Tüm soruları hem anne hem de baba açısından çok basite indirgeyerek şöyle sorabiliriz: Çocuklarımızın bizim gibi olmasını istiyor muyuz istemiyor muyuz? İstiyorsak, onların en azından bizler gibi olması için çaba sarf edelim.
Yaşı benim gibi ellinin üzerinde olanlar, toplumun çok hızlı bir şekilde değerlerinden uzaklaştığını iyi fark ediyor. Kendi çocukluğumuzla içinde yaşadığımız günleri karşılaştırdığımızda, bizleri bir arada tutan kıymetlerin çok süratli bir şekilde aramızdan çekildiğini, ahlakî yozlaşmanın inanılmaz boyutlara vardığını ve toplumun birbirine yabancılaştığını görüyoruz. Hatta bizlerin çocukluk dönemleriyle mukayese ettiğimizde, şimdiki toplum ile bizim çocukluğumuzdaki toplumun neredeyse farklı iki toplum görüntüsü arz ettiğini söylememiz bile mümkün. Bu sürükleniş hepimiz üzerinde öyle bir ürküntü meydana getiriyor ki, ailelerimizi korumak, çocuklarımıza sahip çıkmak noktasında büyük bir endişe yaşıyoruz. Zira yavrularımızı tanıyamaz, birbirimizi anlayamaz hale geldik. Her an çocuklarımızın elimizden uçacağı, geri dönülmesi çok zor bir mecraya doğru sürükleneceği endişesini taşıyoruz.
Bütün bu endişelerimizde sonuna kadar haklıyız. Etrafımızda bizzat gördüklerimiz bir yana, televizyon ve gazetelerdeki haberler bizleri dehşete sürüklüyor. Suç oranı küçük yaşlara kadar inmiş, çocukların her türlü kötü alışkanlığı kazanması kolaylaşmıştır. Gazetelerde bir hafta boyunca yayınlanan üçüncü sayfa haberleri bir araya getirilecek olsa, gerçek bütün çıplaklığıyla karşımıza çıkar. Bunu gören anne babanın çocukları adına yarından endişe duymasından daha tabii ne olabilir?
Bütün bu dehşetli süreci yaşarken ne yapıyoruz diye soracak olsak, vereceğimiz cevap bellidir: Çaresizlik içerisinde etrafımızdaki olumsuzlukları suçluyoruz. Artan televizyon kanallarının, sosyal medyanın, film platformlarının ve internetin çocuklarımızın ahlakını bozduğunu, onları şehvetlerinin peşine sürüklediğini, okullarda verilen eğitimin evlatlarımıza kendi değerlerimizi veremediğini, bu bir yana, yavrularımızın pek çok kötü alışkanlığı okulda kazandığını, minarelerden beş vakit yayılan ezan sesleri dışında sokaktaki her şeyin çocuklarımızı İslam’ın tasvip etmediği yanlışlara çağırdığından dert yanarız. Onu suçlarız, bunu suçlarız. Amerika’yı ve batıyı toplumumuzu ifsat etmeye çalışmakla itham ederiz.
Görüldüğü üzere, etrafımızda rahatsız olacağımız ve suçlayacağımız çok şey var. Ancak bütün bu suçlamalarımızı dile getirirken bir gerçeği unutuyor gibiyiz. O da, bu sızlanmalarımızın gerçeği değiştirmediği, bozulan çevrenin çocuklarımızı bizlerden uzaklaştırmaya devam ettiği. Demek ki, biz ne kadar dertlenirsek dertlenelim, kimleri suçlarsak suçlayalım, bu sızlanmalarımız sorunumuza çözüm sunmuyor. Biz dertlendikçe kötü ortamın çocuklarımız üzerindeki olumsuz etkisi ve baskısı azalmıyor. Üstelik sadece ağlamayı seçtiğimizde, etrafımızda olup bitenlere karşı pasif bir seyirci gibi kalmanın yanında, anlamsız bir üzüntüyle kendimize de zulmetmiş oluyoruz.
O zaman üzülmenin ve ağlamanın yanına bir şeyler katmamız, yani bir çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bunu yapabilirsek hayatımızı anlamlandırmış olacağımız gibi bir şeyler yapmış olmanın hazzını tadarak ruhumuzu da sükûna erdirmiş olacağız. Belki de en önemlisi, Allah’ın tüm insanlığa gönderdiği ahlakî ilkelerin hayata hâkim kılınması, çevremizin güzelleşmesi, kulluk bilincinin artması, haramlarla helallere dikkat edilmesi ve güzel nesillerin yetişmesi yönünde sarf ettiğimiz emeğin karşılığını Rabbimizden alacağımızı ümit ederek büyük bir keyif alacağız. Öyleyse bir yerlerden başlamak gerekiyor.
