“Ey örtüsüne bürünmüş peygamber, kalk insanları uyar. Rabbini yücelt. Elbiseni temizle.” (Müddesir – 1-5)
Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin aslî görevi dini tebliğdir. Allah Kur’an’da bunu bize şöyle bildirir: “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”
Hayatının her anı bize örnek olan Sevgili Peygamberimiz’in tebliğ ve irşad metodu da bu konuda yolumuzu aydınlatır. Tebliğ; Kur’an ve sünnetin mesajlarını birilerine ulaştırmak anlamına gelirken, irşad; insanlara hak yolu göstermek, dünya ve ahiretle ilgili zarar ve yararları anlatmak demektir. Peki Cahiliye Dönemi olarak adlandırılan, zulmün kol gezdiği bir dönemde Peygamber Efendimiz’in tebliğ ve irşadda dikkat ettiği şeyler neydi?
Allah Rasûlü’nün terbiye usûlünde muhataplarına yumuşak davranmak esastı. Mütebessim çehresi, tatlı dil ve güzel üslubuyla muhataplar üzerinde hep olumlu izler bırakırdı. Allah Hz. Peygamber’in bu yönünü Ali-i İmran suresinde şöyle anlatır: “Allah’tan bir rahmet ile sen onlara yumuşak davrandın! Şayet kaba ve katı yürekli olsaydın şüphesiz onlar etrafından dağılıp giderlerdi...”
Hz. Peygamber, muhatabını mahcup etmez ve onu güç durumda bırakmazdı. Medineli genç sahabe Muâviye b. Hakem, yasak olduğunu henüz bilmediği sıralarda namaz esnasında aksıran birisine “Yerhamükâllâh” demişti. Cemaat, bakışlarıyla ona tepki göstermiş, o da “Yazıklar olsun! Ne oluyor da bana bakıyorsunuz?” diye karşılık vermişti. İnsanların üstelemeleri üzerine ise susmak durumunda kalmıştı. Namazın ardından Hz. Peygamber’in kendisine nasıl davrandığını şöyle anlatır Muâviye b. Hakem: “Ne ondan önce ne de sonra daha güzel öğreten birini gördüm. Vallahi Resûlullah beni ne azarladı ne bana vurdu ne de hakaret etti. Sadece, ‘Bu namazda insan kelamı konuşulmaz. Namaz ancak tesbih, tekbir ve Kur’an okumaktır’ dedi.”
Hz. Peygamber, insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, hoşlanmadığı tutum ve davranışlar karşısında, “Şu insanlara ne oluyor ki!” veya “İçinizden bazıları şöyle şöyle yapıyorlarmış!” gibi ifadelerle isim vermeden uyarıda bulunarak anlatımda dolaylı bir üslup kullanırdı. Böylelikle muhataplar, topluluk içinde bir mahcubiyet duymadan gerekli dersleri çıkarırlardı.
Emir ve yasakları samimi bir şekilde önce kendisi uygulardı. Kendisinin gelmiş gelecek günahları affedilmişken, niçin ayakları şişinceye kadar namaz kıldığı sorulunca “Şükreden bir kul olmayım mı?” demiştir.
Kendisinden tavsiye isteyen insanların her birinin durumunu, anlayış seviyesini, ruh halini ve ihtiyacını dikkate alarak farklı tavsiye ve muamelede bulunurdu. Beşeri ilişkilerde ve eğitim öğretim faaliyetlerinde muhatapların durumunun daima göz önünde bulundurulmasını öğütlerdi. Allah Rasulü’nün gözettiği bu ilkeleri onun ashabı da dikkate alırdı.
İrşad yaparken Peygamberimiz tedricilik yolunu tutmuştur. Efendimiz’in İslam’ı tedricen ve merhale merhale tebliğ ettiği gibi Kur’ân-ı Kerim’in de tedricen 23 yılda tamamlandığını biliyoruz. Hicretle iki döneme bölünen bu 23 yılın, ilk devresi Mekke, ikinci devresi ise Medine dönemidir.
Mekke döneminde nazil olan ayetler, genel itibariyle, imani esasları, ahlaki prensipleri, davranış kriterlerini ve öğütleri içerir. Medine dönemi ise, bir yandan İslam hukuk sisteminin oluşturulup oturduğu, diğer yandan kul ile Allah arasındaki engellerin bütünüyle ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir dönem olmuştur. Peygamber Efendimiz, bütün bu merhalelerde her döneme uygun bir şekilde tebliğ yapmış, herkese durumuna göre muamelede bulunmuş ve insanların İslam’a ısınmasına, kalplerine imanın girmesine zemin hazırlamıştır.
Hz. Peygamber irşad görevini yerine getirirken karşısındaki kişinin ihtiyaçlarını dikkate alırdı. ‘Hangi amel daha hayırlıdır’ diye soran sahabelerden kimine ‘Namaz kıl’, kimine ‘Annene iyi davran’, kimine ‘Diline hakim ol’ kimine ‘Az da olsa devamlı olan ibadettir’, kimine ‘Allah’a iman ve onun yolunda cihad’dır’ veya ‘Yemek yedirmek ve cihaddır’ şeklinde farklı farklı cevap vermesinin nedeni, toplumundaki insanları iyi tanımasındandır.
İnsanları eğitirken ve onlara bir şeyler öğretirken kolaylık göstermek, Hz. Peygamber’in öne çıkan eğitim metoduydu. “Kolaylaştırın zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” ifadeleri, onun eğitimdeki yaklaşımını ortaya koyuyordu. Hz. Âişe validemiz bunu şöyle anlatırdı: “Peygamber (sav), iki durum arasında tercih yapma durumunda kaldığında, eğer günah değilse en kolay olanını tercih ederdi. Eğer günah ise ondan en uzak duran kimse olurdu. Vallahi, Resûlullah (sav) kendisine dair hiçbir konuda asla intikam peşinde olmamıştır. Fakat o, Allah’ın bir kanunu çiğnenince mutlaka bunun cezasını verirdi.”