Her ülke için vazgeçilmez iki kurum, siyaset ve ordu. İkisine de hakim olması gereken şey hukuk. Hayati bu iki kurumun ilişkilerinde “güç” yerine “hukuk” belirleyici olduğunda, yani herkes hukukun kendisine tanıdığı imkan ve sınırlar içinde kaldığında normalleşme ve ardından gelişme olur.
Bize hukuka itaat eden ordu ve hukuku işleten siyaset lazım. Bunu başaramadığımız sürece Türkiye her açıdan tehlike altında hissetmeye devam edecek kendisini. Kurumları agresif ve baskıcı, kitleler reaksiyoner olacak. “Sürekli gerginlik” hali hepimizi operasyonlara açık hale getirecek.
Evrensel hukukun olmadığı yerde, kanunlar geçerlidir. Kanunların olduğu yerde güçlü olanın keyfiliği vardır. Keyfiliğin hüküm sürdüğü yerde ise birden fazla iktidar oluşur. Bu da kuralsız bir şekilde “iktidar çatışmasını” kaçınılmaz kılar. Hukukun olduğu yerde çatışmanın yerini “rekabet” alır.
Biz siyasete düzenlenen operasyonları, partilerin içlerinin nasıl boşaltıldığını, siyasetin nasıl susturulduğunu da gördük. İçi boşalmış, anlamını yitirmiş partilerin iktidara geldikleri halde iktidar olamadıklarına da şahit olduk. Bizde siyaset kurumu ve siyasi partiler sürekli gözetim altında tutuldular, o yüzden millet iradesi yansımadı…
İktidar için çatışan siyasi partiler ve iktidar için rekabet eden siyasi partiler.
Türkiye'nin geleceği siyaset kurumunun güçlendirilmesinden, hukukun ve demokrasinin her yere hakim olmasından geçiyor.
Siyasetin alternatifi siyasettir. Yönetemeyen, hizmet üretemeyen siyasetin alternatifi, yönetme iddiası taşıyan ve toplumu ikna eden siyasettir. Hem iktidar partisinin iktidarda dönüşmemesi, kimlik ve amacına yabancılaşmaması için, hem de toplumu rahatlatmak için Türkiye'nin alternatif siyaset adreslerine ihtiyacı var.
Demokrasinin hakim olduğu hukuk düzeni içinde ordu siyasetin uzağında durmalı, siyaset de kendi içinde daha makul bir ilişki kurmalı.
Parti taassubunun yerini, Türkiye'yi düşünen bir söylem, ilişkiler, akıl, duygu ve zihniyet almalı… Böyle olursa siyaset de rahatlar, ordu da rahatlar. Herkes bilir ki “Türkiye sevdası” kimsenin tekelinde değil…
İşte DP Genel Başkanı Süleyman Soylu ile sohbetin bende çağrıştırdıkları…
Devlet içinde ayrı bir etkinlik bulundurmak isteyen bir anlayışın devlet dışına çıktığı zamanda, hem devlet çerçevesinde hem de onun sirayet ettiği başka alanlarda ilelebet bir iktidar yürütme arzusunun tanımıdır.
Bir dönem o hata yapıldı... Şimdi devlet o gücü eline almaya çalışıyor.
Bir numaraya ulaşılmazsa, bu davanın başlangıcıyla sonu arasında fark olmaz. Bu iş kesinlikle çözülmeli, ama hükümetin bu konuda kafası karışık. Siyasetçi, karşı taraftakinin açığını yakaladım, açık öylece kalsın ben de kendi pozisyonumu devam ettireyim diye bakmamalı. Yani hükümet bu kartı açık tutma eğiliminde. Bu çok tehlikelidir. Ergenekon davası, Türkiye'nin hukuk imtihanıdır, sulandırılmamalı, siyasallaştırılmamalı.
Sulandırılmıyor mu… Yargı içinde de bir iç çatışmanın olduğu apaçık ortada. Ergenekon'un sulandırılması, siyasi malzeme haline gelmesi hem Türkiye Cumhuriyeti'nin hem de hukukun saygınlığına gölge düşürür. Bundan milletimiz zarar görür. Bu süreçte 28 Şubat bilerek atlanıyor, o dönem sorgulanmıyor. Devlet öyle kirlenmiş ki, bu haliyle adım atamaz. Hükümete gelenler ya da bürokrasi bulunanlar devleti ele geçirmek sevdasından vazgeçip, devleti milletin hizmetine sunmalılar.
Eder.
