Dünya sistemini kökten değiştirmeye aday olan, uluslararası kurum ve kuruluşları, devletleri, şirketleri, medyayı ve devlet-dışı aktörleri yeniden tanımlamaya yol açacak yeni tip koronavirüse (Kovid-19) karşı devletler maddi tedbirlerini almaya devam ederken, bu salgın farklı disiplinler/perspektifler açısından da değerlendiriliyor.
Bu anlamda siyasî, ekonomik, psikolojik ve sosyokültürel olarak Kovid-19 ve post-Kovid-19’a yönelik görüşler ortaya konuldu, konulmaya devam ediyor. Artık “Kovid-19 öncesi-Kovid-19 sonrası” şeklinde bir dönemlendirmenin olacağı ve dünyanın pek çok açıdan başka bir hale evirileceği ifade ediliyor.
Bu durum tabiatıyla pek çok dinî, felsefî, siyasî tartışmayı da beraberinde getiriyor. Salgının ardından İslâm karşıtlığının nispeten azalıp yerini “sinofobi”ye (Çin ve Çinli korkusuna) bırakıp bırakmayacağı, din/İslâm-bilim ilişkisi, Kovid-19 süreci sonrasında dine yönelişlerin mi, yoksa dinden uzaklaşmaların mı (deizm-agnostisizm-ateizm-nihilizm) hızlanacağı gibi tartışmalar bunlardan bazıları.
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır açıklamalarına şöyle devam ediyor; Bu meselelerin hemen hepsi kuşkusuz ayrı ayrı tartışılması gereken konular. Ancak biz burada esasen farklı dinlerin/mezheplerin Kovid-19 salgınına yönelik teolojik yaklaşımlarını irdeleyeceğiz. Aslında dinlerin hastalık ve salgınlara bakışına dair yapılacak karşılaştırmalı araştırmalar dikkat çekici sonuçlar üretebilir.
Diğer taraftan bu durum teolojide “teodise” meselesini, yani kötülük kavramı ve bunun mutlak/aşkın varlıkla nasıl bağdaşacağı sorunsalını ortaya çıkarıyor. Teodise, Allah’ın kötülüğü yaratıp yaratmadığı, kötülüğe rızasının olup olmadığı ve nihayet bununla kullarına/insanlara azap edip etmediği problemidir. Ancak konunun bu yönü derin teolojik analizleri gerektirmektedir.
Batı Avrupa’nın aksine yüzde 70-80 dolaylarında dindar olan ABD toplumunda sayıları yaklaşık 100 milyonu bulan ve oylarını blok halinde Donald Trump ve yardımcısı Mike Pence’e veren Evanjeliklerin dini liderlerinin Kovid-19 salgınına yönelik tutumları oldukça dikkat çekici. Evanjelikler Kovid-19 başta olmak üzere, dünyaya ve politik olaylara genelde “mutlak iyi” ile “mutlak kötünün” mücadelesi olarak bakıyor, uzmanların görüşlerine pek ihtiyaç duymayıp dini liderlerinin açıklamalarıyla yetiniyorlar.
Onların bu salgına bakışını, 13 Mart’ta ulusal acil durum ilan edilmesinden öncesi ve sonrası olarak ayırmak mümkün. 13 Mart öncesinde Evanjelik-televanjelist liderlerin kiliselerde sürdürdükleri toplu ayinlerde, genelde “ölürsek de yaşarsak da (Hazreti) İsa için yaşıyoruz; ötesi var mı?” diyerek virüse meydan okuyup onun “illegal” olduğunu ilan edenler, maske ve diğer tedbirleri düşmanın Hıristiyanları alt etme taktikleri olarak görenler, virüsün tanrıtanımaz Çin’in dindar ABD’lilerle savaşı olduğu söylemlerini öne çıkaranlar oldu. Bu şekilde tabanlarını diri tutarak onlara moral vermeyi hedeflediler. 13 Mart sonrasında tedbirlere uyulması gerektiğini savunan rahipler olsa da, yine de sosyal mesafeyi koruyarak kiliselerdeki toplantıları ve ayinleri devam ettirdiler. Tutumlarında herhangi bir değişiklik göstermeyen rahiplerin sayısı da az değil. Liberty Üniversitesi kurucu başkanı ve Trump’ın en önemli destekçisi televanjelist Jerry Falwell Jr., Kovid-19’u Kuzey Kore ve Çin’in ABD’ye zarar vermek için ürettiğini, Demokratların azille indiremedikleri Trump’ı alt etmek için Kovid-19’u silah gibi kullandıklarını ve üniversitesini tamamen kapatmayacağını söylemişti.
