Cami derslerine devam eden Sadettin Ökten'in, “doğduğumdan, kendimi bildiğimden beri var olan bir fenomen” diye bahsettiği tekke ve şeyhi de mühim bir yer tutuyordur hayatında. Bayram günlerinde “büyük validede” yenen bir yemeğin ardından ziyaret edilen ilk adres Halvetîliğin bir kolu olan ve 17. yüzyılda şehrin gündelik hayatına katılan Cerrahî tarikatının Karagümrük'teki âsitanesiydi. Tekkenin imamlığını da uhdesinde bulunduran Celal Hoca'nın Şeyh Fahreddin Efendi'yle yaptığı sohbetlere iştirak eder Sadettin Ökten: “Kışsa aşağıdaki odada, yazsa yukarıdaki sofada oturulur. Onlar sohbet ederler, ben dinlerim. Anlarım, anlamam ama duygulanırım.”
Yazları aile Beyazıt'tan Kanlıca'ya nakl-i hane eyler. Kanlıca ile Çubuklu arasında, son şeyhülislamlardan Hüseyin Hüsnü Efendi'nin yalısının bir bölümünü kiralayan Öktenler, bir İstanbul geleneği olarak yazları “sayfiyede” geçirirler. Böylece erken yaşlarda sadece “Boğaziçi medeniyeti” ile tanışmaz Sadettin Hoca, kimi Darülfünun'dan kimi Erkân-ı Harbiye'den, kimi de Şûrâ-yı Devlet'ten emekli Osmanlı bakiyesi “Kanlıca'nın ihtiyarları”yla hemhâl olur. O yılları şöyle anlatır:
“Yazlıkta nasıl bir hayat? Peder haftada bir gün İstanbul'a iner. Boğaz'da oturanlarca şehir merkezine gitmek “İstanbul'a inmek” diye tâbir edilirdi. Onun dışında evde, ama kendi yatak odasında… Kitapları, rahlesi, koltuğu. Okur, yazar, hep meşguldür. Evde su kuyudan çekiliyor. Elektrik yok. Eski, metruk bir yalı. Ama çok hoş, çok sâkin bir Boğaz.”
Ökten, şehrin maddî ve manevî şahsiyetleriyle tanışmasını anneannesine borçludur. Atikali Camii imamı olan dedesine her ziyarete gittiklerinde anneannesinin elinden tutarak Fatih'te alışverişe çıkarlar: Fırıncı Emin Usta, Aktar Halil Efendi, Sobacı İdris… Sokaklardaki ahşap evler, çeşmeler ve bahçeler arasında bir şey onu çok etkiler: Fetih şehitlerinin kabirleri.
Bir gün ailecek Eyüp Sultan'ı ziyarete giderler, ama bugünkü kolaylıkta değil tabii. Bir otomobil tutulur ve adeta teşrifat kaideleri izlenerek mihmandâr-ı Nebî'ye ilk ziyaretini yapar. Eve döndüğünde anneannesinin kendisini Hacdan gelmiş gibi, “Benim çocuğum nurlanmış, benim çocuğuma mâşaallah, benim çocuğum güzelleşmiş” nidalarıyla karşıladığını söyleyen Ökten, Eyüp Sultan'ın kimliğini de çocuk zihninde yerli yerine oturtur: “Ne mühim yermiş bu Eyüp Sultan.”
Bir gün Ayasofya'yı sorar anneannesine, lakin aldığı cevap onu pek tatmin etmez: “Hem câmi diyor hem müze, hiç anlamıyorum.”