Siyonizme uzak insanlığa yakın: Ilan Pappé

04:0015/01/2024, Pazartesi
G: 15/01/2024, Pazartesi
Yeni Şafak
İlan Pappé
İlan Pappé

Filistin meselesi üzerine kalem oynatan önemli isimlerden İlan Pappé tarafından kaleme alınan “Yeryüzünün En büyük Hapishanesi / İşgal Altındaki Toprakların Tarihi” kitabı Küre Yayınları arasında okurla buluştu. Pappé, “İşgal anlatısını yeni baştan okumak” işine işte bu serinkanlı, sağduyulu yaklaşımla başlıyor ve 1967’den 2017’ye kadar olup bitenleri on iki bölümde bir bir anlatıyor.

İbrahim Demirci

İlan Pappé’nin Yeryüzünün En büyük Hapishanesi / İşgal Altındaki Toprakların Tarihi, Küre Yayınlarınca Kasım 2023’te yayımlandı. Çeviren: Tuğçe Ersoy Ceylan. 292 sayfalık kitabın sonunda Filistin’in son yetmiş yılını gösteren yedi harita, zengin bir kaynakça ve indeks bulunuyor (s. 271-292).

Yazar hakkında şu kısa bilgi verilmiş: “Prof. İlan Pappé Exeter Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar ve Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tarih profesörü ve Filistin Çalışmaları Avrupa Merkezi direktörü. Çok satan Filistin’de Etnik Temizlik de dâhil olmak üzere bir düzineyi aşkın kitabın yazarıdır. Pappé 2017 yılında Middle East Monirör Filistin Kitap Ödülleri’nden Hayat Boyu Başarı ödülüne layık görülmüştür.”

1954 yılında Hayfa’da doğan Pappé, Antisiyonist Yeni İsrail Tarihçileri arasında öne çıkan bir isim. Siyonizmin değil de insanlığın yanında durduğu, resmî efsaneler yerine tarihî gerçekleri dile getirdiği için ölüm tehditlerine maruz kalmış. Kişisel duruşunu ve yaklaşım biçimini kavramak için Modern Ortadoğu adlı kitabının birinci basımına önsözden birkaç cümle okuyalım:

“İsrail’de akademik çevredeki mücadelemi, kendi devletimin ve toplumumun Ortadoğu’dan dışlanma isteğine ve bu yüzden 1948’de kuruluşundan bu yana bölgede yabancı bir devlet gibi kalmasına karşı çıkmaya adadım. Bunun bedelini, ‘Ortadoğu’daki tek demokrasi’de yaşamama rağmen fazlasıyla ödedim; Nisan 2002’de az kalsın Hayfa Üniversitesi’nden atılıyordum ve bugün Exeter Üniversitesi’nin Arap ve İslâm Çalışmaları Enstitüsü’nün bir üyesi olduğum Birleşik Krallık’ta gönüllü bir sürgün olarak yaşıyorum. Bölgeyi geçmişte ele geçirmiş; bölgeden ayrılmış ya da Siyonistler gibi bölgede kalmış bütün sömürgeci hareketlerin, sömürgeleştirdikleriyle ve geçmişin kurbanlarıyla uzlaşmaları gerektiği tespitine dayanarak İsrail’in Ortadoğu’nun bir parçası olduğu fikrini destekliyorum.” (İletişim Y., s. 15)

Yazar, aynı önsözde bu girişiminin “kişisel ve belki de Donkişotvari bir girişim” olduğunu da söyler. Fakat o, tarihin ve toplumun “ekonomi ve politika” cenderesine sıkıştırılmasından rahatsızdır. Bu cendereden kurtulmak için çabalamak gerektiğini düşünür: “Politik ve ekonomik meseleler önemli olsa da hayatı oluşturan tek faaliyet alanı değiller. Ortadoğu insanının, Batı ve Amerikan medyasından, çeşitli politikacıların sözlerinden ve algılayışlarından çıkan yüzeysel (ve çoğunlukla vahşi) imajının tersine, inançları, müziği, gelenekleri ve âdetleri var.” (s. 17).

