Hiç şüphesiz, hem düşüncede hem şiirde bir şah damardır Sezai Karakoç. Son yüzyılımızda onun adının geçmediği bir düşünce ve şiir tarihinden söz edilemez. Şiirleriyle olsun, fikir ve siyaset yazılarıyla olsun, hep soylu bir davanın, bir mücadelenin, bir ısrarın adamı oldu. Yapayalnız kalma pahasına, yalnızlığını da kendi sanatı ve düşüncesi gibi muhkem bir cesamete dönüştürerek her zaman kendince doğru bildiği, hakikat bildiği ne varsa, onu söylemeyi seçti. Onun yalnızlığı bana hep ümmetin birkaç asırdır süren o korkunç yalnızlığını hatırlatır. Ne kadar garip! İçinde bin bir çeşit renkleri, şarkıları, insanları, cemaatleri ve topyekûn bir ümmeti/milleti taşıyan devâsa bir yalnızlık. Bu yalnızlığın her metrekaresinde biz varız aslında. Bizim neşemiz, bizim hüznümüz, bizim arayışlarımız. Biz kimiz? Biz bir milletiz. Sezai Karakoç çok sevmiştir milleti. Hem bir kelime hem de bir hakikat remzi olarak. Metin Önal Mengüşoğlu, her birisi apayrı çok önemli ve kıymetli biyografi çalışmalarına devam ediyor. Mehmet Âkif, Necip Fazıl, M.Said Çekmegil gibi isimlerden sonra Sezai Karakoç kitabıyla çıkageldi. Sezai Karakoç’un şahsında bir ümmetin son yüzyıldaki hâl tercümesini yazmış Mengüşoğlu.
Bir hayat hikâyesini farklı ve ayrıcalıklı kılan en temel nokta samimiyettir, bilirsiniz. Sahicilik ve samimiyet… Kitap boyunca o sahiciliğin ve samimiyetin izinde mufassal bir Sezai Karakoç portresiyle karşılaşıyoruz. Bu portrenin sizdeki Sezai Karakoç portresinden belki de çok çok farklı, birbirini nakzeden tarafları olmayacaktır şüphesiz. Ve fakat farklı açılardan, hayat hikâyesinin geçtiği zamandaki sosyolojik unsurlardan yola çıkarak yeni ve önemli bilgiler ediniyorsunuz. Özellikle Sezai Karakoç’un çocukluk, ilk, orta, lise dönemlerinin geçtiği Anadolu’nun değişik yerlerine dair, Mengüşoğlu’nun aktardığı kaynağından birincil önemdeki bilgiler, bazı şiirlerin ve yazıların arka planını, mutfağını, hissiyatını daha yakından öğrenmek isteyenler için birebir.
Sezai Karakoç biyografisini önemli kılan en temel husus, Mengüşoğlu hocamızın birebir Sezai Beyle yaşadığı hatıraların, konuşmaların, selamlaşmaların, uzaktan özlemelerin her birinin metin içinde yer yer karşımıza çıkıyor oluşu. Bu kişisel tanıklıkların yazılmış olmasını fazlasıyla önemsiyorum. Gelecek kuşaklara aktarılması gereken bu kişisel hatıralar, en az, Sezai Karakoç hakkında yazılan inceleme metinleri kadar önemli. Meseleleri şahsileştirmeyen, yaşanan hatıraları bahsi geçen kişinin şahsiyet ve düşünce dünyasını tanıma yolunda bereketli bir ışığa dönüştüren nezaketi burada hatırlatmama gerek yok sanırım. Hatıralardan benim anladığım bu. Kişisel dedikodular değil elbette.
Mengüşoğlu, bilenler bilir, sözünü eğip bükmeyen, hakikat karşısında doğru ve güzel olan neyse onu sonuna dek söylemeyi seçen bir isim. Objektifliğin ve tarafsızlığın aslında riyakâr bir dil olduğunu söyleyen (s.11) dürüst ve sahici bir kaygının insanı. Niçin mi böyle söylüyorum? Şunun için. Çalışmasını bir ödev ve sorumluluk bilinciyle yazdığını söyleyen Mengüşoğlu şu cümleleri söylüyor başlarken: “Ama bu Sezai Karakoç üstadın bütün fikirlerini, iddialarını hatta kimi geleneksel kabullerini benimsediğim anlamı taşımıyor tabii. Paylaştığımız hususlar paylaşmadıklarımıza göre hayli fazladır. Mahalli frekanslarımız da benzeyince niçin susayım?”
