Varoluşsal sorunlar ve yanılsamalar

Yeni Şafak
Haber Merkezi
04:0023/07/2018, Pazartesi
G: 23/07/2018, Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

ATASOY MÜFTÜOĞLU

Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, bir toplumun ideolojik anlamda kitleselleştirilmesi hangi ölçüde yıkıcı sonuçlar doğurmuş, bilinç ve ufuk daralmasına yol açmışsa, aynı şekilde, bir toplumun ve kültürün romantik/hamasi dil-söylem temelinde, muhafazakâr popülizm temelinde kitleselleştirilmesi de aynı sonuçları doğuruyor, aynı bilinç ve ufuk daralmalarına yol açıyor. Gerek ideolojik kitleselleştirmeye maruz bırakılan toplumlarda, gerekse romantik/hamasi kitleselleştirmeye maruz bırakılan toplumlarda, bu kitleselleştirmeler nedeniyle olumsuz etkileri uzun sürecek ağır-derin sorunlar biriktiriliyor. Her iki durumda da, ilgili toplumlar edilgin hale getiriliyor; toplumların ideolojik sarhoşluktan, romantik/nostaljik sarhoşluktan uyanmaları, gerçek dünyayı algılamaları, olağanüstü zihinsel çabalar, zihinsel bağımsızlıklar gerektiriyor. İdeolojik kitleselleştirme de, romantik-hamasi kitleselleştirme de, ilgili toplumların kültürsüzlüğünü, kültürel yetersizliğini istismar ederek etkisini sürdürüyor.

HAYATİ SORGULAMALAR YAPAMIYORUZ

Bugün, Müslümanlar olarak bizler, sözünü ettiğimiz kitleselleştirme süreçleri nedeniyle, entelektüel anlamda bir Batı sömürgesi olduğumuzu hiç bir şekilde fark etmiyor, modernitenin patolojileriyle yüzleşme ihtiyacı duymuyoruz. Kitleselleştirmeye maruz bırakılan toplum ya da kültür, hiç bir şekilde yüzeysellikleri aşmayı başaramıyor. Kolektif semboller ve toplumsal mitler aracılığıyla devlet, her zaman kitleleri kontrol edebiliyor. Bir toplumda hakim unsurların çıkarları adına, azınlık unsurların mahremiyetleri sınırlandırılabiliyor.

Bağımsız varoluşlara, kendi özgün/özgür düşünce tarzına, kendilerini kendi dünya görüşleri doğrultusunda gerçekleştirme iradesine sahip olmayan, ithal putların himayesi altında hayatlarını sürdüren toplumlar, kimi dönemlerde ideolojik bağlamda, kimi dönemlerde de romantik-ütopik bağlamda kitleselleştirmelerle, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, homojenleştirilirler. Bu homojenleştirmeler, kitleselleştirmeler nedeniyle, bugün biz Müslümanlar, hayati sorgulamalar yapamıyoruz. İslami bütünü ancak fikirler dünyasında biriktiriyor, toplumsal/siyasal/ekonomik ve hukuki pratiğe hiç bir şekilde yansıtamıyoruz. Hayat tarzımız kapitalist/seküler/liberal düzen tarafından belirlendiği için, İslami bütünün pratiğe yansıtılmasını müzakere konusu bile yapamıyoruz. Günümüzde, sözünü ettiğimiz homojenleştirme süreçlerine piyasa mantığının-yaklaşımının homojenleştirici etkisini de eklemek gerekir.

Sözünü ettiğimiz kitleselleştirmeler, eleştirel düşüncenin, eleştirel bilincin, eleştirel sorumlulukların, eleştirel entelektüel kadroların, eleştirel medyanın, eleştirel “sivil toplum” örgütlerinin bulunmadığı toplumlarda kolaylıkla gerçekleştirilebiliyor. Bu tür toplumlarda propaganda dilinin hakimiyeti sebebiyle radikal bir gündem oluşturulamıyor. Radikal düşünceler, radikal duruşlar, tarzlar ve tercihler, propaganda dili tarafından, partizan unsurlar tarafından hemen terörize edilebiliyor. Kitleler, yavan-ruhsuz maddi gerçeklikler ve reel politik doğrultusunda yönlendirilebiliyor, ahlaki kayıplar pahasına maddi kazanımlar gündemde tutuluyor.

Bir şekilde kitleselleştirmeye, homojenleştirmeye maruz bırakılan toplumlarda, düşünce-kültür hayatı statükoya bağımlı olduğu için, hiç bir zaman güçlü-etkili-belirleyici sözcüklere-kavramlara ve üretkenliğe sahip olamıyor. İçinde yaşadığımız toplum da dahil olmak üzere, özellikle İslam toplumlarında, statükonun belirleyiciliği sebebiyle, güçlü-etkili-üretken-bağımsız bir ufkumuz olmadığı için sömürgeci ideolojik-entelektüel tahakkümle hesaplaşamıyor, tahakküme meydan okuyamıyoruz.

