Yeni bir medeniyet hamlesi başlatmamız gerektiğini ifade eden Prof. Bekir Karlığa, "Bugün dünyamızı kana bulayan savaşlar, çatışmalar, terör, emparyalist oyunlar aslında insanlığın ortak değerlerine karşı girişilmiş bir savaş. Bunun karşısında en büyük gücümüz medeniyetimiz" diyor.
Prof. Bekir Karlığa Medeniyet Araştırmaları Merkezi MEDAM'ın kurucusu ve başkanı. Aynı zamanda Başbakan Erdoğan'ın eşbaşkanı olduğu Medeniyetler İttifakı Projesi'nin koordinatörlüğünü Başbakanlık Müşaviri sıfatıyla yürütüyor. Karlığa'nın bitmek bilmez öğrenme merakı onu kültürler arası medeniyetler konusuna getirmiş. Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde görüştüğümüz hocamızla pek çok konuya değindik.
Felsefeye yönelmemde özellikle İmam Gazali'nin Filozofların Tutarsızlığı eseri üzerindeki çalışmalarım etkili oldu. Ben de herkes gibi Gazali'nin felsefeyi çürüttüğünü ve felsefenin zararlı bir şey olduğunu düşünüyordum. Sonra farklı yaklaşımlar olduğunu görünce kulaktan duyma basmakalıp ifadeler yerine aslını öğrenmek için ilahiyat fakültesinden sonra tekrar lise sınavlarına girip lise diploması aldım. Çünkü o dönem İmam Hatip mezunlarını üniversiteye kabul etmiyorlardı. Tekrar üniversiteye girip felsefe seçtim.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde de din ve felsefe arasında, ortaçağla modern çağ arasında büyük bir çatışma olduğu anlayışı hakimdi. Bir süre sonra gördüm ki din dışı felsefe öğrenimi de yetersizdi. Tam bir felsefe taraftarlığı vardı. Üniversitede felsefe okurken bir taraftan da ilahiyat diplomamla İslam felsefesi alanında doktora yaptım. Ben 6 sene eski usül medrese eğitimi gördüm. İlahiyat da okuduğumdan dolayı felsefe bana çok albenili gelmedi ama çok yararlı oldu.
Başlangıçtaki merakımı izale etmek için Sokrat öncesi Yunan felsefesiyle, bu felsefenin İslam dünyasındaki algılanışıyla ilgili bir doktora tezi hazırladım. Böylece İslam dünyasına antik düşünce ve kültürlerin nasıl girdiğini ve nasıl değerlendirildiğini araştırdım. 1960 Türkiyesinde sol ve sağ kesim dinle felsefenin asla buluşmayacağı noktasında birleşiyorlardı. İkisi de din ve felsefeyi bağdaştıramıyordu.
Ben kendi zihnimde felsefe ve dinin bağdaşabilirliğini uzun bir geçmiş ve eğitim tecrübesinden sonra düşündüm. Bu beni farklı kültür ve medeniyetlerin arasındaki ilişkileri incelemeye sevketti. Batı felsefesi ve rönesansının temelinde İslam düşüncesi ve felsefesinin olduğu kanaati bende etkin oldu. İki ciltlik “İslam düşüncesinin Batı düşüncesine etkileri” diye bir çalışma yaptım. Medeniyet ve medeniyetler arası ilişkiler böylece gündemime girdi.
Medeniyet bilincini geliştirerek olacak. Bugün dünyamızı kana bulayan savaşlar, çatışmalar, terör, sömürüler, emparyalist oyunlar aslında insanlığın ortak değerlerine karşı girişilmiş bir savaş. Bunlara aynı şekilde karşılık veremeyiz. Bunun karşısında en büyük gücümüz, silahımız medeniyet. Bir medeniyet bilincini küresel anlamda geliştirmek zorundayız. Bunun tohumlarını da Medeniyetler İttifakı projesiyle Sn. Başbakanımız öncülüğünde dünya gündemine taşımış bulunuyoruz. Medeniyet tarihinde önemli misyonlar edinmiş bir birikime sahibiz. Bu zenginliğimizin önce kendimiz farkına varmalıyız. Özellikle son 200 yıldaki gelişmeler yabancı kültürlerin peşinde koşan rüzgara göre yön değiştiren toplumlar haline getirdi İslam toplumlarını. Bugün de böyle devam ediyor.
Hiç bilmiyoruz, anlatılmıyor. Hatta bıyıklı Türkler diyerek kendimizi küçük görüyoruz. Bu mağduriyet kompleksi. Bin sene evvel Avrupalılar "Biz adam olmayız çünkü Arapça gibi bir dilimiz yok. İbn-i Sina gibi, İbn-i Arabi, Aristo gibi düşünürlerimiz yok" diyorlardı. Biz de bu psikoloji içine girdik. Ama bugün geldiğimiz aşamada en güçlü tarafımızın da kültürel birikimimiz ve medeniyet bilincimiz olduğunu görüyoruz.
