Emekli diplomat, İspanya uzmanı Akın Özçer; “İspanya'da Franko diktatörlüğü bitince büyük bir demokratikleşme hamlesi yaşandı ve terör sorun olmaktan çıktı. Bütün tecrübeler gösteriyor ki, terörün olduğu yerde insan hak ve özgürlüklerine özel hassasiyet gösterilmeli ve halk teröristlerden ayrılmalı. Bizde biline biline tam tersi yapıldı, 'terör varken demokrasi olmaz' denildi. Bugün iktidar çözmekte kararlıysa acilen yeni bir anayasa yapmalı” diyor.
Her sorun çözülebilir. Bunu için, öncelikle sorun üreten zihniyet ve o zihniyeti sürdüren sistem değişmeli.
Türkiye'de eski ve yeni, köklü ve savruk sorunlar var. Fakat hiçbirine mahkum değiliz. Çözebiliriz, çözülebilirler. Yeter ki sorunlardan beslenenleri bilelim. Yeter ki sorundan etkilenenleri önemseyelim.
İnsana dönelim, her bir insanın varlığına, kendini inşa serüvenine, iç ve dış yolculuklarına değer atfedelim. Halden anlar bir insan olarak 'duyarlı' yaşamalıyız ki, bize etki eden sistemi ehlileştirelim… Kendi kaderimizi tayin hakkını devlete bırakmayalım. Devletin kaderini tayın hakkını elimizde tutma bilgi ve cesaretini gösterelim.
İnsana yabancılaşmadan yaşayabilirsek, insan insana sorun olmaktan çıkar. İnsanın sorun olmadığı yerde sorunlar gelip geçicidir. Bugün pek çok sorunla birlikte Kürt sorunu da çözüm bekliyor. Çözüm yolunda sanırım anahtar kavram; “farklılık” ve “varolma” haklarına saygı… Saygı, derinleşir, insandan başla, insana varırsa sorun çözme kabiliyetimiz artar… Bu, devlet için de geçerlidir, birey için de…
Esas mesele “insan olmak” ya da insani bir yapı kurmak… Çünkü sorunlar gibi sorunları üreten söz, tavır, davranış, davrınış,er, ilişkiler, tavırlar, kurumlar, zihniyet ve bütün bunların yapısal birikimi olan devlette insanın eseridir.
Sorun çözmek yeteneğimizi görmek için için, Akın Özçer ile konuştum. Özçer, emekli diplomat, Türkiye'nin Madrid Büyükelçiliği eski Müsteşarı ve eski Lyon Başkonsolosu. “İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği” ve “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Ayrılıkçı Terörle Mücadele Modeli” adlı iki kitabın yazarı. Özçer ile elbette terörle mücadelede İspanya örneği ve “Bask modeli”ni masaya yatırdık.
Arada 30 yıllık bir fark var. Franko diktatörlüğünden çıktıktan sonra İspanya dünyada az görülür bir şekilde demokratikleşme sürecine girdi. Türkiye'de de benzer bir demokratikleşme yaşanması gerekiyor. ETA ve PKK'nın benzerlikleri var. İkisi de teröre başvuruyor ve bu yolla devletle masaya oturmaya çalışıyorlar.
Bask ülkesi göç alan gelişmiş bir bölgedir. Göçle birlikte işçi sınıfı ve liberalleşme de gelişiyor. Buradaki muhafazakar milliyetçi sınıf var. Yaşam biçimlerinin bozulmasıyla birlikte yükselen Bask milliyetçiliği bir akıma dönüşüyor ve göçmenlere 'yabancı' nazarıyla bakıyor. Bask milliyetçiliği, anti liberal, kökten dinci ve ırkçı bir hareketti.