Sömürgeci ideolojik-entelektüel-kültürel tahakküme meydan okuyamadığımız, bu tahakkümle hesaplaşamadığımız için, sembolik, folklorik, romantik İslami fantezilerle, heyecanlarla, duygusallıklala oyalanıyor, avutuluyor, gerçeklikle yüzleşmeye cesaret edemiyor, devletçi ve milliyetçi yaklaşımları “din”e dönüştürmeye çalışıyoruz. Bu yaklaşımlar sebebiyle Müslümanların ortak kader fikrine yabancılaşıyor, kolektif amaçlarımızı kaybediyoruz.

DİJİTALLEŞME VE MAHREMİYET

Özellikle içerisinde yaşadığımız dönemde toplumların dijitalleşmesi, insani ilişkileri de dönüştürüyor; ilişkiler insani sıcaklığını, içtenliğini, derinliğini kaybediyor. Kalıcı hassasiyetleri kaybediyoruz. Toplumların dijitalleşmesi, gözetleme toplumuna dönüşmesi, dijital teknoloji, özel hayat hakkını, mahremiyet hakkını tehdit ediyor. Özel hayatlarımız varoluşsal bütünlüğümüzün ayrılmaz bir parçasıdır. Bu bütünlük özgün-bağımsız bir kimlik ve kişilikle korunabilir. Bu bütünlüğü gereği gibi koruyamayan bireyler-topluluklar, kendilerini eksiksiz bir şekilde ifade edemezler.

Kâr ve çıkar mülahazalarına dayalı modern uygarlık, bu uygarlığın emperyalizm yoluyla yayılması, insani sınırların, ahlaki sınırların yok sayıldığı bir dünya oluşturdu. Böyle bir dünyada bireysel çıkar içgüdüsüyle seküler kültür arasında çok yakın bir ilişki olduğunu kaydetmek gerekir. Seküler kültür Allah’tan (c.c.) bağımsız bir dünya oluşturarak, varoluşun merkezine insanı koyduğu günden bu yana hiççilik derinleşiyor. Daha iyi bir dünya, daha adil, daha ahlaki bir dünya umudu, hiççilikle, emperyalizmle sona eriyor.

Her tür emperyalizm, Yahudi-Hıristiyan referanslar ve seküler ütopyalar temelinde oluşturulan ideolojik kesinlikler aracılığıyla bugün de sürdürülüyor. İdeolojik kesinlikler günümüzde küresel bir travmaya neden olurken, militarist ve faşist kontrol de bu kesinlikler adına savunulabiliyor.

MÜSLÜMAN TOPLUMLAR KUŞATILIYOR

İslam dünyası toplumlarında, Müslümanların siyasal farkındalığa sahip olmaları, İslam’ın bir bütünlük içerisinde tarihsel-siyasal-güncel alana taşınması, İslam toplumlarının ideolojik ve seküler kesinlikler yoluyla kuşatma altına alınmasına yol açtı. Batı’nın Doğu’ya ilişkin, Doğu’nun Batı’ya ilişkin ön yargılı klişeleri sebebiyle bu kuşatma aşılamıyor ve her geçen gün daha çok derinleşiyor. Batı, Doğu’ya seküler aklın ve bireysel özerkliğin ufkundan bakıyor. Her alanda Batı modeli, hegemonik-ideolojik-entelektüel iktidar yoluyla savunulabiliyor, evrenselleştirilebiliyor.

Toplumlarımız, entelektüel sömürgeciliğin neden olduğu edilginliğe maruz kaldıkları için, bağımsız bir model üzerinde düşünemiyor, çalışamıyorlar. Bizler, içerisinde yaşadığımız dünyayı romantik/nostaljik sloganlarla açıklamaya çalışıyoruz. Entelektüel sömürgeciliğin kişiliksizleştirici, şahsiyetsizleştirici sonuçları ile hesaplaşmak istemiyoruz. Dış tehdit retoriği, bizleri, kendimizle ilgili dikkat-özeleştiri ve sorumluluklara yabancılaştırıyor. Kazananların kavramsal-kurumsal referanslarını ve normlarını ideolojik-ırkçı ve faşizan ilerleme ideolojisi yoluyla toplumlarımıza dayatması karşısında, İslam dünyası toplumlarının tarihsel yeni bir ufka, yeni bir dil ve bilince ihtiyaçları olduğu açıktır.

Kitleselleştirme süreçleri, hangi anlamda ve bağlamda gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, ilgili toplumlarda bireysel bilinç kaybıyla, zihinsel/ruhsal bağımlılıkla sonuçlanır. İdeolojik inançlar gibi, popülist-milliyetçi inançlar da düşünmeyi, çok yönlü, çok boyutlu düşünmeyi ve sorgulamalar yapmayı imkansız kılar. Sağlıklı toplumlar/kültürler/hareketler/cemaatler, mensuplarının bağımsız düşünme yeteneklerini koruyarak ait oldukları dünyayı zenginleştirirler. Bireysel bilinç, bağımsız düşünme ve sorgulama yeteneklerini kaybeden kitleselleştirilmiş toplumların, kabileci duygusallıklar dışında üretebilecekleri bir şey olamaz. Bağımsız düşünme ve üretme yeteneklerini kaybeden toplumlar ve kültürler, çareyi geleneklerine kapanmakta bulurlar. Geleneklere kapandığımızda, uzak ufukları görme imkânını kaybederiz.

#Sorun
#Varoluş