Prof. Dr. Günay Kut, ülkemizdeki elyazması kütüphaneleri değerlendirdiği bir makalesinde Anadolu şehirlerindeki zengin koleksiyonlara sahip kütüphaneleri sıraladıktan sonra şu hükmü verir: “Türkiye’nin neresine gidilirse gidilsin insanın karşısına muhakkak eski eserleri havi bir kütüphane çıkar.”
Gerçekten Prof. Dr. İsmail E. Erünsal’ın Osmanlılarda Kütüphane ve Kütüphanecilik kitabına şöyle bir göz atmak bile padişahından sadrazamına, darüssade ağasından reisülküttabına, müderrisinden kadısına neredeyse herkesin kütüphane kurmak maksadıyla yarıştığını görmek için kâfidir. Zira kitapsever bir Osmanlı’nın ömrü boyunca topladığı kitaplarını vefatından sonra hem dağılmaktan kurtarmak hem “amel defteri”ni açık tutmak için yapması gereken şey gayet basitti: Vakfetmek.
Bundan sonraki iş ise tasnif etmek ve kataloglamak. İstanbul Belediye Kütüphanesi’nin müdürlerinden Orhan Durusoy’un sözünü hatırlamanın tam sırası: “Katalogsuz bir kütüphane, hiç şüphesiz bir kitap deposundan başka bir şey değildir.”
Osmanlılarda Kütüphane ve Kütüphanecilik’te anlatıldığına göre vakıf yoluyla kurulan kütüphanelerin vakfiyelerine eklenen kitap listeleri ilk kataloglar olarak kabul ediliyor. Ortaçağ İslam dünyasında kütüphanelerin katalogları, alfabetik veya ilimlere göre sınıflandırılarak hazırlanıyordu. İlk Osmanlı kütüphanelerinin katalogları da vakfiyelere ekli kitap listeleri şeklindeydi. Müstakil katalogların ortaya çıkması için 16. yüzyılı beklemek gerekecektir. İstanbul’daki vakıf kütüphanelerinin toplu kataloglarının hazırlanmasıysa 19. yüzyılın ortalarında başlayacaktır. Tek tek kataloglar ise II. Abdülhamid döneminde yapılmış, “Devr-i Hamidî Katalogları” diye adlandırılan bu 40 ciltten uzun süre faydalanılmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Maarif Vekâleti’nce 1927’de İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Komisyonu kurulmuşsa da 6 ay çalıştıktan sonra çalışmaları durdurulmuş, 1935’te kurulan diğer bir komisyonla kataloglama faaliyeti yeniden başlamıştır. Büyük kitabiyat âlimlerinin bulunduğu komisyonun çalışmaları neticesinde 1943-1962 yılları arasında “İstanbul Kütüphaneleri Tarih-Coğrafya Yazmaları Kataloğu”, 1947-1976 yılları arasında ise “İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu” tamamlanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın öncülüğündeki bu çalışmalar sonraki yıllarda da devam etmiş ve Topkapı Sarayı Müzesi ve Mevlana Müzesi kütüphaneleri başta olmak üzere çeşitli kütüphanelerin katalogları hazırlanmıştır.
1978’de Kültür Bakanlığı’nın başlattığı “Türkiye Yazmaları Toplu Katalogu” (TÜYATOK) projesi ise Cumhuriyet dönemindeki en büyük teşebbüstür. Prof. Günay Kut’un başkanlığında hazırlanan çalışmanın hedefi, Türkiye kütüphanelerindeki Arap harfli yazma eserlerin kataloglanmasıydı. Uzun süre devam eden bu değerli ve emek mahsulü proje kapsamında 40’a yakın katalog yayınlanmış ancak çalışma 2000’li yılların başında kesintiye uğramıştır.
Peki bugün yazma eserlerimizin ne kadarı kataloglanmış durumda? Çalışmalar ne aşamada? Uygulanan metotlar ne kadar doğru? Tespit, teklif ve öneriler neler? Yeni Şafak Kitap olarak sahanın uzmanlarının kapısını çaldık.