Bu algı siyasi muhalefet tarzında bir algı. Yanlış bir algı. BOP'un aktörleri Amerika ve İsrail. Amerika Medeniyetler İttifakı'na ancak geçen sene dahil oldu. İsrail ise halen dahil değil. Amerika'nın Medeniyetler İttifakı'na bakışı bugün bile yeterli değil. Böyle söylemek hükümeti zayıf düşürmek için ve başbakanın bu projenin öncülüğünü yapmasına tahammül edemedikleri için. Medeniyetler İttifakı projesi yüzyılımızın barış projesidir.
Projenin önü açık. Medeniyet ağırlıklı her şey bunun içine girer ama yeterli adımlar henüz atılmadı çünkü uluslar arası arenada bunun taraftarları ve karşıtları var. Medeniyetleri çatıştırmak isteyen bilinmeyen bir güç var. Bunlar zengin kaynakların üzerine oturmak, kendi emperyal emellerine göre dünyayı yönetmek istiyorlar. Bunlara aynı şekilde cevap vermek mümkün olmuyor. Bunu en son Irak'ta Afganistan'da Libya'da gördük. Verilecek en doğru cevap medeniyet değerlerinin öne çıkarılarak evrensel değerler üzerinden önlerini kesmek olacaktır.
Sn. Erdoğan'la çalışmak çok kolay, çok da rahat. Sn. Erdoğan kendi konunuz içinde kalıyorsanız size bir şey söylemez. Ama üzerinize düşmeyen işlere karışırsanız doğru bulmaz. 2.5 yıldır Medeniyetler İttifakı projesinde çalışıyoruz. Sayın Başbakan bu projeye gönülden inanıyor. Gösteriş için ya da toplumları biraraya getirmek için değil. Medeniyet bilincinin yaygınlaşması için elinden geleni yapıyor. Her toplantıda Medeniyetler İttifakı'na vurgu yapıyor çünkü dünyanın geleceğinin burada olduğunu görüyor. Kendisinden hep teşvik ve destek gördüm.
Medrese eğitiminden klasik Arapça biliyordum, modern Arapça'yı da İmam Hatip süresince modern metinleri okuyarak, külfetli bir dönemden sonra ilerlettim. İslam enstitüsüne geldiğimde modern metinleri tercüme edebilen 3 - 5 kişiydik. Bir arkadaş grubu Fi Zilali'l Kur'an'ı tercümeye başlamışlardı. Bana teklif getirdiler, memnuniyetle kabul ettim ve büyük bir bölümünü ben tercüme ettim. Sonra heyet halinde gözden geçirildi.
1960'lı yıllarda Türkiye'de İslam dünyasındaki müellifler hakkında fazla bilgimiz yoktu. Türkiye'de ilk defa Seyyid Kutup'un “İslam'da Sosyal Adalet” kitabı tercüme edildi. O tercüme büyük bir yankı uyandırdı. Yeni bir anlayışın sergilenmesine imkan verdi. Muhammed Kutub'un, Seyyid Kutup'un, Mevdudi'nin külliyatını daha imam hatipteyken okudum. Bunlar bizim için son derece yeni ve cazip fikirlerdi. İslam'ın bir dünya görüşü olduğunu bir hayat biçimi olduğunu anlatıyorlardı. Bu İslam düşünürleriyle yakından ilgilenip kitaplarını tercüme ettim. Yedi sene çalıştık Fi Zilali'l Kur'an için. Bakış açısı çok farklıydı, devrimci bir niteliği vardı. Son derece yararlı oldu, İslami hayatın gelişmesinde katkısı oldu.
Bizim anlayışımızda Seyyid Kutup'un Mevdudi'nin siyaset görüşü önemliydi ama esas İslam düşüncesi çarpıcıydı. Siyasi tarafı çok da fazla ilgilendirmiyordu. Her ne kadar kendisi de marjinal bir yaklaşım içindeyse de birikimi itibariyle modern düşünceye açıktı. Seyyid Kutup'un Yoldaki İşaretler olmak üzere kitaplarının bir kısmı ister istemez baskı ortamına tepki olarak doğmuştu. Dolayısıyla çok etkili oldu. İran devrimi çerçevesinde de daha marjinal anlayışlarla anlatılması yorumlanması imkanı doğdu. Bu gibi insanlar İslam dünyasına yeni bir ruh getirdiler ama bu ülkelerin iç sıkıntıları nedeniyle daha çok grafik yönleri ön plana çıktı, fikri yenilikler gözardı edildi. İslam dünyasında bir zihniyet dönüşümünün işaretiydi. Bu zihniyet dönüşümü de en iyi Türkiye'de algılandı çünkü Türkiye'de demokrasi olduğundan rahatlıkla tartışılabildi. En olumlu etkisi Türkiye'de oldu. Rejim sorunu haline gelmeden silahlı mücadeleye dönüşmeden entelektüel bir yapıya ulaştı.
Bu her yazar için böyledir. Her yazar fikrini ortaya koyar belli bir süre için fikirleri çok canlıdır. Bir müddet sonra o aşılır daha yeni yaklaşımlar getirilir. Seyyid Kutup 1960'larda önemli bir misyon yüklenmişti. Ama bugün dünya değişti. Demokrasilerin yaygınlaştığı bir dünya, despotik rejimlerin destek bulamadığı bir dünya var.
