhurbaşkanı aleyhine her fırsatta asılsız isnatlarda bulunan bir medya kuruluşudur.
Mesela “2023’ün en önemli seçimi: Türkiye” başlığı ile verdiği haberde sadece muhalif kaynakları kullanmış. Hatta Can Dündar’a yer açmış. Zaten gözden kaçırılmaması gereken bir husus buradaki muhalifler ile dışarıdaki destekçilerinin al takke ver külah ilişkileridir. Birbirlerini bilgi olarak beslemekte dolayısıyla aynı frekansta bilgiler ortaya çıkmaktadır.
MÜDAHALE HİÇ BİTMEZ
Türkiye’nin silkinip kalkıyor olması siyasette, ekonomide, savunmada ve diplomaside güçleniyor olması, özellikle de kartların yeniden karılmaya başladığı bir dönemde, Türkiye’nin hinterlandını çok iyi bildikleri için, özellikle Batılıları rahatsız etmektedir.
O yüzden gizli ve açık (Biden örneğinde olduğu gibi) Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek için ellerinden geleni yapacaklardır. Dinleyen ve itaat eden, kontrolleri altında bir Türkiye istemektedirler.
Her şeye rağmen Türkiye ayağa kalkıyor, Batı bunun manasını iyi bilir, engellemeye çalışıyor. Şu da var ki, Türkiye düşmanlarının tür müdahaleler hiç bitmemiş, bitmeyecektir de işbaşına kim gelirse gelsin.
MİSLİYLE CEVAP VERİLMELİ KENDİ DİLLERİNDE
Bu arada, Türkiye bunlara kendi ve daha da önemlisi anlayacakları dilden misliyle cevap vermelidir. Yumuşak karnımız burasıdır. Yabancı dillerde yayınlarımız olsa da halen çok zayıftır. İngilizce, Fransızca ve Almanca güçlü yayınlar elzemdir.
Türkiye oldukça önemli bir kavşakta seçimleri bekliyor. Dünyanın yeniden kurulduğu bu zaman diliminde Türkiye’yi daha da ileri taşıyacak güçlü bir liderliğe ihtiyaç olduğu aşikardır. Türkiye bir ve beraber olduğu zaman hariçten gazel okumaların hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.
Bu seçim son şansları
Batılılar, özellikle de Almanlar kendi iç çevrelerinde, “Eğer Türkiye’yi bu haliyle durdurmaz isek, özellikle 2023 seçimlerinden sonra hiç durdurmayız” diye konuşuyor.
Mevcut başkanlık sistemi ile hızlı karar ve yol alabilen bir siyasi mekanizmayı değiştirerek getirilecek çok başlı, zayıf hükümetli bir parlamenter sistem onların tercihidir.
Bütün kanallar adeta ağız birliği içinde hepsi aynı merkezden besleniyormuşçasına Erdoğan’a karşı ciddi cephe almış durumdalar. Aslında analiz yapıyor gibi gözükseler de, bir müdahaledir.
Bizim insanımız böyle mühendislik operasyonları ile siyasi düşüncelerini, duruşlarını değiştirecek değildir. Bu milletin sosyolojisi, dış müdahalelere hiç müsait değildir. Dışarıdan müdahaleler halkın kendi milli duruşuna daha çok sarılmasına neden oluyor.
Türkiye ile çeşitli sebeplerden dolayı rekabet içinde olanlar, Türkiye de bugün AK Parti değil de başka bir güçlü iktidar olsaydı ona da muhalefet ederlerdi.
Türkiye’deki seçimler nezih, temiz seçimlerdir. Erdoğan şu anda bu seçimleri kazanmak için canhıraş çalışıyor. 9 tane önemli muhalefet figürü, bir lideri yenmek için arazide uğraşıyor. Demek ki ortada çok demokratik bir yarış var ama bu yarışta Batı istediğini elde edemeyince ister istemez Türkiye’yi diktatörlükle suçlayabiliyor.
İstedikleri darbe ya da istikrarsızlık
Türkiye çok yönlü bir strateji izleyen merkezkaç ülke olarak algılanıyor Batı tarafından. Rahatlıkla sınırlarının dışında operasyon yapabilen bir ülkeye dönüşüyor vs. Bu hareket tarzı ABD eksenli Batılı ülkelerin stratejileri ile yer yer ters düşüyor. Bu çerçevede Avrupa da, Avrupa medyası da üzerine düşeni yapıyor.
Batılı ülkelerin tek taraflı olarak istedikleri politikaları hayata geçirebildikleri dönemler Türkiye’de ya darbe dönemleridir ya da siyasal istikrarsızlığın yüksek olduğu dönemlerdir.
İkinci eksen; Türkiye’de çok uzun yıllardır sağda ve solda, özellikle solda, Batı ile çok yakın ilişkide bulunan, düşünce olarak onlara son derece yatkın bir entelijansiya gelişti. Batılı dergi, gazete ve kamuoyu yapıcılarının Türkiye’deki seçimleri bu kadar merkeze alan bir yaklaşım içerisinde olmalarının temelinde yatan bir şey de bu entelijansiyanın tekrar Türkiye’de güçlenmesini sağlamak. Yani bir tarafta siyasal bir zemini oluşturma, diğer tarafta bunu destekleyecek bir entelijansiya, bir söylem bütünlüğü oluşturma çabası var.
Üçüncü olarak, bu durum Avrupa içi dengeler açısından da okunmalı. AB’de bir merkez Avrupa var. Üreten, ürettiğini çeper Avrupa’ya satan, orayı finansal kanallarla kendine bağlı kılan, çeper ülkeleri tam Avrupalı görmeyen bir merkez bu. Türkiye’nin çeper Avrupa’ya yönelik açılımını ise bir tehdit olarak görüyor bu ülkeler.