Osmanlı kitap kültürü çalışmalarının duayeni Prof. Dr. İsmail E. Erünsal, dünyada en zengin yazma eser koleksiyonlarına sahip olmasına rağmen ülkemizde bu konuda yetişmiş uzmanların olmadığına dikkat çekiyor.
Hazırladığı onlarca bibliyografyayla araştırmacıların yolunu kısaltan ve değerli eserlere dikkat çeken Prof. Dr. Hatice Aynur’a bir edebiyat arkeoloğu olarak Türkiye kütüphanelerinde elyazmaları üzerine çalışırken kataloglarla ilgili karşılaştığı soru(n)ları sordum. Ayrıca 2002’de yayınladığı “Türkiye’de Türkçe Yazma Eserlerin Kataloglanması Üzerine Bir Değerlendirme 1989-2002” adlı makalesinde bu konuda acilen atılması gereken ilk adımlardan bahsediyordu. Aradan geçen zamandaki gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini sormasam olmazdı.
Marmara Üniversitesi Bilgi ve Belge Bölümü Başkanı Prof. Dr. R. Tûba Karatepe Türkiye’deki kütüphanelerin dijitalleşme ve açık erişim sürecini elyazmaları açısından değerlendirdi.
Dumlupınar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ersen Ersoy’a Osmanlı edebiyatı metinleri üzerine çalışan bir akademisyen olarak Türkiye’deki katalogları yeterli bulup bulmadığını sordum.
FSM Vakıf Üniversitesi Yazma Eserler Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Dr. Sami Arslan’a elyazmalarının kataloglanmasında dünden bugüne uygulanan metodu nasıl bulduğunu ve tekliflerini sordum.
Son olarak 2010’da kurulan Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’ndan Çeviri ve Yayım Dairesi Başkanı Doç. Dr. Ferruh Özpilavcı ile yazma eserlerin dijitalleştirilmesi ve kataloglanmasındaki son durumu konuştuk.
lBir misalle başlamak istiyorum: Bir hocamız XVI. yüzyıla ait bir metni yurt dışından getirterek yegâne nüsha diye neşrediyor. Oysa hocanın yaşadığı şehirde aynı metnin iki nüshası daha vardı. Bu nüshaların ihmal edilişinin sebeplerinden biri de kütüphanelerimizdeki yazmaların kataloglanmasının henüz tam anlamıyla bitirilemeyişi ve araştırmacıların hizmetine sunulamayışıdır.
Türkiye, Arap harfli yazmalar bakımından dünyada en zengin ülkedir. Ülkemizdeki Arap harfli yazmaların tamamına yakını Arap, Türk ve Fars dillerinde kaleme alınmıştır. Bu yazmaların büyük bir kısmı Osmanlı coğrafyasında kopya edilirken bir kısmı da fethedilen memleketlerden satın alınarak getirilmiştir. Bu durum ecdadımızın okumaya, yazmaya ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından dikkate şayandır. Hem İstanbul’daki koleksiyonlar hem de Anadolu ve Rumeli’deki kütüphaneler yazma ihtiva etmeleri açısından son derece zengindir. Bütün bu zenginliğe rağmen ülkemizdeki bütün koleksiyonların kataloglanması henüz tam manasıyla başarılabilmiş değildir. Halbuki Avrupa’da 19. yüzyılda İslami yazmaların en mükemmel katalogları hazırlanmıştı. Özellikle British Library, Bodley, Berlin ve Viyana’daki yazmaların katalogları müellif ve eser hakkında verdikleri doyurucu bilgi ile dikkatleri çekmektedir.