Evanjelik papazların önemli kısmının aynı zamanda adventist/kâhin-aziz kişilik ortaya koyduklarını da belirtmek gerekir. Dolayısıyla İncillerdeki (kanonik-apokrif) bazı pasajları ezoterik/apokaliptik şekilde yorumlayarak bağlılarına salgının biteceği tarihe dair kehanetler bildirdikleri de görülüyor. Mesela rahibe Cindy Jacobs -ki azize olarak da görülür- bir ay önceki konuşmasında, Kovid-19’a seslenerek onu “illegal” ilan edip kovmuş ve onun bir ayda sona ereceğini söylemiştir. Tabii ki aradan bir aydan fazla geçtiği halde bu kehanet gerçekleşmediği gibi, vaka sayısının daha da arttığı görüldü. Dolayısıyla şu söylenebilir ki yeni tip koronavirüs ABD’deki adventist evanjeliklerin, mesiyanik-apokaliptik kehanetlerle taraftar toplayan dini liderlerinin öngörülerini ve hatta Trump’ı da zorladıkları dünya düzeni tasavvurlarını ciddi şekilde akamete uğratmıştır. Ancak her zaman olduğu gibi, onlar bu görüşlerini revize edip yeni kehanetlerle taraftar toplamaya devam edecektir.
Acaba Evanjelik liderler, Trump ve Pence’in söz konusu salgını başlangıçta hafife alıp nispeten geç müdahale etmesinde etkili oldular mı? Siyasi-ideolojik sebeplerin de etkisiyle, Trump karşıtlarının bu soruya cevabı tabiatıyla “evet”tir. Buna, Trump’ın özellikle başlangıçta virüsü hafife alıcı ve çelişkili açıklamalarıyla Evanjelik liderlerin Kovid-19 karşısındaki tutumlarının paralelliğini gerekçe gösteriyorlar. Evanjelik rahiplerden Curt Landry’in “Hıristiyanlar, sağlıkçılar-bilim insanlarından ziyade Tanrı’nın seçtiği Trump’a kulak vermeli” çağrısı bu savı doğrular nitelikte. En emin yerin kilise olduğunu söyleyen, 2017’de Beyaz Saray’da Trump ve Pence ile görüşen, Oval Ofis’te beraber ayin yapıp Tanrı’nın Trump’ı koruması için dua eden, daha sonra da “Yüzde 100 onun arkasındayım” diyen Floridalı rahip R. Howard-Browne’ı da burada zikredelim.
Rahip Doxie Mom’un “Kovid-19’dan endişelenmeye gerek yok. Zira Trump Tanrı’nın eline sahiptir ve meleklerle korunuyor” açıklamasını da hatırlayalım. Miami’deki büyük kilisesinde bu yılın başlarında Trump’ı ağırlayan ve kendisini aziz/elçi gibi gören Guillermo Maldonado ise “Tanrı’nın inananlarını, kendi evi olan kiliseye, Kovid-19’a yakalanmış olarak getirebileceğine inanıyor musunuz; tabii ki hayır” sözüne de işaret etmek gerekir. Bu kiliseler, Trump’ın Harry Jackson ile buluşup Oval Ofis’ten online katılımla kutladığı Paskalya yortusunu da kiliselerindeki katılımlarla kutlamışlardır. Öte yandan pek çok Evanjelik rahip ABD’deki virüsün Paskalya ile inişe geçeceğini düşünüyordu. Mesela Franklin Graham New York’taki Paskalya konuşmasında “Nasıl (Hazreti) İsa çarmıh sonrası dirildiyse, yine inanan kalplere gelecek; O bütün dünyanın beklediği umuttur” diyerek, eskatolojik-apokaliptik bir yorumla Hazreti İsa’nın “deccal”e (anti-Christ) karşı inişine işaret etmiş, Kovid-19’un da bir anlamda “şeytan/deccal” olabileceğini ima etmiştir.
