İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerinin temelinde az veya çok merhamet duygusu vardır. Kişinin geçimini temin ettiği iş yerindeki çalışmasından tutun da mesai dışında başkalarıyla olan ilişkilerine varıncaya kadar merhamet hayatımız içinde önemli bir yer tutar. İşçi, işverenine olan merhametinden ve onun kendisine ekmek kapısı açmasından dolayı işyerindeki makinelere ve eşyaya karşı titizlik gösterir. Duyduğu minnet nedeniyle fabrikayı veya mağazayı kendi malı gibi korumaya gayret eder. İş çıkışında zorda kalanlara ve ihtiyaç sahiplerine de merhamet duygusuyla yardımcı olur. Bir yaşlının caddede karşıdan karşıya geçmesine yardım eder. Hatta ihtiyacı olmadığı halde gözleri görmeyen bir satıcının sattığı yara bantlarından ve kalemlerden, sırf ona destek olmak amacıyla, merhamet duygusunun yönlendirmesiyle satın alır.
Bunu derken, dini değerlerimizin zayıflamasına, ahlâkın insanlar üzerindeki kontrolünün kaybolmaya yüz tutmasına paralel olarak şefkat ve merhamet duygusunun örselendiğini ve son derece zayıfladığını söylemek yanlış bir tespit olmaz. Hatta bu milletin, son dönemlerdeki kadar ahlakî değerlerinden koptuğu bir dönem geçirmediğini söyleyebiliriz. “Önceden basın bu kadar yaygın değildi, olan bitenlerden insanlar haberdar olmuyordu. Esasında eskiden de durum böyleydi, o yüzden değişen bir şey yok” denebilir. Önümüze çarşaf çarşaf açılan suç haberlerine ve her bir kanalda gözümüze sokulan şiddet haberlerine bakıldığında böyle bir yaklaşımın doğru olduğu sanılabilir. Ancak suç oranlarının artışına ve işlenen kanunsuzluk türlerine bakıldığında, ülkemiz insanının suça doğru savrulduğunu anlamak zor olmaz. Kalbi sızılı bir mümin bu manzarayı gördüğünde “nereye gidiyoruz” demekten kendisini alamaz.
Öyle bir noktaya doğru sürükleniyoruz ki, eskiden ahlakî değerlerin zayıflamasıyla ilgili verilen örnekler “otobüslerde yaşlılara yer verilmiyor, saygılı konuşulmuyor, çocuklar ellerinde sigara tüttürüyor” gibi sızlanmalardı. Ancak bu saydığımız şeylere o kadar alıştık ki, artık kanıksadığımız ve gündelik hayatta yadırgamadığımız fiiller haline geldiler. Çünkü hâlâ kötü ve çirkin olmakla birlikte geçmişte ürkütücü kabul edilen bu davranışlar artık sıradanlaştı. Doğrusu bu hususta oldukça mesafe kat ettik!! Artık ahlakî değerlerin zayıflamasına örnek olarak “çocuk annesini bıçaklamış, birkaç arkadaş gece bir dükkânı soymuş” gibi haberler yanında her gün birkaç tanesini okuduğumuz tecavüz bültenlerini ahlakî çöküşe örnek gösteriyoruz. Şimdilerde bu tür haberler dikkatimizi çekmekte ve toplumsal çözülme dediğimizde aklımıza bunlar gelmektedir. Muhtemelen sizler de değerlerimizin kaybolmasına örnek olarak artık otobüslerde gençlerin yer vermemesini ve benzeri şeyleri zikretmiyorsunuzdur. Çünkü bunlar sıralamada oldukça arkaya düşmüştür.
Merhametin bizden uzaklaşmaya yüz tutmasının gerekçeleri elbette belli konularla sınırlandırılamaz. Gelişen iletişim imkânlarına, özellikle de sosyal medya ile film platformlarına paralel olarak insanlarda oluşan açlık ve doymazlık, hırs ve tamah merhamet duygusunun azalmasının en büyük etkenlerinden birisidir. İnsanı, “elde etmem gerekir” diye peşinden sürüklediği o kadar ürün var ki, tüm bunlar herkesi gözü doymaz yapmaktadır. Alınan yeni ürünün birkaç ay sonra bir üst modeli piyasaya sürülmekte, kapitalist toplumda vatandaşlar ürünlerin peşinden koşturulmaktadır. Böyle olunca da herkes her zaman hep daha iyisini istemektedir. Sürekli elde etmek peşinde koşan kişiye gelince, merhamet duyguları körelmeye başlar. Zira her zaman için ele geçirmesi gereken hedefleri vardır. Böyle olduğunda ise birilerine yardımcı olmak, infakta bulunmak gibi düşünceler zihnin bir köşesine itilir. Varsa yoksa kendisini düşünür. Bu ise şefkat duygusunun kaybolması demektir.
Görülen o ki, köklerimize dönmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Bizi biz yapan değerlerden ne kadar uzaklaşırsak, kendimize o kadar yabancılaşıyoruz. Yabancılaştıkça da birbirimize diş biliyoruz. Hiçbir şey yapmasak bile umursamaz davranıyoruz. Kur’an ve onu bizlere sunan Allah elçisi, daha küçük ölçekte de olsa, İslam öncesindeki toplumda var olan benzer durumu tedavi etmenin yolunun nereden geçtiğini çok iyi biliyordu. Bundan dolayı İslam, önce inananları kardeş yaptı. Sonra insanî ilişkileri sağlıklı bir şekilde yürütmenin temel ölçülerini koydu. Zekâtı ve sadakayı getirerek fedakârlık yapmayı öğretti. Kalp kırmamayı, bağışlayıcı olmayı, dile sahip çıkmayı, haram ile helale son derece dikkat etmeyi, dedikodu yapmamayı, başkalarının kusurlarıyla ve eksikleriyle alay etmemeyi öğretti. Birbirinin her zaman hasmı olmuş ve sürekli olarak yaşamlarını karşılıklı kuyu kazmakla ve mücadele ile geçirmiş olan bir toplumu, bugün isimlerini andığımızda dua ettiğimiz örnek insanlar haline getirdi. Ve onları örnek nesil olarak bizlerin önüne koydu.
Bütün bunlara baktığımızda, merhametten kopmuş olan bizlerin yeniden başlayacağı yer, kendimizi unuttuğumuz yerdir. Yani Kur’an ve sünnettir. Nitekim “merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah” (Mu’minûn, 109) kendisini şöyle anlatmaktadır: “De ki: “Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.” ( Zumer, 53) Bizlere de yolu göstermektedir: “Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (Nisa, 110)
Hayatının her diliminde merhameti kuşanmış olan Allah Rasûlü de şöyle buyurmaktadır: “Merhamet edenlere, Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, 4941) “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Muslim, 4283) “Cenâb-ı Hak rahmetini yüz parçaya ayırdı; bunun doksan dokuzunu kendi katında tuttu, bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle mahlukat birbirine merhamet eder. Anne atın, (süt emzirirken) yavrusuna zarar verir endişesiyle ayağını yukarı kaldırması bile bu yüzde birlik rahmetin eseridir.” (Buhârî, 5541)