İstanbul’daki kütüphane defterlerinin neşriyle başlayan yazmalardan haberdar etme ameliyesi, 1978 yılında başlatılan Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu ile devam etmiştir. Bu kaynaklarda hem eser hem de müellif hakkında detaylı bilgiye ulaşmak pek mümkün değildir. Bununla birlikte Abdülbaki Gölpınarlı, Ramazan Şeşen, Günay Kut, Fatih Köksal gibi hocaların hazırladıkları kataloglar son derece kıymetlidir. Yeni nesilden Sadık Yazar ve Sami Arslan’ın konuyla alakalı ümit verici çalışmaları vardır.
Geçen hafta yitirdiğimiz rahmetli Turgut Kut Beyefendi’nin 1972 senesinde yayımladığı “Türkçe Yazma Eser Katalogları Repertuvarı” başlıklı yazı Türkçe yazmaların dünyanın pek çok bölgesine yayıldığını ve yurt dışında da çok sayıda kıymetli yazma bulunduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. Tarihî metinler üzerinde çalışan her araştırmacının bu makaledeki katalogları edinmesi ve taraması elzem olan ameliyelerdendir. Turgut Bey’in makalesi dışında Karl H. Menges ve Eleazar Birnbaum’un dünyadaki Türkçe yazmaların keşfi için yaptıkları seyahatlerin raporu mahiyetindeki makaleleri de yurt dışındaki Türkçe yazmaların çokluğunu göstermesi bakımından dikkati çekmektedir. Merkezi Londra’da bulunan “Furqan” Vakfının dünyadaki İslami yazmaların bulundukları kütüphanelerin ve bunların sayılarının tespit edilebilmesi için yaptığı yayınlar da bu hususta muhakkak hatırda bulundurulması gereken çalışmalardandır. Bunları şunun için anlatıyorum. Arap harfli Türkçe yazma eserler sadece Türkiye’de değil Japonya’dan Amerika’ya, Rusya’dan Kuzey Afrika ülkelerine kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumdadır. Bu arada Türkçe yazma denince sadece Arap harfli metinler de akla gelmemelidir. Ermeni, İbrani, Süryani, Grek harfleriyle yazılmış çok sayıda Türkçe metnin varlığı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Yurt dışında bulunan Türkçe yazmaların kataloglanması işlemi Avrupa’nın çoğu ülkesinde bitirilmişse de hala kataloğu bulunmayan çok sayıda kütüphane mevcuttur. Kataloğu olan kütüphanelerin de kataloglarının 19. asırda ya da 20. asrın başlarında tamamlandığını ve bundan sonra da eser alımının devam ettiğini düşünecek olursak “Keşfü’z-Zünûn” ve zeyillerinde kayıtlı ancak henüz ele geçmemiş pek çok eserin ortaya çıkabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Nitekim dil, tarih, ilahiyat ve edebiyatla ilgili makalelerin yayımlandığı dergilere bakacak olursak zaman zaman yeni bir yazmanın keşfi müjdesinin verildiğine şahitlik ederiz. Bu bakımdan kataloğu olmayan kütüphanelerin kataloglarının çıkarılması, eksik olanlarında ikmal edilmesi kültür, dil ve edebiyat araştırmalarına katkıda bulunacaktır.
Bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu bir devirde yaşıyoruz. Bugün, yüzyıl önce hazırlanmış bir kataloğun dijital kopyasına erişmek mümkündür. Ülkemizdeki metin çalışmalarının bir kısmında yurt dışındaki katalogların ihmal edildiğine şahit oluyoruz. Yurt dışına çıkarılan yazmalar genellikle cilt, tezhip gibi tezyinat açısından kıymetli eserlerdir. Bunun dışında bazısı müellif hattı ya da müellif hayattayken çoğaltılmıştır. Bunlar görülmeden ortaya konan metne kâmil bir metin diyemeyiz. 16. yüzyılda yazılmış ve yüzlerce defa istinsah edilmiş mensur bir eserle ilgili yapılan çalışmada neredeyse altmış nüshanın tespit edilemediğini fark ettim. Tabii ki buradan genelleme yapmamız doğru olmaz. Şunlar tespit etmiş bunlar tespit edememiş gibi bir meselemiz yok. Derdimiz ecdadımızın ortaya koyduğu birikimin yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır. Bu sebeple daha önce söylemiş olsak da şu önerilerimi önemine binaen yinelemek istiyorum. Öncelikle yurt dahili ve yurt dışındaki kütüphanelerde bulunan Türkçe yazmaların envanteri çıkarılmalıdır. Daha sonra bunların detaylı katalogları hazırlanmalıdır. Bunların tamamı dijitalleştirilmeli, araştırmacıların ilgisine arz edilmelidir. İnanıyorum ki bibliyografik kaynaklarda ismi mevcut cismi namevcut dilimiz ve edebiyatımızla alakalı pek çok eser bu sayede ortaya çıkacaktır.
