Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi Seramik Bölümü Öğretim Görevlisi Ekrem Coşkun, savaşların neden olduğu yıkıma ve vahşete dikkati çekmek, farkındalık oluşturmak ve gelecek nesillere hatırlatmak için savaş kalıntılarını tasvir eden eserler yapıyor. Başta Orta Doğu olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinde yaşanan savaşlardan etkilenince, 10 yıl önce bu durumu eserlerine yansıtmaya başlamış olan Coşkun’un eserleri, zamanla, savaştan artakalan yıkımı ve insanlar üzerinde bıraktığı kötü etkileri anlatan mimari yapılara dönüşmüş. Coşkun ile seramik sanatını ve eserlerini konuştuk.
Ekrem Coşkun’un seramik sanatına olan ilgisi seramik malzemesinin kendisini çocukluğuna götürmesiyle başlamış. Çocukken mahalleden arkadaşlarıyla çamurdan plakalar yapar ve seyrek araç trafiği olan bir yola bu plakaları dizerlermiş. “Plakaların üzerinden geçen lastiklerin izleri bizim için çok enteresandı” diyen Coşkun, plakaları yoldan özenle kazıyarak üzerine kum serpip elleriyle izlere zarar vermeden yüzeye bir pürüzsüzlük vermeye çalışırlarmış. “Sonrasında kurumaları için plakaları bir bahçe duvarına yaslar ve birbirimizin plakalarını izleyerek keyiflenirdik. Ayrıca başarılı çalışmalarımızdan dolayı birbirimizi tebrik de ederdik. Tam bir karma sergi ortamıydı. Çok saf ve hiçbir ereğe bağlı olmayan salt izlenimlerle son bulan bir sergi ortamıydı” sözleriyle anlatıyor. Konya Selçuk Üniversitesi GSF Seramik Bölümü’nde öğrenim gören bir arkadaşının kendisine bölümü ve içeriğini anlattığını söylüyor. Coşkun, beraber arkadaşıyla fakülteyi ziyaret etmiş ve seramik bölümündeki eserleri, kullanılan malzemeleri ilk defa orada görmüş. Coşkun, “Daha önce ediyorum kendimi üç boyutlu ifade etmeyi hiç düşünmemiştim. Yetenek sınavına girdim ve sınavda başarılı oldum. Böylece sanat eğitimim başladı. Aldığım eğitim doğrultusunda ve ortaya çıkan objelerle birlikte seramik sanatıyla kendimi güçlü bir şekilde ifade edebildiğimi gördüm” diyor.
“Sanatımda tanık olduklarımla toplumdan bireye, ben’e, genelden özele doğru bir yol izledim” diyen Coşkun, sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Bu da ‘Toplumcu Gerçekçi’ yapıda bir perspektif edinmemi sağladı. Evet benim sorunlarım vardı. Ancak bunlar nadide, biricik sorunlar değildi. Dolayısıyla anlatmak istiyorsam anlamalıydım. Bu durumda eserlerimde ‘Narrative’ (anlatı) etkiler belirmeye başladı. Yaşanmış ya da yaşanması mümkün hikayeleri toplumcu gerçekçi bir yapıda aktarmaya çalışırken ütopik olanı değil var olanı seyretmeye çalıştım. Yaptığım eserle izleyici arasında var olan ‘ben’ aradan kalkmalı ve eser ontolojik sürecini tamamlayıp var olmalı, en salt haliyle izleyiciye ulaşmalıydı. Eserlerimde eşik kavramının metaforik yapısıyla; makam hırsı, geçmişe özlem, yok oluş, terk ediliş, yeniden doğuş, doğanın canlanması gibi konuları ele alıyorum. Bu konuları mimari yapılar içeren seramik formlar şekillendirerek işlemeye çalışıyorum. Eserlerimde savaş, soykırım, vahşet öğelerini de anlatıyorum. Şu andaki sanatsal tavrım ve tekniğim savaş kalıntılarını ele aldığım kırk parçalık bir enstalasyon çalışması sonucunda oluştu.”
İhtişamlı bir mimari yapıyı yıkılmış olarak şekillendirirken onun güzel güneşli günlerde nasıl göründüğünü düşünerek yaptığını belirten Coşkun, “Ya da tam ortasında, oturma yerinde mezar bulunan bir taht şekillendirdiğimde o mezara ilk ben giriyorum. Öldüğümü düşünüyorum. Bir saray yapısının yıkıntılarının arka planında hiç zarar görmeden ayakta kalmış iki odalı bir evi şekillendirirken, sahip olduğu her şeyi kaybetmiş olan kişi ilk ben oluyorum. O derme çatma iki odalı küçük eve sığıyor ve şükürler olsun sen hâlâ buradasın, her şeyimi kaybettim ama sen bana kucak açtın diyorum. Savaşın ortasında kalmış küçük bir kız çocuğuna yaş pastasını götürdüğümde içinde yerle bir olmuş evi, mahallesinin olduğunu biliyorum. Ancak pastanın dilimini servis ettiğimde o görüntüyü ilk defa görmüş gibi mahvoluyorum. Ailesini, arkadaşlarını, oyun alanını, okulunu kısacası her şeyini kaybetmiş bir savaş çocuğunun kağıttan bir uçak yapıp kanadına ailesini ve evini çizmesini izliyorum. O çocuk oluyorum. Hatta o çocuk kadar temiz ve saf olduğumu düşlüyorum. Olamadığımı belki de hiç olamayacağımı, o kadar ağır kayıplar yaşamadığımı düşünüyor ama yine de rolümü oynuyorum. Yaptığım işler beni onlara bedenen götüremese de ruhen götürüyor. Ya da öyle olmasını hedefliyorum” sözleriyle eserlerini yaparken nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu anlatıyor.
Şu an Gazze’de yaşananların kendisini yerle bir ettiğini söyleyen Coşkun, “Şekillendirdiğim o yıkık dökük kalıntılardan çok daha harap olmuş durumdayım. Artık oradaki vahşeti izleyebilecek yürek kalmadı bende. Sosyal medyada ölen çocukları gördüğümde, anne babaların feryatlarını duyduğumda hemen kapatıyorum ekranı. Dedim ya kaldıramıyorum artık. Kaçıyorum aslında. Ancak unutmuyorum, unutmamak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Gördüklerimiz global bir tramvaya sebep olacak derecede ağır görüntüler. Bir ülkenin haritadan silinişine tanık oluyoruz ve özellikle de acımasızca çocukların katledildiği görüntüleri hafızamızdan silmek mümkün değil. Elimizden bir şey gelmez deyip köşeye çekilmek bana çok ucuz ve bayağı geliyor. Ortada çok büyük bir katliam söz konusu. Bu bir savaş da değil, savaş demek hafif kalır. Tam bir soykırım gerçekleştiriliyor” şeklinde anlatıyor.
Kasım ayından beri eser üretemediğini dile getiren Coşkun, “Başladığım ama yarım kalan, kaybettiğimiz mahalle kültürünü anlatan bir işim var. Ancak tamamlayamıyorum sekiz aydır yarım bir şekilde atölyemde duruyor. İçimden gelmiyor onunla ilgilenmek. Ben mahalle kültürünün, komşuluğun yitip gitmesinden bahsedeceğim ancak şu anda yitirdiklerimiz o hislerin aşkınlığının önüne geçiyor. Uzun bir zamandır yeni eserler için manifesto düşünemiyorum. Benim üretim safhalarım genelde ilk önce bir söz üzerine manifesto oluşturarak başlıyor. Ancak saptadığım sorunlar tanık olduğum katliamın yanında çok basit kalıyor” diyor.