Yazıları daha önce İtibar, Sabit Fikir ve Muhit dergilerinde yayımlanan Zeynep Merdan’ın ilk kitabı Kendilik Cesareti Muhit Kitap etiketiyle okurla buluştu. Yazmaya nasıl başladığını anlatan Merdan “İnsan tutkusunu ne kadar erken keşfederse o kadar tamamlanmaya yakın hissediyor kendini. Tutkunun erken keşfi büyük şans” diyor.
Bir şey eksikmiş gibi bir tamamlanmışlık. Olmak sevinci. Tutkusu yazmak olan biri için başka bir şey olmazdı herhalde. İnsan tutkusunu ne kadar erken keşfederse o kadar tamamlanmaya yakın hissediyor kendini. Tutkunun erken keşfi büyük şans. Her şeyle flörtöz alâka kuranlar tutkularını geç keşfediyorlar bu yüzden. Alâkalar da aşk gibi sadakat istiyor çünkü.
En sevdiğim yazıyı açtım, başka bir gözle daha baktım bir de o şekilde okudum. Bir bakış ne kadar derinleşilebilirse okuma da o denli çeşitlenebiliyor. Aynı metni sayısız defa, sayısız keşifle okuyabilirsiniz. Her okuyuş sonsuzcadır.
BİRAZ HÜZÜN BİRAZ GURUR
Babama ve anneme. Evet, klasik bir seçim. Çocukken aferin deyip alkışlardı babam. Yüzünde gururlu bir sevinç olurdu. O gururlu sevinç çocuk bir kalp için en büyük armağandı. Yıllar geçti hâlâ o alkıştan daha tatlı bir ödül bilmiyorum. Ve anneme. Annem kendi kuşağının okutulmamış kadınlardan biri. Biraz hüzün biraz gurur, bu hislerle imzaladım.
Düzenli kitap okumaya 12-13, yazmaya 14-15 yaşında başladım. Yazdığım ilk yazı dostluk üzerine öyküleştirilmiş biçimde yazılan kısa bir denemeydi. Sıcakta yanmış ve kurumuş bir çiçek alegorisiyle yazmışım. Hissi örtük bir imgeyle dışarı vurmak, oradan fikri bir çıkarıma varmak ve estetik bir sonla nihayetlendirmek… Böyle bir şablon icat etmişim o dönem yazılarımla. Bakıyorum da değişen çok bir şey yok. Şakası bir yana ilk yazı motivasyonu ilginç geliyor hala bana. His ya da fikir neden yazıyla dışarı çıkmak ister? Neden somutlaşmak ister? O somutlaştırma itkisinde yazarlığın nüvesi olduğunu düşünüyorum.
Bilincim açık olduğu müddetçe her an. Foucault “Yazmak, esasen başta göremediğim bir şeyi sonunda bulmamı sağlayan bir işe girişmektir” diyor. Güzergâhsız bir yürüyüşe benziyor yazmak. Aynı zamanda vakitsiz bir yürüyüşe. Deneme yazdığım halde cümlelerimi mısra gibi düşüyorum bazen. Zihnimiz uyumuyor çünkü sürekli düşünme halinde. Düşüncenin gündelik hayattaki bu vakitsizliğinde akıllı telefonlar çok işe yarıyor. Yolda yürürken unutmayayım diye not aldığım çok cümle olmuştur mesela. Rüya kaydımı da böyle alıyorum; kısa kısa kelimeleri yan yana getirerek. Uyanınca bu kısa kelimelerden rüyamı inşa etmiş oluyorum. Twitter hesabımı bile çoğu kez zihin akışı olarak kullanıyorum.
Hissi bir yazı ise defter, fikirse bilgisayar… Günlüklerimi defterlere yazıyorum. Ama yazılarım için kesinlikle bilgisayar. Gerekirse bilgisayarda defalarca kez düzeltiyorum bazı cümleleri. Cümle inşa edilen bir şey çünkü. Deftere yazsaydım, üzeri çiziklerle işgale uğrardı kesin. Nesirde çok dikkat edilmiyor ama bence denemelerin ya da iç sesle yazılan her yazının da ritmi olmalı. İnceleme yahut makale değilse akışkan olmalı yazı. Denemede bu akışkanlığı, ritmi çok önemsiyorum. Deneme, fikrin estetize edilmesinin en güzel imkânını veriyor. Benim derdim zaten bu; fikrimi estetik biçimde sunmak. Edebiyatı bu yüzden güzel bir araç olarak kullanıyorum çünkü asıl tutkum felsefe.