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Çeviri ve Yayım Dairesi Başkanı Doç. Dr. Ferruh Özpilavcı ile yazma eserlerin dijitalleştirilmesi ve kataloglanmasındaki son durumu konuştuk.
Yakın bir döneme kadar bu sayı iki yüz bin civarındaydı. Ancak son birkaç yıl içerisinde kurum olarak satın aldığımız yazmalara ilave olarak Milli Kütüphane bünyesindeki yazmaların da başkanlığımıza devri ile birlikte bu sayının iki yüz elli bin cildi bulduğunu belirtmeliyim. Burada şu hususu göz ardı etmemek gerekiyor. Yazma eser ciltleme geleneğinde aynı cildin içerisinde birden fazla eser yer bulabilmekte. Dolayısıyla iki yüz elli bin cilt içerisinde bir araya getirilmiş sayısı beş yüz binleri bulan yazma esere hamilik yapmakta olduğumuzu ifade etmeliyim.Türkiye’deki toplam yazma eser adedini hesap etmek gerektiğinde ise bize bağlı olmayan Topkapı Sarayı, Konya Mevlana, Türk İslam Eserleri gibi müzeler başta olmak üzere İstanbul Üniversitesi Yazma ve Nadir Eserler Kütüphanesi ile diğer üniversite kütüphanelerini de dikkate almak gerekiyor. Şahısların veya ailelerin ellerinde bulunan ve şimdiye kadar devlet envanterine girmemiş yazma eser koleksiyonları da mevcut tabii...
Üniversitelerin bahsettiğiniz bölümlerinden personel alımı esnasında çokça istifade etmekteyiz evet. Ancak bize doğrudan uzman yetiştiren birimler henüz üniversitelerde kendine yer bulabilmiş değil maalesef. Zira “yazma eser bilimi” olarak ifade edebileceğimiz kodex (kitap) ve logy (bilim) kelimelerinin bir araya gelmesi ile meydana gelen Kodikoloji adı altında herhangi bir bölüm bulunmamakta ülkemizde. Yazma Eser Bilimi (Kodikoloji) eserin entelektüel içeriği ile değil nüshaları ile, hattı, kağıdı, tezhibi, cildi ve mürekkebinin tarihi ile ilgilenmekte; bu surette eserin geçmişini aydınlatabilecek verilere erişilmekte ve buna göre eserin ayrıntılı tavsifi yapılabilmektedir. Restorasyonu sürecinde de bu bilgiler dikkate alınmaktadır. Kütüphanelerde doğan, gelişen bu bilimin yüksek öğretim düzeyinde kendine yer bulabilmesi adına üniversitelerle ve araştırma merkezleri ile birtakım tematik işbirlikleri yapmaktayız.
Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki koleksiyonlardan başlamak suretiyle Başkanlığımıza bağlı yazmaların kataloglama faaliyeti tüm hızıyla devam ediyor. Şimdiye kadar önemli bir kısmı yazma, kalan kısmı matbu/nadir eser olmak üzere yedi yüz binden fazla esere ait hazırlanan verilerin bir araya getirildiği “portal” geçen yılın ocak ayından itibaren kütüphanelerimizin okuma salonlarında aktif bir şekilde erişime açık. Şimdilik test aşaması hala devam ediyor. Ancak nihai amacımız bahsettiğimiz bu sisteme yazma eser araştırmacılarının bulundukları yerden internet yoluyla erişimlerini sağlamak. Takdir edersiniz ki dünyanın en hacimli yazma eser koleksiyonlarına ev sahipliği yapmanın birtakım dezavantajları bu noktada devreye giriyor. Personel sayımızı takviye etmek suretiyle bu noktada üzerimize düşeni yapmaya gayret ediyoruz.
