Maddî bir karşılık veya menfaat beklemeksizin kazanımlardan verebilmek beşer fıtratının bir yönüdür.
Enbiya Yıldırım
İnsanın gerek bilgi ve gerekse ticarî kazanımlarından karşılıksız olarak hem de gönüllüce verebilmesi kolay bir eylem değildir. Özellikle bilginin pek çok alanda maddî materyalden daha kıymetli olduğu bir dönemde uzmanlar, danışılması durumunda bile ücret talep etmektedirler. Öğretmenliği bir tarafa bırakacak olursak, hayatın pek çok alanında söz konusu durumu görebilmek mümkündür. Buna, geçim yollarının çeşitlenmesi ve hayatın getirdiği zorunluluk olarak da bakabiliriz.
Bu gerçek yanında, maddî bir karşılık veya menfaat beklemeksizin kazanımlardan verebilmek beşer fıtratının bir yönüdür. Bu nedenle varlıklı ile ihtiyaç sahibi arasında bir köprü kurulabildiğinde -inanç sahibi olsun veya olmasın- her insanın yardım duygusu galeyana gelir. Bu coşkunun boyutu ve sınırı, çeşitli faktörlere bağlı olarak belirli sınırlar içinde kalır. Bazıları böylesi durumlarda oldukça yardımsever olabilirken diğerleri onlar kadar cömert olmayabilmektedir.
İslam’ın gönderiliş amaçlarından birisi de, insanların fıtrî duygularının körelmesini engellemek ve her zaman canlı tutmak olduğundan, inananların yardımseverlik yönleri üzerinde hassasiyetle durur. Bu nedenle, dindarlık sadece ibadetlerin yerine getirilmesi ile başka bir ifadeyle kişinin kendisiyle sınırlı tutulmaz. Bedensel görevlerin yerine getirilmesi yanında temel iki şey daha istenir: Dinin yaşanması ve değerlerin korunması için fiilî çaba içine girmek, gerekirse bu uğurda can vermek. Diğeri de, hayatı paylaştığı din kardeşlerinin karşılaştıkları maddî-manevî sıkıntıların olabildiğince hafifletilebilmesi için onlara destekte bulunmak, böylece zengin ile fakirin dayanışmasını sağlamak, toplumda bir denge kurmak. İslam bu noktada, durumu yerinde olanların kendileri gibi olmayanlara -manevî destek yanında- özellikle maddî destek sağlamalarını, tasaddukta bulunmalarını teşvik etmek suretiyle fıtrî yönlerini her zaman canlı tutmaya çalışır. Gerek ayetlerde ve gerekse hadislerde bu teşviki görmek yanında, Hz. Peygamber’in yaşantısında da fiilî uygulamalara şahit olabilmekteyiz. Zira maddi sıkıntıların çözümünde manevî destek önemli olmakla birlikte nakdî veya mal yardımı daha önce gelir.
Bu gerçeğe rağmen, fakir veya zor durumdaki insanların gözetilmesi zenginlerin kendi inisiyatiflerine ve merhametlerine terk edilemeyecek kadar önemli olduğundan, İslam bu hususta zorunlu bir payın ödenmesini farz kılmıştır. Bu da kazancın kırkta birinin zekât adıyla Kur’an’ın belirlediği insan guruplarına verilmesidir. Zenginlerle fakirler arasında bir dostluk köprüsü kurdurabilen ve başka hiçbir dinde örneği bulunmayan zekât, İslam dinini diğer dinlerden ayıran en büyük özelliklerden bir tanesidir.
MÜSLÜMANIN YARDIM ETMESİ İMAN GÜCÜNÜN GÖSTERGESİDİR
İslam nazarında, Müslümanın Allah’ın buyruğunu yerine getirmek amacıyla malından gerek zekât ve gerekse tasadduk amacıyla infakta bulunabilmesi, onun ne kadar dindar olduğuyla ilgili bir durumdur. Namaz ve oruç gibi servetten sarfiyat gerektirmeyen bazı ibadetler, bu açıdan zekâta, fıtır sadakasını vermeye veya nafile olarak infaka göre daha kolaydır. Sonuçta ibadeti yaptığınızda cebinizdeki para hâlâ yerinde durmaktadır. Durumu yerinde olmasına rağmen zekât ve sadaka-i fıtırdan kaçınarak, zorda kalanlara yardım etmekten uzak durarak kulluğu yalnızca namaz ve oruç gibi ibadetlerde aramak ve sadece bunlara titizlenmek cenneti kolay yoldan talep etmenin bir başka adıdır. Oysa zekât, muhtaç olanlara yardım etmek, zorda kalanların imdadına koşmak buyruğunun geldiği merkez ile namaz veya oruç emrinin geldiği makam arasında hiçbir fark yoktur. Yaratıcı, buyruklarını, yerine getirilmesi için ferman etmektedir. Bu emirler arasında ayırıma gitmek ve kolayımıza gelenleri tercih ederek evrenin sahibini memnun edebileceğimizi düşünmek, Allah’ı hâlâ sevemediğimizin, onun büyüklüğünü anlayamadığımızın ve gizli niyetlerimize varıncaya dek her şeyimizden haberdar olduğunu kalbimizde hissedemediğimizin bir delilidir.
İNSANIN ZAYIF NOKTASI
Gerek Kur’an’a ve gerekse hadislere baktığımızda söz konusu ettiğimiz hususları çok açık biçimde görebilmekteyiz. Her ikisinde de insanın mala karşı olan tutkunluğu ve zafiyeti, dolayısıyla fıtratta var olan verebilme duygusunun harekete geçirilmesinin zorluğu dile getirilmektedir. Böylece kulun zayıf noktasına işaret edilmiş olmaktadır. Örneğin bir ayette bu husus şöyle ifade edilmektedir: “İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.”(Âl-i İmrân, 14)
Hz. Peygamber de dünyanın insan için çekici ve cezbedici olduğunu dile getirerek insanın zayıf tarafına işaret etmektedir. (Buhârî, Rikak, 11)
Bu zorluğa rağmen Kur’an, Allah’a gönülden inanan müminlerin özelliklerini sayarken iman ve namazın ardından infak etmeyi zikreder ve şöyle buyurur: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara, 3) Bir diğer ayette ise, inanma şartının ardından infak emri gelir: “Allah’a ve peygambere inanınız. Allah’ın kullanma yetkisini elinize verdiği malların bir bölümünü O’nun için harcayınız. İçinizdeki iman edenleri ve hayır yolunda mal harcayanları büyük bir ödül bekliyor.”(Hadîd, 57) Bir başka ayette de iyiliğe ulaşmanın temel şartı olarak infak etmek zikredilir. (Âl-i İmrân, 92) İnfak etmeyenlerin dile getirildiği diğer ayetlerde ise bunun hayırlı bir davranış tarzı olmadığı belirtilir: “Allah’ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Âl-i İmrân, 180) “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayanın… vay haline! Malının kendisini ölümsüz kılacağını sanıyor.” (Humeze, 1-3)
Deprem felaketinde mağdur olanları önceleyerek kardeşlerini unutmayanlara selam olsun.