Öncelikle neler yapabileceğimize, alabileceğimiz tedbirlerin neler olduğuna bakmak ve bunların ne kadarını yaptığımızı kontrol etmek durumundayız. Bunu yapabilirsek ağlamak için de hakkımız olabilir. Nitekim hayata kendisinden bir şeyler katabilen, müdahil olan insan, sızlanmaya hakkı olan insandır. Zira o üzerine düşeni yapmaya çabalamış, emri bil maruf nehyi anil münker doğrultusunda bulunduğu ortamın güzelleşmesine katkı sağlamaya gayret etmiş, sadece oturarak bir seyirci gibi kalmamıştır.
İsterseniz, ne kadar ne yaptığımızı anlamak için önce yuvamızın içinden başlayalım. Evin babası isek, akşam eve geldiğimizde çok şikayetçi olduğumuz televizyonun karşısına kurulup o kanaldan bir diğerine gezinip duruyor muyuz? Evi sadece dinlenmek için kullanan bir yolcu gibi miyiz? Yoksa eşimiz ve ailemizle ilgilenip onlarla sıcak bir ortam içerisinde muhabbet ediyor muyuz? Şakalaşıyor muyuz? Evde hep birlikte okuma yapıyor muyuz? Okuduklarımız üzerinde tartışarak, çocuklarımızın katılımını sağlayarak daha bilinçli olmaları için bir çaba gösteriyor muyuz? Kıraatimizin ne kadar iyi olduğuna aldırmadan, birlikte cemaat olup namaz kılıyor muyuz? Önlerine geçip Allah’ın huzuruna durarak, yaratana kulluk etmenin lezzetini beraberce tadabiliyor muyuz? Namazdan sonra içimizden birinin okuyacağı Kur’an ile ibadetimizi taçlandırabiliyor muyuz? Fırsat buldukça ailemizi alıp cemaatle namaz kılmaya camiye gidiyor muyuz? Hele de İstanbul’da isek sabah namazına Eyüp Sultan’a, Sultanahmed’e, Süleymaniye’ye veya Fatih’e; İstanbul dışındaysak şehrimizin insanı manevî olarak kucaklayan en güzel camisine gidebiliyor muyuz? Hele bir sabah namaz namazında bunu yapalım. Ailece alacağımız manevî hazzı inanın burada anlatmak imkansızdır.
Hep beraber oturduğumuz sofrada yemekten önce besmele çekip, yemeğin ardından beraberce Rabbin huzuruna ellerimizi açıp Allah’a hamd ediyor muyuz? Çocuklarımız yemek yemeyi İslamî gelenekler ve adab içerisinde mi gerçekleştiriyor. Yemeğe ilk önce en yaşlı olan mı elini uzatıyor, sağ elle yiyip içmeye dikkat ediliyor mu? Sözün özü, elimizden geldiğince evimiz içinde İslamî gelenekleri yaşatmaya çabalıyor muyuz? Gerçek anlamda bir aile olabiliyor muyuz? Yuvamızda Müslüman aile havası teneffüs edilebiliyor mu?
Eğer çalışmayan bir ev hanımı isek, çocuklarımızın babadan çok bizimle birlikte olduğunun bilincinde miyiz? Onlara bir anlamda hem analık hem babalık yapmak durumunda kaldığımızı ve çocuklarımızın ev içerisinde ahlakî değer namına alabilecekleri şeylerin çoğunu bizden aldığının farkında mıyız? Günün çoğunu, aile içi problemleri irdeleyip duran anlamsız kadın programlarına ayırıp çocuklarımızı ihmal ediyor muyuz? İbadetlerimizi, etkilenmeleri için çocuklarımızın önünde eda etmeye gayret ediyor muyuz? Onlara İslam ahlâkına uygun ifadelerle hitap ederek iyi bir edeple bezenmeleri için çaba sarf ediyor muyuz?
Tüm soruları hem anne hem de baba açısından çok basite indirgeyerek şöyle sorabiliriz: Çocuklarımızın bizim gibi olmasını istiyor muyuz istemiyor muyuz? İstiyorsak, onların en azından bizler gibi olması için çaba sarf edelim. İstemiyorsak, kendimizin daha fazla güzelleşmesi için uğraş vermek yanında çocuklarımızın da erdemli olması için gayret gösterelim.
Esasında çok karmaşık ve içinden çıkılamaz gibi gözüken problemin çözümü bizimle başlamaktadır. Öncelikle biz üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek durumundayız. Zira ailece yapabileceğimiz çok şey var. Ancak biz bunları tamamen ihmal ettiğimiz ve kendi sorumluluğumuzu bir yana bırakarak sadece suçlu aramaya yöneldiğimiz için çocuklarımızın elimizden çıkmasına seyirci kalıyoruz. Gazetelerin üçüncü sayfalarını kaplayan haberlerin önemli bir kısmının, anne babaların ihmal ettiği çocuklara ait olduğunu unutmayalım.