Basklar 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar kısmi özerk bir yapıya sahiptiler. Dillerine, kültürlerine, mali, adli, idari yasama yetkilerine müdahale edilince, 1895'te ilk milliyetçi parti PNV (Milliyetçi Bask Partisi) kuruldu. İç savaşta, 1937'de PNV sürgüne yollandı. Franko ile birlikte dilleri yasaklandı, kültürel ve etnik farklar yok sayıldı. 1952 yılına gelindiğinde gizli Baskça kursları, dil okulları başladı. Bu süreç kiliselerin himayesinde EKİN örgütü ile başlıyor. EKİN'in terör amacı yoktu. EKİN, 1959'da ETA ismini alıyor.
1968'de ama organize bir eylem değildi. ETA 60'lı yıllar içinde Marksizm'den çok etkilenmişti. Kurucular da o yıllarda örgütten ayrılmıştı. ETA 23 Aralık 1973'te Franko'nun sağ kolu Amiral Carrero Blanco cinayetiyle tanımına uygun bir terör örgütü oldu denilebilir.
Hayır terörle sonuç alamadılar. Terör Franko döneminde ortaya çıktı. O dönem ve yasaklar olmasaydı İspanya belki de terörle tanışmayacaktı.
Türkiye, 1980 darbesinden sonra Franko rejimi kadar antidemokratik değildi belki ama benzerlikler var. O dönemde bizde de ana dil, Kürtçe yasaklandı, bölge insanı ikincilleştirildi, demokrasi, hukuk işlemedi…
Bağımsız Bask devletinin kurulması. İki ilkesi var; kendi kaderini belirleme hakkı ve toprak birliği. (Toprak talepleri nedeniyle)
ETA kör terör de uyguladı, ama seçilmiş isimlere yönelik geliştirdiği terör eylemleri daha çoktur. PKK eylemleri kör teröre daha yatkın.
Franko döneminde terörle mücadele tamamen askeri önlemler ve cezai yaptırımlar üzerine kurulmuştu ve bunlar çok sertti. Terörün çıktığı bölge abluka altına alınarak sadece teröristlere değil, onları koruduğu düşünülen bölge halkına da baskı yapılıyordu. Ele geçirilen militanlara ise yargı tarafından orantısız cezalar veriliyordu. Adam öldürmediği halde idam cezasına çarptırılanlar oldu. Avrupa ülkeleri bu duruma müdahale etti.
Kral Juan Carlos İspanya'yı evrensel demokrasiyle yönetmeye karar verince bütün İspanyolların katılımıyla demokratik anayasa için büyük bir reform süreci başladı.
Yeni anayasa, mümkünse ayrılıkçı unsurları da içine alan, mümkün olan en geniş mutabakatın sağlandığı bir sistemi öngörmeliydi. Yani kimse dışarıda kalmamalıydı.
Hayır. Demokrasi reformuna ve yeni anayasaya rağmen ETA ile mücadelede yöntem birden değişti-rilemedi. AB'ye girene kadar İspanya özellikle “karşı terör” örgütlenmesiyle (GAL) Fransa'daki ETA mensuplarını vurmaya devam etti. Franko döneminde ETA Fransa'da “Milli Kurtuluş Hareketi” olarak görülüyordu.
1976'da siyasi reformlara başlanırken, genel siyasi af da çıktı. İspanya'daki genel af teröristleri değil, Franco'nun 'anti İspanya' dediği siyasi muhalifleri kapsıyordu. ETA'nın durumuna gelince, 1974'den beri iki ETA vardı. Birisi siyasi-askeri (pm) olarak bilinen ETA, Marksist gerekçelerle terör yapıyordu. Diğeri askeri (m) ETA ise, askeri bir darbe yapması için ordu mensuplarını hedef alıyordu. İspanya'da 23 Şubat 1981 de bir askeri darbe girişimi oldu, Kral Juan Carlos tarafından önlendi.