MEDAM, tamamen medeniyet ağırlıklı bir araştırma merkezi. Amacımız 20'den fazla medeniyete ev sahipliği yapan Türkiye ve iki medeniyete başkentlik yapan İstanbul'un medeniyet birikimini dünyaya tanıtmak, küresel çapta bir medeniyet şuurunu geliştirmek. Bu merkez bir belgesel yapmak üzere 2008'de kuruldu.
“Batıya Doğru Akan Nehir” insanlığın medeniyet yolculuğunu, Dicle ve Fırat havzasından başlayarak MÖ. 10. yüzyıldan günümüze kadar gelen medeniyet yolculuğunu ele alıyor. Bunun içinde İslam medeniyeti, Türk medeniyetinin evrensel uygarlığa katkılarını konu ediyor. İslam dünyası için 20 bölüm ve bir de 7 bölümlük uluslar arası versiyonunu hazırladık. Özellikle İngilizce çektik. İngiltere'de belgesel yapımı ile ünlü bir yapım şirketiyle anlaştık. Roma dizilerinin yapımcısı John Milius'un süpervizörlüğünde çektik
16 ülkede, 200 civarında bilim adamının görüşü alınarak çekilen bu belgeseli kendi medeniyetimizi ön plana çıkarmak için değil objektif yaklaşımla ele aldığımızı yabancıların görüşlerine de yer vererek göstermek için. Milius bize çok önemli katkı sağladı. Bu zamana kadar savaş filmleri yapmış, güçlüden yana filmler çekmiş. İlk defa medeniyet ve barışı öne çıkaran tarihin barış üzerine nasıl kurulabileceğini anlatan bir filme imza attı. Bu ay yayına girecekti ama seçim takvimi nedeniyle siyasi hengame arasında kaybolup gitmesin diye seçim sonrası yayına başlayacağız.
O sözü öyle söylemedim, bazı zümreler bunu kullanıyor. “Kim La ilahe illallah” derse cennete girer hadisinin açıklamasında söylenen bir şey bu. Art niyetli kişiler Hz. Peygamberi ortadan kaldırıp Hristiyanları Musevileri Müslümanları birleştiriyormuşuz gibi göstermeye çalışıyorlar. Bunun arkasında kültürler arası diyalog, medeniyetler arası ilişkiler çalışmalarına tahammül edemeyenler var.
Şuursuz yapılan hiçbir şey kalıcı olmaz, şuurlu yapılan hiçbir şey de ortadan kaldırılamaz. Dini hayat bugün Türkiye'de daha geniş bir hale geldi. Çünkü insanlar hangi inancı benimsiyorlarsa onun nedenini nasılını sorgulayıp öyle yapıyorlar. Benim şahsi kanaatim İslam Dünyası'nda büyük bir canlanma, şuurlanma ve öze dönüş var. Doğruyu yanlışı bulmaya çalışan bir nesil var.
Dünya küçük bir köyü bırakın bir apartman haline geldi. Kapalı rejimler bitti. Kültürel düzey gelişiyor. İnsanlar bunu yap şunu yap direktifleriyle davranış belirleme devri geçti. Bugün Müslümanlık şuurlu bir İslam anlayışı içerisine gelmiştir. İslam Dünyası'nda despot rejimler bu yüzden ayakta duramıyor sarsıntı geçiriyor.
İslam Dünyası 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yeryüzü nimetlerinden faydalanmaya başladı. Eğitim düzeyi yükseldi, dışındaki dünya ile ilgilenmeye başladı, birkaç dil bilen insanlar yetişti, dünyayı takip eden insanlar yetişti. Nimetlerden istifade etmek gerekir hatta bir vecibedir. Dünyanın önderi olmak Müslümanlar için temel bir prensiptir.
Bu olur, bu bir kültürel süreçtir. Kültürel süreç işleyecek. Eskiden de Anadolu'da da zengin insanlar vardı ama kapıcı namaz kıldığı zaman önemsiz, yönetici namaz kıldığında korkular endişeler başlıyor. Cami sadece kapıcıların değil, yöneticilerin de olacak. İş adamlarının da olacak. Toplum katmanları içiçe girecek. Sınıfsal çatışma devri artık geçti geride kaldı. Umutsuzluğa düşmenin anlamı yok. Hiç umut etmediğimiz kadar olumlu şeyler oluyor. Hiç düşünebiliyor muydunuz Mübarek rejimi bir günde devrilebilsin.
Türkiye'deki görsel medyanın çok sığ, banal ve basit olduğunu düşünüyorum maalesef. Görsel medya seviyeli yayınlar yapamıyor buna dini konular da dahil. Din adamları ya da dini menşeli kişiler de medya önüne çıktıklarında medyanın büyüsüne kapılıyorlar. Ama dini konuların tartışılması faydalıdır. Medyada tartışılanlar bir süre sonra sağlam mecrasına oturur. Bu sürecin içinden geçilecek. Hiç tartışılmasa kötüler yanlışlar görmezden gelinse daha mı iyi? Ama bunları avamileştirmemek lazım.