Hz. Hüseyin'in torunu Seyyid Bilâl Türbesi ve bitişiğindeki Cezayirli Ali Paşa Camii, Sinop'un Eyüp Sultan'ı gibi. Peygamber torununun ruhaniyetinin kuşattığı bu mekân, Selçuklu çağından bugüne yerli ve yabancıların kutsal ziyaretgâhı olmuş.
Şehre hakim bir tepede bulunan türbe, 675 yılıyla tarihleniyor. 1214 yılında Sinop kesin olarak Türkler'in yönetimine geçince Selçuklu mimarisine göre yeniden yapılan ve günümüze kadar korunan türbe, 1867 yılında Cezayirli Ali Paşa tarafından bir camiyle zenginleştirilmiş. Her ikisi de ecdat yadigârlarının en büyük koruyucusu Sultan 2. Abdülhamid tarafından 1896 yılında tamir ettirilmiş. Kesme taştan yapılan ancak üzeri sıvalı olan camiyi, yuvarlak gövdeli hoş bir minare tamamlıyor. Peygamberimizin üçüncü kuşaktan torunu Seyyid İbrahim Bilâl'e yakın olmak için Osmanlı döneminde erkân ve eşraftan bir çok kişi buraya gömülmek istediğinden Cezayirli Ali Paşa Camii'nin geniş bir haziresi var. Cami ve türbe bu hazirenin ortasında yer alıyor. Seyyid Bilâl'i şehit ettikten sonra pişman olan ve onun ayak ucuna gömülmek isteyen Sinop tekfurunun mezarı bile burada bulunuyor.
Sinop'un manevi bekçilerinden Seyyid İbrahim Bilâl Hazretleri de Ebû Eyyûb el- Ensârî Hazretleri gibi Peygamber Efendimiz'in İstanbul'un fethiyle ilgili övgüsüne nail olabilmek için yollara düşen ve bu uğurda şehitlik mertebesine ulaşanlardandır. İstanbul, 675'te Ömer bin Abdülaziz tarafından kuşatıldığında, Hz. Hüseyin'in torunu Seyyid Bilâl Hazretleri kuşatmadaki orduya yardım etmek amacıyla Orta Asya'dan gönüllü Türk savaşçıları topla ve bu gönüllü savaşçılar birliğiyle Karadeniz kıyısından İstanbul'a hareket eder. Hareketi sırasında kötü hava koşulları nedeniyle Sinop limanına sığınır. O günün şartlarına göre de vergisini öder. Sinop'ta geçici olarak kalmak için bugünkü Alâaddin Camii'nin bulunduğu yerde yorgun ve hasta askerleriyle konaklayarak dinlenmeye çekilir.
Seyyid Bilâl ve askerlerinden kuşkulanan Sinop tekfuru ve ordusu, bir gece baskını düzenler. Üstün askerlik yeteneğine sahip Türk gönüllü savaşçıları bu baskına karşı koyar. Çıkan çatışmada sayılarının az, yorgun ve hasta olmaları gibi sebeplerle çoğu şehit düşer. Çevresi tekfur ve tekfurun askerleriyle sarılan Seyyid Bilâl Hazretleri düşmanı yararak birliğiyle beraber bu baskından sıyrılmak ister. Meydan kapısı civarında çarpışırken, tekfurun bir kılıç darbesiyle başı düşer. Düşen başını koltuğuna alarak, şu anda türbesinin bulunduğu yere kadar gelir ve ruhunu teslim eder. Bu durum, orada bulunanlar tarafından korkuyla izlenir. İnanılması güç olay karşısında dini inancı olan ahali ve tekfur şaşkındır. Tekfur hemen çatışmayı durdurur ve böyle ulu bir kimseyi öldürdüğü için ahalinin gözünde saygınlığını yitireceğini düşünerek yaralı Müslüman savaşçılara iyi davranır. Şehitlerin de İslâm gelenek ve göreneklerine göre gömülmesine izin verir.
Tekfur, sebep olduğu bu acıklı olaydan son derece pişman olur ve "Ben bir ermiş kişiyi öldürdüm. Allah'ın beni affetmesi için Seyyid Bilâl Hazretleri'nin üzerine bir çatı örtülsün ve onu görmeye gelenler beni çiğneyerek geçsin, belki o zaman affolurum" der ve öyle de yapılır. Ölümünden sonra türbenin kapısının eşiğine gömülür. Bu olaydan 539 yıl sonra, 1214 yılında Sinop kesin olarak Türkler'in yönetimine geçtiğinde türbe Selçuklu mimarisine göre yeniden yapılır. Fakat kapısının önü değiştirilerek şimdiki yerine alınır. Eski kapı yerine de pencere açılır.
Ahşap parmaklıklarla ayrılan bölümde gömülü olan tekfurun yanındaki diğer mezar, Çepni Türkleri Reisi Gazi Tayboğa'ya ait. Onun hikâyesi de şöyle: Sinop, Selçuklu Başkumandanı Emir Muineddin Pervane tarafından 1214 yılında fethedilir. 65 sene sonra başkent Konya'daki saltanat değişikliği nedeniyle şenlikler yapılırken, Trabzon ve Samsun'dan gemilerle gelen düşman baskınına uğrar. Asker ve halk şenlikle meşgul olduğundan gafil avlanır. Aşiretiyle birlikte şenlikler nedeniyle Sinop'ta bulunan Çepni Türkleri Reisi Gazi Tayboğa, derhal kılıç kuşanıp savaş hünerleri ve cesaretiyle düşmanı mağlup eder. Müjdeyi de Konya'ya kendisi götürür. Sultanın iltifatına nail olur, geniş bir araziyle ödüllendirilir ve başka bir arzusu olup olmadığı sorulduğunda, “Vefat ettiğimde Seyyid İbrahim Bilâl Hazretleri'nin yanına defnedilmeme müsaade etmenizi istiyorum” der. Bu dileği kabul edilir ve 3 yıl sonra 1280 yılında vefat ettiğinde buraya defnedilir.