Darbe girişiminden sonra, siyasi-askeri ETA, yasal siyaset hakkı karşılığı silah bırakma isteğiyle harekete geçti. Bunun üzerine 81/82 yıllarında siyasi-askeri ETA'nın tasfiye süreci başladı. Örgütün üyelerinden adam öldürmemiş, muhalif, düşünce suçlusu olanlar ceza indirimlerinden yararlanarak siyasete girdiler. Bask Solu (EE) adıyla bir parti kurdular. Bu parti 90'lı yıllarda Sosyalist Parti'nin Bask koluyla bütünleşti. Bu teröre karşı önemli bir başarıdır.
PKK aynı zamanda bir siyasal harekettir. Terör örgütleri de bir siyasi yapıdır. Sadece hedefe varmak için terörü kullanırlar ki bunun önlenmesi gerekir. Dolayısıyla, terörün ortadan kalkması için meşru siyaset alanının açık ve geniş tutulması gerekir. Ahmet Türk, “İspanya anayasasını getirin her şey bitsin” dedi. Ben DTP ve PKK'nın bugün itibariyle bundan daha fazlasını istediklerini sanmıyorum. Örgütler sürekli hedeflerini tekrarlarlar. Örneğin ETA daima ayrılıkçı söylemini dile getiriyor. Bağımsız Bask Devleti (Euskal Herria) hedefini yineleyip duruyor. Kürtlerde ise yıllar içinde bir değişiklik meydana geldiği görülüyor.
DTP'nin PKK'yı terör örgütü olarak görmediği gibi, İspanya'da Batasuna da ETA'yı terör örgütü olarak görmüyor, kınamıyor ve şiddetin karşılıklı olduğunu söylüyor. Batasuna ETA mensuplarını listesinden belediyelere olduğu kadar özerk parlamentoya (Josu Ternera) de sokmuştu. 2002 yılında çıkarılan Siyasi Partiler Yasası uyarınca, İspanya Batasuna'yı yasakladı. Onlar da, ANV, EHAK gibi çeşitli isimlerle kukla partiler kurdular. Bu partiler de yasaklandı.
Evet, özerklik, hatta bağımsızlık isteyen ve ETA'nın siyasi hedefini paylaşan başka partiler de var. Bu partiler Batasuna'dan çok daha güçlü. Başta Bask Ülkesi'nde oyların % 40'ına sahip PNV olmak üzere, bu partiler ETA'yı teröre yöneldiği gerekçesiyle lanetliyorlar. Bizde Kürt cephesinde DTP'den başka parti neredeyse yok gibi. Türkiye'de PKK şiddetini reddeden, kınayan Kürt ya da bölge milliyetçisi, hatta özerklikçi partilerin de olması gerek.
Batasuna, AİHM'ye yaptığı itirazında “İspanya ifade özgürlüğümüzü kısıtlıyor” dedi. Mahkeme ise, “Hayır, kapatılman konseyin ilkelerine aykırı değil, ETA ile organik bağın var…” dedi.
DTP içinde bazı kişilerin hatta partinin PKK ile organik bağının olduğunu ileri sürmek mümkün ama kapatsanız AİHM ne karar alır bilinmez. Bizde ayrılıkçılık da kapatma nedeni oluyor. Ama şimdi ayrılıkçı talepleri de yok…
İspanyollar, genel olarak, Basklara tanınan anayasal hakların Türkiye'de Kürtlere verilmediğini, Türkiye'nin yeterince demokratik olmadığını söylüyorlar.
Türkiye'nin sorunu demokratikleşme sorunudur. Bakın ETA eylemlerini arttırdığı halde, onlara aldırmayarak İspanya bunu başardı. İktidar kararlıysa, terörü çözeceğim diyorsa, PKK'nın terör eylemlerini artırarak bu süreci baltalamasına izin vermemeli. Tam demokrasiden en büyük zararı terör örgütleri görür. Türkiye bu yola girdiğinde, İspanya'da olduğu gibi, terör örgütü gittikçe zayıflar ve taban bulamaz.
