Son Mektup, etkileyici görsel sahneleri ve başarılı sanat yönetimiyle dikkat çeken bir dönem filmi. Oyuncular Tansel Öngel ve Nesrin Cavadzade performanslarıyla dikkat çekerken, hikâye ve sinema dilindeki sorunlar filme ayak bağı oluyor. Film, umudun her zorluğu aşacağı mesajını veriyor.
Tarihi dönem ve olayların yıl dönümlerine film yetiştirmek sinemamızda adet oldu. Önceki yıllarda Çanakkale Savaşı'nı konu eden ve bir kısmı bu savaşın yıldönümlerine denk getirilen Çanakkale Çocukları, Çanakkale Yolun Sonu ve Çanakkale 1915 adlı filmlerin ardından senaryo, yapım ve yönetmenliğini Özhan Eren'in üstlendiği Son Mektup da, 18 Mart'ta vizyona girdi. Başrollerini Tansel Öngel, Nesrin Cavadzade, Hüseyin Avni Danyal ve Bülent Şakrak'ın paylaştığı Son Mektup, yüksek bütçesi ve yoğun tanıtım kampanyasıyla oluşturduğu beklentiyi karşılayamıyor.
Çanakkale savaşı sırasında filizlenen bir aşkın ve tam 40 yıl sonra adresine ulaşan satırların hikâyesi. Gönüllü olarak Çanakkale'ye giden ve orada birbirleriyle tanışan Yüzbaşı Salih Ekrem ile Nihal Hemşire, savaşın zorlu şartlarında koştururken, Fuat isminde kimsesiz bir çocuğu korumak için mücadele ederler. Bir hava baskınında Salih Yüzbaşı'nın yardımıyla kurtulan Fuat, Nihal Hemşire'ye sığınarak, onların yakınlaşmasına vesile olur.
Son Mektup, teknik tarafı oldukça iyi kotarılmış bir yapım. Her ne kadar ciddi bir savaş ortamı seyredemezsek de mevcut aksiyon ve taarruz sahneleri perdeye başarılı biçimde yansıtılmış. Özellikle uçak sahneleri sinemamızda eşi az rastlanır bir gerçeklikte çekilmiş. Sanat yönetimi ve kostümleriyle de temiz bir iş çıkaran filmin görüntü yönetmenliğinde ise Uğur İçbak'ın imzası bulunuyor. Ustalık döneminin tadını çıkaran İçbak, bir kez daha isminin hakkını vererek seyirciyi gökyüzünde etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor.
Filmin en büyük eksiği kayda değer bir hikâyeye sahip olamaması. Kurgu bakımından da vasat bir örnek olan Son Mektup'un hikâyesi ders kitaplarında anlatılanlardan öteye geçemiyor. Film özgün bir bakış ve farklı bir yorum getiremezken, tarihin sayfaları arasında kalan binlerce trajik hikâyeyi es geçerek, savaşı son derece yüzeysel bir yorumla ele alıp, yalnızca milli duyguları okşamakla yetiniyor.
Çanakkale Destanı'nı anlattığı belirtilen filmde ne yazık ki ciddi bir savaş göremiyoruz. Hayli büyük paraların harcandığı söylenen filmde kayda değer bir çatışma sahnesi olmazken, siperden düşman gemilerine ateş etmek dışında savaş ortamını yansıtacak bir aksiyon izleyemiyoruz. Çanakkale Savaş'ın trajik boyutuna dair önemli herhangi bir olayın olmadığı filmde, uçak pilotları dışında yabancı askerlere de rastlayamıyoruz.
Yüzbaşı Salih Ekrem ile Nihal Hemşire'nin aşkını savaş paralelinde işlemeye çalışan film ne yazık ki bu hikâyenin de hakkını veremiyor. Kararsız bir üslubun hâkim olduğu kurgu içinde kendine yer bulmaya çalışan iki gencin aşk hikayesi, finalde bir nebze hayat buluyor. Öte yandan finale doğru oyunculuğunu konuşturmaya başlayan Nesrin Cevadzade'ye eşlik eden Nesim Cangül, rolünün altından kalkabilmek için büyük çaba göstermiş.
Savaşın trajik boyutuna dair günümüze kadar ulaşan onca görüntü, fotoğraf, belge ve anılar ortada dururken Son Mektup, Çanakkale'de yaşananlara dair etkileyici bir bakış sunamıyor. Cephedeki askerlerin yeni doğan çocuklarını aynı nakaratla tekrar tekrar vurgulayan film dramı birkaç askerin evlat sevgisi ile zayıf bir aşk üzerine inşa ediyor. Film özellikle final sahnesindeki didaktik tavrı ile gerçek bir savaş filminden çok propagandist bir dili tercih ediyor.