Türk-İslâm yazması denildiği zaman nerede olursa olsun bizim kültürel mirasımızın bir parçası olarak kabul edilmesi gerekiyor. Bu anlayışla hareket ederek şimdiye kadar Başkanlığımıza bağlı olmamasına rağmen İstanbul Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi ve Türk İslam Eserleri bünyesindeki yazmaların dijitale aktarılması ve restorasyonu noktasında gerekli destekleri verdik. Ayrıca hangi kütüphanede olduğuna bakmaksızın ilim dünyası açısından mühim bulunan eserlerin çeviri-yayım faaliyetini de icra etmekteyiz. Diğer ülkelerin kültür veya miras bakanlıkları ile karşılıklılık ilkesi gözeterek işbirlikleri yapıyoruz. Uluslararası fuarlar, kongre ve seminerlerin yanında karşılıklı uzman davet ederek personel eğitimi noktasında da adımlar atıyoruz. Ülkemize ait olup da yurtdışında tespiti yapılan yazmalara dönük ise hukuk birimimiz gerekli adımları atmakta ve buna dair ayrıca bir süreç işletmekteyiz.
El yazmalarının dijitalleştirilmesi ve internet üzerinden herkesin kullanımına açılması, zor ve iyi yönetilmesi gereken bir sürecinin en son ve tabii önemli bir kısmıdır. Sürecin asıl önemli kısmı ise yazmaların kataloglanmasıdır. Kataloglamayı “iyi” yapmadığınız sürece, ortaya bir ürün çıkar, işe de yarar, ses de getirir ama Türkiye’nin bu konuda asıl ihtiyacını karşılamaz; problemi çözmez. El yazmalarının ayrıntılı kataloglanması gerektiği konusunda herkes hemfikir. Ayrıca, hiçbir kataloğun hatasız ve tam olamayacağını da baştan kabul etmek gerekir. Zira, yazmalar konusunda ve yazmaları kullanarak yapılan araştırmalar devam etmekte, bu önemli çalışmalar, kimi zaman bazı bilgilerin değişmesini; doğruların ortaya çıkmasını sağlamaktadır.
Ancak, kütüphanecilik standartları, bilgisi olmadan yapılan her çalışma, bilginin muhtemel kullanıcılarına eriştirilmesi, ulusal ve uluslararası platformlarda paylaşımı gibi noktalarda ciddi sıkıntılara ve hatta harcanan zaman ve emeğin heba olmasına dahi yol açabilir. Yukarıda “iyi” diye nitelendirdiğim kataloglamadan kastım, aslında en genel anlamıyla bu.
Katalog, kullanıcı için hazırlanır. Kullanıcının arama davranışları, tekbiçim ilkeleri, kullanıcıyı bilgilendiren ancak yorumdan kaçınan bir dilin seçimi, tanımlamada kullanılacak terimlerin belirlenmesi, yazar otorite dizinlerinin hazırlanması, üst veri alanlarının uluslararası standartlarda kullanımı, kullanıcı rehberlerinin hazırlanması, tanımlama kaynakçasının sınırları, notlar alanına nelerin yazılıp yazılmayacağı, kullanılacak kütüphane programının özellikleri, kullanıcı dostu olup olmadığı, birbiriyle konuşabilen sistemlerin seçimi ve kullanımı... gibi bir çok hususun, neden önemli olduğunu, ne işe yaradığını ve yarayacağını kütüphaneciler bilirler.