Kitap yukarda alıntılar yaptığım İlk Sözler bölümüyle başlıyor. Fotoğrafsız Kimlik ve Sezai Ağabey başlıklı diğer metinlerle birlikte bu üç yazı, biyografiye başlarken bizlere sahici bir Sezai Karakoç fotoğrafı sunuyor. Yani eserleri üzerine derinlikli bir incelemeye başlamadan önce üstadı daha yakından tanımak isteyen okura güzel bir pusula hazırlamış Mengüşoğlu. Bu üç yazılık giriş kısmından sonra eser, iki bölümde tasnif edilmiş. Birinci bölüm Medeniyet Krizinden Çıkış. Bu bölümdeki yazılar adı üstünde, batılılaşma ve modernleşme problemiyle yüzleşen Türkiye’deki Müslümanların, bir soruna ve krize dönüşen bu sarmalın içinden nasıl sağ salim çıkabileceği meselesi üzerinde yoğunlaşıyor.
Cumhuriyet dönemi edebiyatını değerlendirirken Ahmet Hamdi Tanpınar, Modern Türk Edebiyatının bir medeniyet kriziyle başladığını söyler. Türkiye’deki düşünce ve siyasi hareketlerin kaderi de bundan bağımsız değildir. Mengüşoğlu, dönemin zihniyetini anlatırken Necip Fazıl’ın bir tek tip mücadelenin, sınırları Türkiye ile mündemiç bir mücadelenin peşinde olduğunu söyler ve ekler: “Sezai Karakoç çok daha erken vakitlerden beri İslâm milleti ve ümmet kavramlarından bakarak, bütün bir İslâm âleminin derdiyle dertlenmeyi bilmiştir.”
Yine medeniyet krizi bağlamında söyleyecek olursak, ideolojilerin var olan siyasî ve sosyal tıkanıklığa bir çare gibi, bir reçete gibi sunulduğu dönemde, aslında ideolojilerin de bu krizin başlıca sebeplerinden biri olduğunu söylemek gerek. Mengüşoğlu, sosyalist söylem sahiplerinin, İslâm’ın bir ekonomik ya da siyasal sosyal görüşü, bir sosyal adalet anlayışı var mıdır, diyerek zihinleri bulandırdığını söylüyor. Mengüşoğlu’na göre bu bahiste iki önemli eser o dönem öne çıkmıştır. Birisi M.Said Çekmegil’in İslâm’da İktisat Anlayışımız, diğeri ise Sezai Karakoç’un yazdığı İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü isimli eserler. Mengüşoğlu, Sezai Beyin ekonomik işleyiş bağlamında Kur’an merkezli yaklaşımlarının nasıl bir hakikat ideali taşıdığını, kitaptan örneklerle açıklıyor.
Bir Müslüman için iman, her zaman bir imkânı da içinde barındırır. Bu yüzden umutsuzluğa ve karamsarlığa asla yer yoktur. Sezai Karakoç’un metinleri bu imanın ve imkânın işaret taşlarıyla örülmüştür. Kitabın ikinci bölümü Şiir ve Medeniyet Bahçesi adını taşıyor. Adından da anlaşılacağı gibi, Mengüşoğlu bu bölümde üstadın şiir kitaplarını ana hatlarıyla, temel mesajlarıyla, imge ve çağrışım haritalarıyla birlikte oldukça geniş bir açıdan ele alıyor. Mengüşoğlu’nun şairliği, bu bölümde incelenen şiirlerin yorumlanmasında oldukça kıymetli bir imkân olmuş. Sadece şiirlerde değil elbette, kitaptaki bütün metinlerde bu imkânın güzel örnekleri topyekûn karşımızda. Mengüşoğlu’nun biyografisi sahih bir Sezai Karakoç portresi okumak isteyen özel okurlar için mühim bir hediye.