Bütün bunlar ışığında, Trump’ın, seçime gidilen süreçte, ilk başlarda blok halinde desteğini aldığı Evanjelik liderlerin telkinleriyle de hareket edip salgına karşı gevşek bir tutum sergilediği düşünülebilir. Hatta 25 Mart’ta yaptığı açıklamada tam da 12 Nisana, yani Hazreti İsa’nın çarmıhtan 3 gün sonra tekrar dirildiğine inandıkları Paskalya’nın birinci gününü işaret etmesi de bu yöndeki düşünceleri kuvvetlendirmiştir ki bu tarihi rastgele değil, Evanjelik liderlerin etkisiyle bilinçli/inançlı olarak söylemiş olabileceği belirtiliyor. Ne var ki gelinen noktada salgın, Paskalya günlerinde (12-13 Nisan) ABD-New York’ta neredeyse zirveye çıkmış durumda.
Burada zikredilen ve hemen her biri aynı zamanda İslam karşıtı da olan Evanjeliklerin bu salgın döneminde sinofobiyi körükledikleri de görülüyor. Kuvvetle muhtemeldir ki Trump’ın da virüsü “Çin virüsü” şeklinde tanımlamasında, Çin ile olan eko-politik mücadelenin yanı sıra, Evanjelik liderlerin teo-politik telkinlerinin de payı olsa gerek.
Yahudilik içinde liberal-reformist Yahudilik, Ortodoks Yahudilik ile Ultra-Ortodoks Yahudilik ve Kabalizm başta olmak üzere, farklı mezhepler/gruplar söz konusudur. İsrail’de virüsün çokça yayıldığı bölgelerin (sayıları 1,1 milyonu bulan) Ultra-Ortodoksların yaşadığı bölgeler olduğu, buralarda virüsün yayılma hızının her üç günde bir ikiye katlandığı, ülke genelindeyse bu oranın altı günde ikiye katlanma şeklinde olduğu belirtiliyor.
İsrail’de en yoğun nüfus oranına sahip Tel Aviv’in doğusundaki Bnei Brak’ın yanı sıra Midi’in Ilit kasabasının başı çekmekte olduğu ve Bnei Brak’ın “felaket bölgesi” ilan edilip 1 Nisan itibariyle karantinaya alındığı belirtiliyor. Kasabada dindar Yahudilerin dini saiklerle karantinaya ve sağlık tedbirlerine uymadığı, hatta direndikleri de gelen haberler arasında. Bu kasabalardaki Yahudilerin genelde televizyon seyretmediği, internet kullanmadığı, seküler medyadan ve hayattan kendilerini büyük ölçüde tecrit ettikleri biliniyor. “Burada otorite devlet değil, hahamlardır” diyen halkın, hahamlarının sözlerine kulak verip kalabalık olarak sinagoglarda ibadete devam ettikleri, doktorları ve politikacıları dinlemedikleri, özellikle ilk yayılma dönemlerinde salgını uzun süre ciddiye almadıkları ifade ediliyor. Hatta bazılarının “Yahudiler Auschwitz Nazi kampında topluca ibadetlerini yapabildiler, Sibirya’da yapabildiler; ancak Yahudi devletinde ibadetlerini tek başlarına yapmak zorunda kalıyorlar; hatta esaretten kurtuluş bayramlarında (Purim ve Pesah) bile esareti yaşıyorlar” şeklinde tepkiler verdikleri görülüyor.