Bütün bu bilgilerin ışığında, en başta belirlenecek ilkelerle, Türkiye’de bulunan bütün el yazmaları için, kütüphaneciler ve farklı disiplinlerden araştırmacılardan oluşan bir ekibin, önce TÜYATOK’un (Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu) tamamlanmasını sağlaması kanaatimce ilk ve asıl yapılacak iştir. Yapıları, bağlı oldukları mevzuat ne kadar farklı olursa olsun, böyle bir çalışmada her kurumun yer almak isteyeceğini düşünüyorum. Her kurumun bu iş için ayrılan bir bütçesi, uzman personeli, hatta politikasının olmasını da bekleyemeyiz. Emek ve zamanı artık çok verimli kullanmamız gerekiyor.
Toplu kataloğun tamamlanması, bilim tarihi, okuma kültürü, kitap tarihi başta olmak üzere, el yazmalarını çalışmalarında kaynak olarak kullanacak her türlü araştırmacıya ve hatta meraklıya külliyatlı bir bilgi sunacaktır. Bu toplu kataloğun sunduğu bilgilerin kullanılmasıyla, ilgili alanlarda mikro çalışmalar yanında, artık yaygınlaşan imkânlarla, kültür haritaları, bilginin yayılması, yansımalarının ve faillerinin resmedilmesi de mümkün olabilecektir.
Türkiye gerek yazma eserlerin sayısı ve gerek bu yazma eserlerin dijital ortama aktarılması açısından dünyanın sayılı belki de en önde gelen ülkesidir. Yazma eserlerin temin ve dijitalize edilmesi çalışmaları Yazma Eserler Kurumu’nun tebrike şayan çalışmalarıyla sürdürülmektedir. Bununla beraber gerek Türkiye ve gerek sair yerlerde kataloglama çalışmalarının ideal durumda olmadığını kaydetmek gerekir. Bu açıdan şimdiye değin yapılan katalogların oldukça faydalı fakat bu hal üzere bırakılırsa zararlı bir tarafı olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Mevcut kataloglarda en çok göze çarpan problemin verilerin eksik girilmesi olduğunu söyleyebiliriz. Hiç mübalağasız bazen bir eserin on farklı yazara nispet edildiğini ya da bir eser ya da müellifin isminin bir o kadar farklı yazıldığını görebilirsiniz. Maalesef ki bu böyledir. Yazma eser kataloglanmasında uygulanan ortak bir metod var mı, diye sorduğumuzda şahsen benim bildiğim yok. Maalesef bu konuya dair yapılmış belki de tek çalışma vaktiyle -63 sene önce- merhum Aziz Berker ve İsmet Parmaksızoğlu tarafından Yazma ve Eski Basma Kitapların Tasnif ve Fişleme Kılavuzu ve İslâm Dini İlimleri Tasnif Cetveli ismiyle hazırlanmış olan kılavuzdur, fakat o kılavuzun da bugün için sadre şifa olmadığını ayrıca belirtmeye gerek yoktur sanırım. Bu meselenin bir yönü, diğer yönü ise ne kadar problemli tarafları da olsa eldeki katalog bilgilerinin okuyucuya pratik bir şekilde sunulduğu bir veri tabanının olmamasıdır.
