
Osman Çakmakçı, “Konuşmanın İmkansızlığı Üzerine Bir Diyalog” isimli kitabında sözcüklerin gücü üzerine bizi yeniden düşünmeye davet ediyor.
“Konuşmanın İmkansızlığı Üzerine Bir Diyalog” isimli Osman Çakmak imzalı, hacmi küçük, bahâsı büyük kitabı elime aldığımda tarih boyunca sûfîlerin, filozofların ve hikmet ehlinin dilin afetleri ile ilgili söylediklerinin zihnimde daha fazla açılarak bir nevi modern dönemden o sözlerin şerhi gibi bir çırpıda okuyacağımı hiç aklıma getirmemiştim.
Başların belasının dillerden geldiği, dil yarasının ok yarasından daha şiddetli olduğu hep söylenir. O yüzden eskiden mürşidler dervişlerini dilin afetlerinden korumak ve her akıllarına geleni hemen söylememeleri için ağızlarına bakla koyarlarmış ki düşünsünler ve ona göre konuşsunlar. Ruhların rahata ermesi için de üç şeyin yapılması tavsiye edilir: “Kıllet-i taam(az yemek), kıllet-i kelâm (az konuşmak), kıllet-i menam (az uyumak)” bu üç maddeye uzlet ani’l-enâm da (insanlardan uzlet) eklenerek levha olarak eski dergahlarda duvarlara asılırmış. Sûfîler, filozoflar ve hikmet erbabı dilin zararlarından ve afetlerinden korunmak ve tefekküre yönelmek için sükûta yönelip kâlden ziyade hâli tercih etmişlerdir. Bu yüzden “Âlimin dilinin kalbinde, cahilin kalbi dilindedir.” denmiştir. Hz. Meryem’in de sükût orucu tuttuğu da bilinmektedir.
KELİMELER GÖRÜNENİ İŞARET EDER
“Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anlayabildiği kadardır.” der Mevlana Celâleddîn-i Rûmî. Ayrıca “Sus, söylem bu âlemdendir, bu görünen âlemi terk et.” tavsiyesinde de bulunarak gönül birliğinin dil birliğinden daha iyi olduğunu ve gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercümanın zuhur ettiğini de söyleyerek asıl dilin gönül dili olduğunu da ifade etmiştir.
Muhyiddin İbn Arabî ise; “Kim dili ile sükût eder fakat kalbi susmazsa o yükünü hafifletir. Kim dili ve kalbi ile susarsa sırrı temizlenir ve Rabb’i onun için tecelli eder. Kim kalbi ile susar fakat dili ile konuşursa o hikmet dili ile konuşan kişidir. Kim de ne kalbi, ne de dili ile susmazsa şeytanın oyuncağı ve kölesi olur.” diyerek sükûtun ne kadar ehemmiyetli olduğunu ifade ederek bizlere göstermektedir.
Her gün rutin olarak ehemmiyetini bilmeden derinliğini tam olarak kavramadan sayısız defa kelimeleri ağzımızdan savuruverir pek kolay bir şekilde döküveririz, söylediğimiz sözlerin karşılığını ne kadar bulduğunu tam olarak bilemesek de gittiği yerlerde hoş seda bırakan da olur kalplerde derin yaralar açan da. Boşuna söylenmemiştir; “Söz ola bitire savaşı söz ola kestire başı” sözü. İlişkilerimizde devamlı farklı ve çeşitli kelimelerle konuşsak da her zaman ötekini anlayamayabilir ya da muhatabımız tarafından anlaşılamayabiliriz. Peki anlaşabilmek için neden kelimeler her zaman yeterli olmaz?
Kelimeler bize sadece olanı görüneni işaret edebilir. Her kelime ve söz meramımızı belirli bir kalıp ve şablon üzerinden eksik bir şekilde anlatır içine yanılsama ve aldanmayı da katarak. Konuşmak önce kendini anlamak sonra da karşındakinin yerine kendini koyup muhatabını anlayabilme çabası ile gerçekleşebilir. Kendini anlayamayan muhatabını da anlayamaz. Her insan farklı birikimleri ile dünyaya gözlerini açar ve çok farklı çevrelerden gelerek bambaşka bir karakter olarak hayatlarını sürdürür. Herkes kendi zaviyesinden dünyayı algılar. Aynı sözlere, kavramlara, olaylara her birimizin yüklediği anlamlar bambaşkadır ve her kelime herkesin dünyasında farklı kapılar açar, farklı duygular ve anlamlar doğurur. Bu sebeple kelimelerle tam olarak birbirimizi anlamamız zorlaşır ve çatışmalar meydana gelir.
DUYGU VE DÜŞÜNCELER İÇİN KELİMELER YETER Mİ
Duygularımızı, düşüncelerimizi, sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, hassasiyetlerimizi yalnızca kelimeler ile anlatabilir miyiz? Burada kelimeler kifayetsiz kalır ve devreye sanat girer o da kısmen bu görevi yerine getirebilir. Ancak sanat bile gerçeğin bir emâresini işaret edebilir bizlere.
Aslında tüm gaye içimizdeki tüm seslerden kaynaklanan kaosu dindirip iç çatışmalara son vererek sessizliğin ardındaki hakikatin sesine ve huzuruna kavuşmaktır. Ahir zaman, sözün anlamının kalmadığı, iletişimde kelimelerin yetersiz kaldığı gürültülü bir çağdır. Sosyal medyanın ne kadar artıları olsa da bu gürültüyü artırıp kargaşa üreten bir özelliğinin de olmasıyla günümüzde sessizliğe pek de yer kalmamaktadır.
9. yüzyılda dünyaya gelip 10. yüzyılda dünyadan göçen ünlü filozof Farabî “Zamanın ters, sohbetin faydasız, herkesin bezgin ve her başın bir ağrı taşıdığını görünce, evime kapanıp haysiyetimi korudum..” sözüyle bin yıl önce ve sonrası arasında pek de fark olmadığını bize adeta gösterir gibidir. İnsanoğluna konuşmayı öğrenebilmesi için iki yıl, dilini tutmasını öğrenebilmesi için altmış yıl gereklidir dendiğine göre daha alınması gereken çok yol var demektir.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.