Kudüs başta olmak üzere diğer şehirlerdeki “Haredimler” arasında da virüs hızla yayılmış durumda. Haredimler sosyal izolasyon ve karantina uygulamalarını inatla ihlal ederken, bunu “seküler” kabul ettikleri devlete karşı bir başkaldırı olarak görüyorlar. Hatta ilk başlarda kapalı mekânlarda toplanmalarını engellemek için Haredim mahallelerine gönderilen güvenlik kuvvetlerinin, cuma akşamından cumartesi akşamına kadar süren Şabat yasağı sebebiyle geri çekildiği de belirtiliyor. Hatta yasağa rağmen çocukları gizlice sinagoglara götüren gruplar da tespit edilmiş; polis baskın yapıp çocukları dışarı çıkarınca da küçücük çocukların polise “Naziler” diye bağırdıkları da verilen bilgiler arasında. Okul ve sinagoglarda küçük gruplar halinde eğitim görme ve buraların ibadet için açılması konusunda karantina tedbirlerine direnç gösteren hahamlar da çıkmakta. Hatta Ultra-Ortodoks Yahudiler arasında 8-16 Nisan arasında İsrailoğullarının Mısır’da Firavun’un esaretinden/zulmünden kurtuluşu sebebiyle kutladığı Hamursuz (Pesah) Bayramını hastanede geçirmemek için test yaptırmayanlar da çıktı. Bunların yanı sıra, bir Ultra-Ortodoks Yahudi cemaati lideri olan 71 yaşındaki İsrail Sağlık Bakanı Yaakov Litzman ve eşinin de Kovid-19’a yakalandığı biliniyor.
Öte yandan, dünyada İsrail’den sonra en fazla Yahudi nüfusa sahip ABD-New York’ta nüfusun yüzde 20’si 18 yaş altıyken, çok çocuklu Ultra-Ortodoks Yahudilerde bu oran yüzde 60’larda. Dolayısıyla bu aileler çok çocukla evde kalmak zorundalar. Ancak tıpkı İsrail’deki durum gibi, New York ve New Jersey’deki bazı Ultra-Ortodoks gruplar ve hahamlar yasağa direnmekte ve yer yer toplu ibadet, kutlama ve resepsiyonlar yapmaktadır. Yeşiva cemaatinin başkanı haham Aaron Kotler gibi, cemaat mensuplarının cenaze töreni düzenleyip kuralları ihlal etmesini yanlış bulduğunu itiraf edenler de söz konusu. New York Valisi Andrew Cuomo’nun “Virüsün yayılması din/inanç tanımıyor. Kimsenin sorumsuzluk ve dikkatsizliğe hakkı yok” sözleriyle yasağa karşı direnen bu aşırı Yahudi-Hıristiyan gruplara yönelen özel uyarısını da burada zikretmek gerekir.
Dolayısıyla halihazırda Reformist Yahudilik mensupları başta olmak üzere Yahudi grupların önemli kısmı karantina kurallarına uyup dini toplantı ve törenlerini büyük oranda online şekilde yapıyorlar. Bu durum, yeni tartışmaları ve dini görüş arayışlarını da beraberinde getiriyor. Mesela topluca ibadetin asgari sayısı (minyan) olan 10’u bulmak için herkesin balkonlarında aynı anda ibadete durması çözümü geliştiriliyor; fakat bu kez de bu kişilerin birbirini görme-aynı ortamda bulunma şartını aşabilme kuralı arayışına giriliyor.
Bilindiği üzere, Yahudi hukuku (halaha) normalde Şabat ibadeti ve Hamursuz Bayramı gibi önemli toplu ibadetlerin sanal-elektronik yollarla yapılmasına cevaz vermiyor. Bazı hahamlar istisnaî hallerde ve bazı şartların yerine getirilmesiyle bunun caiz olacağı yönünde görüş bildiriyorlar. Hatta Kovid-19 vakaları ağırlaşınca, zaruretlere dair bazı prensipler ışığında, daha da kolaylaştırıcı çözümler buldukları da anlaşılıyor. Ancak bunların zaruri şartlarda geçerli olduğunu, normalleştirilmemesi gerektiğini de ısrarla belirtiyorlar. Bu meyanda, ayrıca siyasi-idari otorite cenaze törenini yasakladığında defnin nasıl olacağı, Şabat’ta sinagogda ibadetin video-konferans yoluyla yapılıp yapılamayacağı, zorunlu hallerde cenazelerin yakılmasının caiz olup olmayacağı gibi pek çok mesele de tartışılıyor. Ne kadar çok misafir ağırlanırsa o kadar çok sevap (mitzvah) kazanılan 9-10 Mart’taki Purim bayramını kalabalıkla kutlamaları ve virüsün böylece yayılması sebebiyle, 8 Nisan’da başlayan Hamursuz Bayramı’nın dışarıdan misafir kabul etmeksizin sadece ev halkıyla kutlanması yönünde çözüm bulunmuş ve Bayram yemeğini (seder) çekirdek aileleriyle evlerinde yemişler. Ultra-Ortodokslar, muhafazakârlar ve liberal Yahudi gruplarının bu tür konulara yaklaşımında tabiatıyla benzerlikler ve bazı farklılıklar, zıt fetvalar ve sert polemikler de var.