Bir kısım, siyaset, bir kısım bürokrasi ve bir kısım da üst düzey işadamı…
İçinde her şey var…
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Ergenekon konusunda beklenilenden daha net ve daha cesur buldum. Asker de her şey açığa çıkarılsın, suçlular gizlenmesin diyor.
Doğrusu oydu ama ordunun da sınırlarını çok zorlamamak gerekir… Demokratik ülke-lerde sizin dediğiniz gibi olur…
Akil adamlar gibi gözüküyor ama içinde eski Genelkurmay başkanlarının da bulunduğu bir toplantının yapılması demokratik açıdan sağlıklı değil. Devlet adamları görevlerinden ayrıldıktan sonra bu tip manipülasyonlara açık organizasyonların içinde bulunmamalılar.
Öyle gözüküyor…
Merkez siyaset üzerinde ağır ve çok ciddi baskılar hep var oldu. Bu da onlardan birisidir. Bu baskılar da öteden beri DP çizgisi üzerinde yoğunlaşıyor.
Kim oldukların hepimiz biliyoruz. Hükümeti ve devleti yönetenlere gelen ta- lepler demokrasi ve hukuka uygun olmalı ama bu olmuyor. Bu olmayınca da Türkiye'de hiçbir şey olmuyor. Türkiye 1960 ihtilalinin kapağını açamadı. 1950-60 dönemi net bir şekilde aydınlatılamadı, aksine karanlık bir dönem olarak bırakıldı. 1971'deki olay da, 80 darbesi de henüz tartışılamadı. Sistemdeki sorunlar çözülmediği için Türkiye'nin önünün açılması imkanı oluşmadı. Aydınlanması gereken karanlık dönemlerimiz var.
Devlet içinde statükoyu muhafaza etmeye çalışanlar. Bunların az da olsa toplumda karşılığı var.
İnsanî açıdan bakın, bu ülkede bir Başbakan asıldı. Elinde silah olanlar 71'de muhtıra verdiler. 80'de sabahın köründe Başbakan'ın kapısını çalıp tevkif ettiler. Bunlar o baskı unsurunun kendisini herkese kabul ettirmeye çalıştığının aşikar kanıtlarıdır.
Hayır. Siyaset de insanlara benzer… Bazen Cumhurbaşkanlarının da, Başbakanların da altında bilmedikleri bir yapı işler, onlara her şeyi biliyor diyemeyiz… Bakın 28 Şubat da, 12 Eylül de, 12 Mart da, 60 darbesi de Ergenekon tipi örgütlenmelerin yaptığı işlerdir. Ergenekon mağduru da her zaman demokrat düşüncedir.
Evet. 1960, 12 Eylül ve 28 Şubat tipik bir Ergenekon'dur. 28 Şubat sürecinde milletve-kili transferleri, tehditler, provokasyonlar, kurulan havuzlar, kimlerin para aktardığı, kimin bu paralar vasıtasıyla siyasi sistemin gücünü elde etmeye çalıştığı Ergenekon kapsamında aydınlatılmalı.
Evet, hepsi Ergenekon tipi örgütlenmelerdir. Bugün üzerinde önemli durulması gereken bir konudur, Ergenekon'un, siyaset üzerindeki baskılarının aydınlatılması meselesi.
Her şey çok açık… Bu tür oyunlar artık Türkiye'de kimseye bir şey kazandırmayacak. Bu oyuna razı olan siyasiler de artık Türkiye'de siyaset yapacak imkan bulamayacaklar. Siyaset üzerindeki baskılar açıklanmalı, herkes bu konuda net olmalı. Net olmayanlar, baskıya boyun eğenler sahte kahramanlık peşinde koşuyorlar…
28 Şubat için de aynı hikayeler anlatılıyor, bunlar hikaye…
Bir siyasi parti genel başkanı hakkında böyle bir söz söylenmişse dünyada söylenemeyecek daha nezaketsiz başka bir söz yoktur. Bu sözün altı yok. Mumcu için söylense de kabullenemeyiz. O konuşmada yer alan son cümle de ayrı bir talihsizliktir.
Bir zihniyeti ifade ettiği için talihsizliktir. Hem Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hem de milletimize karşı yapılmış büyük bir yanlıştır bu sözler.
Bunun için askeri cesaretlendirici yapıyı değiştirmek lazım. Genelkurmay Başkanlığı'nı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlarsınız bu iş çözülür, siyaset kurumu Türkiye'nin en güçlü kurumu haline gelir…
Bu Türkiye için de kayıp olmuştur…
Benim Ağar'la hiçbir ilgim yoktur, bu saatten sonra hiçbir ilgim de olmayacaktır.