Fakat katalogların bundan daha önemli ve yapısal başka bir sorunu var kanaatimce, bu da “Yazma eser kataloğu nasıl hazırlanmalıdır?” sorusu. Halihazırda yazma eser kataloglarının metin merkezli olduğunu öncelikle belirtmem gerekir. Kataloglar büyük ölçüde metnin ismi, yazarı, muhtevası, ithafı, sebeb-i telifi vs. etrafında hazırlanmakta. Bunlar önemli bilgiler, fakat yeterli mi? Değil. Zira yazma eser sadece metinden ibaret değildir. Zira metin, yazma eserin iki temel unsurundan birincisidir; müellif ise yazma eserin yazarlarından bir yazardır, dahası vardır. Yazma eser metin/kitap ve nüshadan oluşan üç yazarlı bir araçtır. Bu üç yazardan müellif yazma eserin metin tarafını oluştururken müstensih ve okur nüsha tarafını oluşturur. Siz sadece müellif ve metni dikkate alırsanız aslında bir yazma eser kataloğu hazırlamış olmazsınız ya da eksik bir katalog hazırlamış olursunuz. Şu halde yazma eseri yazma eser yapan müstensih tasarrufları ve özellikle okur kayıtlarının olmadığı bir katalog, yeniden hazırlanması gereken bir katalogdur. Metnin yanı sıra nüshayı da içeren bir katalogda söz gelimi, müstensihin sadece ismi ve künyesini ya da sadece istinsah şehri ve zamanını yazmak yeterli olmayacaktır. Müstensihin o nüshada kaydettiği tüm ilişkiler ağı -baba, dede, büyük dede, büyük büyük dede, hocalar, arkadaşlar, şeyhler, kariler, nazırlar, nüsha sahipleri ve başka kimseleristinsah mekanına dair kamusal ve sivil tüm mekanlar,istinsah zamanına dair mutlak ve izafi tüm zamanların kataloğa işlenmesi gerekir. Keza okurlarla alakalı onlarca farklı kayıtların da bir metod dahilinde kataloğa alınması gerekir. Kısacası böylesi bir katalog o kütüphanedeki eserleri tanıtmanın yanında sosyal ve kültürel tarih araştırmacıları için yepyeni açılımlar sunacak, kaynaklar sağlayacaktır.
Elyazması eserlerin kataloglanmasında birçok güçlükle karşılaşılmaktadır. Bu güçlüklerin önemli bir bölümü bu tür kitapların yazıldığı devir ile günümüz arasında giren zaman diliminden kaynaklanıyor. Bizim için artık bir yazma eseri incelemek kolay bir iş olmaktan çıkmış, yabancısı haline geldiğimiz bir dönemi, bu dönemde oluşan medeniyet ve kültürleri tanıma ve bunun için de kullandıkları dilleri ve alfabeleri öğrenme meselesi haline gelmiştir. Bugün artık kullanılmayan kâğıtların ve mürekkep çeşitlerinin doğru olarak tanıtılabilmesi, farklı tekniklerle ve malzemeyle yapılmış farklı görünümdeki ciltlerin yeterince tavsif edilebilmesi bu devrin maddi medeniyet unsurlarının bilinmesini gerekli kılıyor. Ancak mesela bugün ülkemizde mürekkep ya da kâğıdın tarihine dair ayrıntılı çalışmalardan mahrumuz.
Elyazması eserlerin kataloglanmasındaki bir diğer sorun da şu: Türkiye, dünyada en zengin yazma eser koleksiyonlarına sahip olmasına rağmen bu konuda yetişmiş hemen hemen hiçbir uzman yok. Hellmut Ritter, Ahmet Ateş, Fuat Sezgin, Nihat Çetin, Ramazan Şeşen geleneğinde maalesef daha sonra kimse yetişmemiştir. Cemil Akpınar gibi bu konuda söz sahibi olabilecek bazı araştırmacılar gerekli imkân ve zemini bulamadıklarından kendilerini gösterememişlerdir. Batı’da bu alanda çalışanların hemen hemen hepsi kütüphanecidir. Bizdeki kütüphaneciler de ellerinin altında olan binlerce yazmayı inceleyerek bu konularda sistematik bilgiler üretebilirler.
Artık bugün birçok konuda olduğu gibi bu konudaki boşluğu doldurmak isteyen bazı araştırmacılar çıkmakta ve bunlara çalışmaları için bazı üniversiteler ve özellikle de Yazma Eserler Kurumu tarafından gereken imkân sağlanmaktadır. Ancak işe yeni başlayanlara hemen hemen bütünü Türkiye dışında yapılan çalışmaların literatürüne hakim olmak çok vakit kaybettireceği, hatta bu araştırmacılar bu çalışmaların bir kısmına da ulaşamayacakları için ben Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphane’de yazmalar konusunda dünyada yapılan çalışmalarla ilgili 30-40 yıldan beri topladığım malzemeyi işe yeni girişeceklerin istifadesine sunmak istedim. Böylece ortaya okunması kolay, bilgilendirici, yönlendirici bir el kitabı ortaya çıkmış oldu.
