Her şeyin bir tarihi var. “Tarih”, geçmiş zamanda olan olayların incelenmesinin yanı sıra, bu olaylarla ilgili bilgilerin keşfi, toplanması, organizasyonu, sorunu ve yorumlanması ile de ilgilenen bir şemsiye terimdir. Zira, tarih her alanın geçmişini inceleyebilecek kadar geniş bir disiplindir. O nedenle öğrenmek istediğimiz ne varsa o şeyin tarihine yönelir, onun üzerinden doğru bilgiye ulaşmaya çalışırız. Tarihçiler bize geçmişte neler olup bittiğini söyler. Ancak, tarihin bir toplum için önemi, bu sınırların çok daha ötesinde ve üzerindedir. Tarih, toplumların bugününü biçimlemekte son derece etkili olup, geçmişin değerlerini geleceğe aktarmamıza imkân oluşturur. Bu özellikleri açısından tarih, sadece geçmişte olup bitenlerin ortaya konulmasından, tarihçilerin keşfedip önümüze koyduğu çalışmaların toplamından ibaret değildir. Tarihin en önemli işlevlerinden birisi, toplumu geleceğe hazırlamasıdır.
Tarih, doğru bilgiye uğraşmaya aracı olup, bu bilgiler üzerinden gelecek inşa etmeye imkân sağlasa da, tarihin güvenirliği üzerinde tartışmalar söz konusu olduğu gibi, aynıyla tekrar yaşanması da mümkün değildir. O nedenle “Tarih hatırlanan geçmiştir. Onun yeniden inşası zorunlu olarak noksandır ve zordur çünkü hatırlanan bir geçmiş, kayda geçirilmiş bakiyelerinden bir geçmişi inşa etmekten hem daha fazlası hem de daha azıdır.”
Tarihe bakışı ile büyük ilgi çeken Macaristan doğumlu Amerikalı tarihçi John Lukacs, birçok eserinde tarihçiliği eleştirel bir gözle ele alır. Ketebe Yayınları arasında yer alan “Tarihin Geleceği” adlı kitabı da ağırlıklı olarak bu eleştirilerden oluşmakta. Lukacs, bu eserinde daha çok tarihin arkaplan ilişkilerine değiniyor. Tarihle, sosyal bilim ilişkisi, tarihle, edebiyat ilişkisi, tarihle roman ilişkisi, tarihle, gelecek arasındaki ilişki gibi değişik konuları irdeleyen deneme türündeki bu eser, konuya farklı bir alan açıyor. Kitabı hakkında, “Bu kitap hüzünlü bir aşk hikâyesi değildir. Kültür kaosunun, daha doğrusu medeniyet kaosunun son sürat devam ettiği şu 2011 yılında edebiyat ve edebiyat çalışmaları da büyük bir kargaşa içerisindedir; buna rağmen hâlâ birçok mükemmel tarih, profesyonel tarihçiler tarafından yazılmaya devam ediyor. Değişen ve değişmeye devam eden şey ise bu tarihçilerin yayınlarının hâliyle kendilerinin koşullarıdır. Kimsesiz erkekler ve kadınlardır onlar, belki de daha önce hiç olmadığı kadar yalnızdırlar.” sözleriyle tarihçilere göndermelerde bulunuyor.
Lukacs, tarihin spekülatifliği iddiasından yola çıkarak tarihin bir bilim olmadığını, bir edebiyat olduğunu öne sürüyor ve öyle olması gerektiğine vurgu yapıyor; “Tarih, edebiyat mıdır yoksa bilim midir? Yani, bilimden ziyade edebiyattır ve öyle de olmalıdır bizler için.” Bu nedenle de tarihçilerin edebiyat okuması gerektiğini belirtiyor; “Bir tarihçinin neden edebiyat okuması gerektiğine ve hatta istatistikten bile daha çok okuması gerektiğine dair en azından bir tane sebep var: Seçtikleri konuya olan aşinalıklarını gerçekten genişletmek ve derinleştirmek ve aynı zamanda asıl vazifelerinin bir tür bilimden ziyade bir tür edebiyat olduğunu kabul etmek.”
Tarihle edebiyat ilişkisinin zorunluluğuna değinen Lukacs, romanında tarihle büyüdüğüne dikkat çekmekte ve bu konudaki eserlere örnekler veriyor; “Modern roman 1750’den sonra ortaya çıktı; profesyonel tarihçilik 1777’den sonra, 1780’e geldiğimizde çok satan romanlar vardı artık. 1800’den sonra başka bir varyant çıktı: Hikâyeyi ve kahramanlarını bilhassa ilginç göstermek için tarihin renkli ve çoğunlukla dramatik bir arka plan olarak kullanıldığı tarihi romanlar. Bundan sonra on dokuzuncu yüzyıl romanının altın çağıydı. Daha sonra romana tarihin bilinci aşılandı… Her roman; tarihi bir romandır, öyle ya da böyle. Bunun farkına varmak tarihçi için olduğu kadar roman için de önemlidir.”
Lukacs’ın, tarihin geleceğini daha çok amatör tarihçilerin varlıklarıyla değerlendirmesi ve profesyonel tarihçiliği geleneksel değerlendirmelerin ötesinde ayrı bir bilim dalı olarak görmemesi kendisinin tarihçiler tarafından yeterince önemsenmemesine yol açmış. Ancak Lukacs, bu nedenle gereğince önemsenmemesini önemsemez ve bu nedenle kitaplarının gerekli ilgiyi görmemesinden rahatsız olmaz ve inandıklarını söylemeye devam eder.
Lukacs, tarihçilere bol bol göndermelerde bulunduğu kitabının sonunda ise yine alaycı bir üslupla onlardan bağışlanma diliyor; “Ey siz öğretmeye ve yazmaya adanmış kaliteli ve ciddi tarihçiler! Bu küçük kitaptaki rastgele ifadelerime lütfen hızlıca göz gezdirin ve meslek hakkındaki alaycı sözlerimi bağışlayın.”
“Tarihin Geleceği” adlı bu kitap, tarihi profesyonel bir meslek olarak icra eden akademisyenler ve yazarlar, tarih bölümlerinde okuyan öğrenciler ve tarihe merak duyan okurlar açısından okunması gereken farklı bir kitap olarak görülmeli.