Kesinlikle… Yıllarca, “terörle mücadele ederken demokratikleşme olmaz” denildi. Statükonun söylemi…
Ne yazık ki o zihniyet Türkiye'ye çok şey kaybettirdi. Kürt sorunu çözümlendiği zaman Türkiye'nin önü açılır… Bugün sorunu çözmek istiyorsak azınlık hukukunun farklılıkları olan bireylere tanıdığı hakları uygulamak durumdayız. Kürtlerin nüfusu, azınlık olmayacak kadar çok ama bu yaklaşım, bugüne kadar olduğu gibi, bireysel nitelikli azınlık haklarından bile yararlanmalarının önünü kesiyorsa doğru bir yaklaşım mıdır? Fransa örneğine bakalım, bu tür haklara, azınlık değil, farklılık hakkı denebiliyor.
Türkiye'de Kürtler de Türkler de demokrasi istiyorlar. Türkiye'de anayasaya aykırı olan hususlar dahil, hakaret, şiddet ve terör olmadıktan sonra herkesin her şeyi dile getirebilme hakkının olması lazım. Bütün tecrübeler gösteriyor ki, terörün olduğu yerde insan hak ve özgürlüklerine özel hassasiyet gösterilmeli ve halk teröristlerden ayrılmalı. Bizde biline biline tam tersi yapıldı.
1982 Anayasası ile anayasal sistemde askerin ağırlığı arttırıldı. Askerin siyaseti şekillendirmesi ve sivil bürokrasiye hakim olması demokratik bir yaklaşım değil.
Bask modeli ilk ortaya atıldığında, anayasal sistemi mi yoksa terörle mücadele yöntemi mi kastedili-yordu, belli değildi. İkincisi pek bilinmediğinden Bask modeli denildiğinde özerklik sistemi ön plana çıkarılıyordu. Oysa İspanya'da 1988 yılında oluşan bir de terörle mücadele modeli var, en önemli maddesi de, yasal siyaset karşılığında silahların bırakılması… Modern bir terörle mücadele yöntemi olarak İspanyol modeli uygun; ama anayasal sistem olarak Fransa modeli düşünülmeli.
Yani, terörle mücadelede İspanya modeli, en geniş toplumsal mutabakatı -özellikle anayasa bağlamında- sağlayacağından Fransa modeli uygun olur… Türkiye'deki terör ve PKK'nın yapısı İspanya ve ETA ile aynı olmasa da, terörle mücadelede “topluma yeniden kazandırma” modeli devreye girebilir. Silahı bırakıp teslim olanlar -insan öldürenler cezasını çeker- siyasi haklardan yıllarca mahrum olmayacaklarını bilmeliler. Yani silah bırakmak onlarda yeni bir hayatın başlayacağı umudunu yeşertmeli.
Çok doğru… Türkiye için PKK terörü ile mücadelede öncelikli şart, evrensel demokratik ilkelere uyan bir anayasa yapmasıdır.
Bu süreç 1988 Cezayir görüşmeleri ile başladı. Terörle mücadele paktı imzalandı. Buna Batasuna hariç bütün partiler katıldı. Yasal siyaset karşılığı silah bırakma da burada gündeme geldi. Bu pakt 1998'de yeniden gündeme geldi. ETA'nın niyeti siyasi konuları oturup hükümetle müzakere etmek ve bu müzakere sonucu silahı bırakmaktı. İktidar partisi diyor ki; ben masaya otururum ama silahın nasıl bırakılacağı konularında konuşurum. Muhalefet partisi ortalığı karıştırdı, sen müzakere ediyorsun dedi. Bu muhalefeti yapan Halkçı Parti oy alamadı, Zapatero tekrar seçildi.
Oturup terör örgütü ile siyasi koşullar görüşülmez. Erdoğan Apo ile bir masaya oturmaz ama devletin ajanları ile bir temas sürdürülür.
İspanya'yı, oradaki süreçleri, Bask modelini biliyor mu ki… Daha kitabımı yeni okumaya başlamış... Bitirince aynı fikirde olur mu ki…