Özellikle son yıllarda kaydedilen en önemli gelişme yazma eserlerin pdf’lerine ulaşılabilmesidir. Yine özel kurumların koleksiyonlarıyla ilgili hazırlanıp yayımlanan nitelikli kataloglar (mesela Koç Üniversitesi’nin koleksiyonundaki yazma eserlerin katalogları) araştırmacılar için büyük nimettir. Öte yandan 2002’de yayınlanan makalemde sözünü ettiğim sorunlara neşter vurulmadığı görülüyor. O yazımda Mehmet Emin Küçük tarafından yazma eserlerle ilgili olarak ortaya konulan beş sorundan (örgütlenme; personel; hizmete sunma ve yararlanma; bakım ve onarım) söz ederek kataloglanma sürecine odaklanmıştım. Kataloglamayla ilgili temas ettiğim sorunların çözümünde adımlar atılmakla birlikte bugüne kadar yapılanlar beklentilerin altındadır. Mesela, yazma eserlerin kataloglanmasında tek biçimliliğin sağlanmasında diğer bir ifadeyle bir yazma eserin bibliyografik künyesinde nelerin, nasıl yer alacağı konusunda bir standart oluşturulmadığı görülmektedir. Kataloğu hazırlayan kişinin bilgi birikimi ve uzmanlık alanı doğrultusunda kataloglar hazırlanmaktadır. Türkiye kütüphanelerindeki tüm yazma eserlerin ve dünya kütüphanelerinde Türkçe yazma eserlerin güvenilir ve yeterli bilgi sunan toplu kataloğu elimizin altında bulunmamaktadır. Teknolojik gelişme bilgiye/yazma esere daha hızlı ve daha kolay ulaşma imkânı sunmakla birlikte her bir araştırmacı bunu yeniden tek başına yapmak zorundadır. Zira mevcut toplu kataloglar güvenilir ve yeterli bilgi sunma konusunda yetersiz kalmaktadır. Aynı kitabın adı ve yazarı farklı şekillerde yazılmış olabilir veya hatalı girilmiş olabilir, bundan dolayı katalogda farklı arama yolları geliştirmeniz ve her bir yazmayı tek tek görerek bir sonuca ulaşmanız gerekir. Hâlâ Türkiye’de toplam kaç yazma eser olduğu dahi bilinmemekte ve “yaklaşık” ibaresi değerlendirmelerde verilen sayılarda kullanılmaktadır. Türkiye Yazma Eserler Kurumu ve FSM Yazma Eserler Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (2020) kurulması önemli adımlardır. Her iki kurumun yazma eserler konusunda günü kurtarmaktan ziyade uzun vadeli stratejiler/projeler oluşturmalarının yanı sıra asli vazife ve amaçlarından uzaklaşmamalarını ümit ediyorum. 30 yıldan fazla zaman önce yazma kütüphanelerine araştırmacı olarak gitmeye başladığımda yazma eserlerin kataloglanmasının hangi imkânsızlıklar/şartlar içinde olduğunu duyup/görüp/bilmeme rağmen bu işin bir önceki nesil tarafından tamamlanmış olmasının ne kadar güzel olacağını düşünürdüm. Benim neslimde de kataloglama/sınıflama işlemi tamamlanamadı, şimdiki neslin bunu bir sonraki kuşağa devretmemesini ümit ediyorum. Ayrıca yazma eserlere yönelik çalışmaların eski adıyla Kütüphanecilik yeni adıyla Bilgi ve Belge Yönetimi bölümleriyle ve mezunlarıyla yakın işbirliği içinde yürütülmesinin yerinde olacağı kanaatindeyim.