Ağar'ın siyasetinin hiçbir noktasını kabul etmiyorum. Genel başkanlığa aday olduğunda eleştirdim, seçilince parti kongresinin aldığı karar gereğince sustum ve kendi irademle dışarıda kaldım. Bunların DP'nin başına geleceğini biliyordum, şimdi de tövbe istiğfar ettik.
Silecek bir iz kaldı mı ki…
Sayın Çiller Başbakanlık yaptı. Ergenekon'la ilgili iddiaları da hesaba katarak söylüyorum, Başbakanlığı döneminde legalitenin dışında hiçbir bir şey olmadı.
O söz Mehmetçik için söylenmiştir. Bu sözü başka bir mecraya taşımak ve bir siyasi partinin genel bir anlayışı gibi göstermek abestir.
Çiller'le görüşüyoruz, ama Ergenekon'u hiç konuşmadık.
Görüşürüz… DP çizgisinin çok önemli bir figürüdür…
Bu iş kamuoyu vicdanında mahkumdur, tarafların bugüne kadar yaptıkları açıklamaların tatmin edici hiçbir yanı yoktur.
Birbirine benzer iki siyasi partinin sürekli birbirinin gücünü azaltan bir anlayış içinde bulunması doğru değil.
Dönem dönem aklımızdan geçti, ama bir önceki teşebbüsün kimya bozukluğu, güvensizlik bizi etkili-yor… Şimdi biz DP'yi düzlüğe çıkarma mücadelesi veriyoruz. Merkez sağ bloklaştırıldı, esneklik kalktı, devlet iradesi belirleyici oldu. Böyle olunca CHP ile DP arasındaki belirleyici farklar azaldı. Bir yıldır farklılaşmaktan söz ediyorum, bir yıldır DP'yi demokrat bir çizgiye oturtmaya çalışıyorum.
DP 29 Mart akşamı Türkiye'nin sürpriz yapan partisi olacak.
En az sekiz vilayeti alırız, belediye bazında ise yüzde onu geçeriz…
Türkiye'nin alternatifini yeşerteceğiz. Aldığımız oy 30 Mart günü iki katı olacaktır.
5.4'ün altında kalırsam genel başkanlığı bırakırım. Başarılı olursam da ilanihaye bu koltukta oturmam. Türk siyaseti artık güvene dayanmaktadır.
Yeterince değil. Kimseye kabahat bulmuyorum, demokrasilerde herkesin ağırlığı aldığı oy kadardır.
Partiyi toparlamak ve başarıya taşımak gibi ağır bir sorumluluk var üzerimde. 55 yaşımdan sonra siyaset yapmam, siyaset üzerinde vesayet de bırakmam.
İşte o siyaset üzerinde vesayettir, onu hiç yapmam. Dünyada siyasetin dışında da çok güzel hayat var. Siyaseti biraz hafife almak lazım.
AK Parti'den teklif aldınız mı? Yerel siyasette sevilen, başarılı biri oldum, parti, isim cisim ayırmaksızın, herkesin Süleyman'ı olarak hizmet ettim. Dolayısıyla her dönem sağ partilerin tümünden teklif aldım…
Yok desem yalan olur…
Devletleşmemeli. Halkın iradesinden kopmamalı. Dünyanın evrensel normlarıyla acil bir şekilde uyumlaşmalı. Parti içi demokrasiyi kendisine ait en önemli denetim mekanizması olarak kabul etmeli. Siyasetin bir hoşgörü, hizmet, rekabet ve kalite işi olduğu unutulmamalı. Hükümet birer yıl arayla milleti pozitif sarsacak büyük eylemlerini devam ettirmeli. Ben hükümetin başarısızlığını istemem, başarısız olsunlar da bize fırsat çıksın demem.
Demirel'i kaldırmak mümkün değil. Anadolu'da nereye git-seniz, ben Demirel'in adamıyım diyen insanlar karşılıyor sizi.
Tabii, tabii. 1990 sonrası partiyi devletleştirdik, partiyi demokrasiden uzaklaştırdık.
Hepimiz. İsim önemli değil, o kişiler zaten bulundukları mevkileri bırakmak zorunda kadılar, bedellerini ödediler.
Sayın Demirel de bir insan, hata yapabilir, doğru düşünür yanlış çıkabilir, yanlış düşünür doğru çıkabilir…