Kovid-19 sonrası Amerikan sağı ve Evanjeliklerin yukarıda işaret ettiğimiz tepkileriyle, Yahudilerdeki ve (Türkiye başta olmak üzere) İslam dünyasındaki benzer bazı tepkiler farklı açılardan analize muhtaç. Burada esasen temel farklılıklar var. Bu farklılıklar dinlerin karakteristiğiyle de alakalıdır. Yahudilik ve İslam monoteist, Hıristiyanlık ise üçleme/teslis inancına sahiptir. Yahudilik millî bir din, İslam ve Hıristiyanlık ise bütün insanları hedef alan dinlerdir. Yahudilikte dinin millî vasfının ve “seçilmiş topluluk” inancının, esasen bütün insanlığı ilgilendiren problemlere de, bu problemler temelde Yahudileri-Yahudiliği ilgilendirdiği ölçüde bir bakış geliştirilmesine sebep olduğu söylenebilir. Yahudilik ayrıca inançtan/akîdeden ziyade pratik hukukî uygulamaları (halaha) önceler. Bu durum Ultra-Ortodoks Yahudilerin (yukarıda örneklerini verdiğimiz) Kovid-19 karşısındaki tutumlarını da bir ölçüde açıklıyor. Yani tutucu-dindar bir Yahudi için Tanrı’ya nasıl inandığından ziyade ibadetleri, bayramları, yeme-içmeyi, aile ve iş ilişkilerini Yahudi şeriatına göre gerçekleştirip gerçekleştirmediği öndedir. Yine tarihi dönemlere göre farklı bakışlar olsa da ölüme, ölüm sonrası hayat/ahiret düşüncesi ve şehitlik gibi konular Yahudilikte çok ön planda olmayıp vurgu daha ziyade bu dünyaya/hayata yöneliktir. İslâm’da ise îman/akîde her şeyden önce gelir.
Evanjelikler ise dini ibadetlerin yasaklanmasına karşı çıkıyor ve salgını genel olarak “Tanrı’nın cezası” seklinde nitelendiriyor ve insanları kâinatın sonunun geldiğine inandırmak için bir fırsat olarak görüyorlar. Salgına ayrıca Hazreti İsa Mesîh’in gelişinin bir safhası olarak bakılıyor. Yukarıda da belirtildiği gibi, hastalık Hıristiyanlıkta esasen bir “ceza” olarak görülüyor. Hıristiyanlığın üç ana mezhebinden Katolikler ile (Fener-Rus-İskenderiye kiliselerinin başı çektiği) Ortodoksların tutumları, tabiatıyla Evanjeliklerden ve Ultra-Ortodoks Yahudilerden farklılıklar içerdiğinden ayrıca irdelenmelidir. Şu kadarı söylenebilir ki Katoliklikte tümdengelimci, merkezî/hiyerarşik bir yapı olduğundan ve aforoz müessesesi aktif olarak çalıştığından, bu gibi meselelerde farklı sesler pek çık(a)maz.
Bu meyanda son olarak, Kovid-19 günlerinde Newsweek dergisi başta olmak üzere Batı’daki bazı önemli medya organlarının İslâm’ın salgın hastalıklara genel bakışına ve Hazreti Peygamber’in hijyen/temizlik, karantina, teşhis ve tedaviye yönelik söz ve uygulamalarını öne çıkaran analizlere yer vermesi, Kovid-19’la mücadelede pek çok Batılı ülkede Müslüman sağlık çalışanlarının da en önde mücadele etmesi ve İslâm dünyasının mihver-merkezî ülkesi olarak Türkiye’nin insanî amaçlarla (ABD, İtalya, İspanya ve İngiltere başta olmak üzere) salgının ağır kayıplara sebep olduğu ülkelere önemli tıbbî yardımda bulunması gibi güzelliklerin, İslâm karşıtlığında görece azalmaya yol açabileceğini düşünüyor ve bunu temenni ediyorum.