Suriyeli yazarların hapishane edebiyatıyla olan ilişkisinin uzun bir geçmişi var. Yaşadıkları korkunç işkenceleri kaleme alan pek çok yazar oldu şimdiye kadar. Ancak çoğu yazdıklarını yayınlatma fırsatı elde edememişti, ta ki 2011 senesine kadar. Suriye halkının onlarca senedir biriken öfkesinin artık engellenemez hale geldiği 2011 senesinden sonra, hapishane edebiyatının örnekleri çoğalmaya başladı. Hafızalarından silip atmalarının imkanı olmayan tüm o karanlık günlere dair ne varsa yazmaya başlamışlardı. Sürgün olarak yaşamlarını sürdürdükleri ülkelerde, bu yazdıklarını yayınlatma umutları vardı çünkü.
Suriye hapishane edebiyatının en önemli örneklerinden birisi de, Almanya’da yaşayan yazar ve edebiyat eleştirmeni Mufid Necm’in 2015 senesinde İbn Batuta Hatırat Ödülü kazandığı “Zindandaki Kanatlar” isimli eseri. Kitap, yazarın Hafız Esed döneminde, Necm, Mezzeh, Kafr Sousa ve Saydnaya gibi çeşitli Suriye zindanlarında geçirdiği 11 sene boyunca tuttuğu günlüklerden oluşuyor.
Şahit olduğu işkence yöntemlerinin çeşitliliğine de değiniyor kitabında Müfid Necm. Sadece fiziksel değil, tutukluların direncini kırmak için uygulanan psikolojik şiddete de çokça şahitlik etmiş. Kurban ve kana susamış celladı arasında yaşanan büyük bir irade mücadelesi. Henüz hapishaneye yeni getirilmiş olsa da, sanki gözünü orada açmış, senelerdir bu dört duvar arasındaymış gibi hissettiren bir yabancılık hissi hayata karşı. Bu karanlığın, aynı anda hem yabancısı, hem de yerlisi olmuş adeta. Yaşadıklarının ağır yükünü kaldıramayarak delirenler de olurmuş bazen. Edebiyatın en dokunaklı konularından birisi olan delilik, kurgu falan değil de, tüm gerçekliği ile yaşanmış gözleri önünde bu hapishanelerde.
Hapishane edebiyatı, her ne kadar bir tür olarak kabul edilse de, esasında tüm sınıflandırmaların ötesinde bir yerde durduğu çok açık değil mi? İnsan haysiyetine yönelik böyle acımazsızca bir saldırıyı hangi kategoriye dahil edebiliriz? Hele yazarına hissettirdiklerini düşündükçe… Hafızasındakileri kağıda dökerken, içindeki o büyük hüzün daha da ağırlık verecek yüreğine muhakkak. Katledilenler, delirenler, sakat bırakılanlar, tecavüze uğrayanlar birer birer geçecek gözlerinin önünden yine. Artık aramızda dolaşması mümkün olmayan, çoktan hayattan koparılmış insanların tekrar yüzlerine bakacak, seslerini duyacak, son anlarına şahitlik edecek. Sonra hepsini gelip bizlere anlatacak. Bu kez gönüllü olarak, kendini tekrar sokacak o zindanlara yani. Yazmanın en cesur ve soylu tezahürlerinden biri değil de nedir bu?
Cuma Tanık tarafından Türkçeye çevrilen “Zindandaki Kanatlar”, Cahit Zarifoğlu’nun “Kardeşim dedim… Acılarıma da kardeş olur musun…?” sözünü yeniden hatırlatıyor. Ülkemizde maalesef pek az bilinen Suriye edebiyatından böylesi önemli bir kitabı dilimize kazandırdıkları için Loras Kitap’a ve Cuma Tanık’a ne kadar teşekkür etsek az.