Yazar, çalışmasını “Yeryüzünün en büyük hapishanesinde yaşayan öldürülmüş, yaralanmış ve travmaya uğramış tüm Filistinli çocuklara” ithaf etmiş. Kitabın öndeyişi “Bir Tepe, İki Hapishane ve Üç Kuruluş” başlığını taşıyor. Tepenin adı Ram Tepesi: Haç Vadisi’ne bakıyor. Siyonist devlet, işgalin başından itibaren Filistin halkını yok etmeye yönelik girişimlerini İngiliz manda yönetiminden kalan, Alman Nazilerinden öğrenilen yöntemlerle ve çoğu zaman onların koyduğu sınırları da aşarak oluşturup geliştirmiş. Yazar, bunları isimleri, kurumları ve tarihleri tek tek belirterek ortaya koyuyor. Yapılaşmayı gerçekleştiren mimarların “bu tepenin huzurlu albenisinden hiç ilham almadıkları”nı, “Pastoral manzaraya ya da dini mirasa aldırış etmedikleri”ni, “Kudüs zirvelerinin bu güzelliğini yaralayan binalar” diktiklerini de vurguluyor (s.12).

Tepedeki üç kurum: Knesset (İsrail meclisi), İsrail Yüksek Mahkemesi ve İsrail Bankası’dır. İbrani Üniversitesi’nin bir kısmı da bu kurumların destekçisi gibi oradadır. Yazara göre Siyonist devletin Filistin’de kurduğu kurduğu ilk hapishane olan “‘açık hava hapishanesi’, doğrudan ve dolaylı denetim altında bir ölçüde özerk bir hayata izin veriyordu; ‘azami güvenlik hapishanesi’ ise Filistinlilerin elinden tüm özerkliği alıyor ve onları cezalandırma, kısıtlama ve en kötü senaryosu infaz olan sert, katı bir politikaya boyun eğmeye zorluyordu.” (s. 28). Bilindik ceza ve tutukevleriyle karıştırılmaması gereken bu hapishanelere “zalimlik anıtı” adını veren yazar bu yapının işletilebilmesi için gereken insan kaynağını şöyle sıralamış: “Binlerce asker, memur, subay, hâkim, doktor, mimar, polis, vergi toplayıcılar, akademik danışmanlar ve siyasetçiler bu zalimlik anıtının başlıca yüzleridir.” (s. 29).

“Bürokratik piramidin başında Bakanlıklar Genel Direktörleri komisyonu”nun bulunduğunu belirten yazar, komisyonun 15 Haziran 1967’de oluşturulduğunu, bugün de varlığını koruduğunu, karar tasarı ve tutanaklarının binlerce sayfa tutan iki ciltte toplandığını belirtiyor (s. 29). Çalışmasında “İsrail toplumunun tamamını kötü gösterme niyeti taşımıyor” olduğunu belirten yazar, öndeyişini şöyle bitirmiş:

“Bu eser sistem ve onun içinde çalışan insanlar arasındaki farkı olabildiğince gözetiyor. 1967’de kuşatılmışlığın ve mahpusluğun yaratıldığı mekanizmayı kuran siyasetçiler ve akademisyenler ile onu yürüten binlerce memur, subay, asker ve polisi ayrı tutuyor. Bu çalışmada geçen bazıları tıpkı tarih boyunca onları temsilen, onların adına ve onların gözü önünde işlenen suçlar karşısında hiçbir şey yapmamış dünyadaki tüm diğer kişiler kadar suçlu. Baskı ve zulmü destekleyen ya da buna karşı gelmeyen İsrailliler halen Batı’da barışın ve insanlığın şampiyonu olarak selamlanıyor, bitmeyen hak edilmemiş ödüller ve mükâfatlarla taçlandırılıyorlar. Bununla beraber, modern insanlık tarihinde gerçekten kötü çok az insan varken, bir hayli çok sayıda kötücül sistem mevcut. Filistin mega hapishanesi de bunlardan biri.”

“O halde bu çalışmanın, bu kitabın kötü adamı en başta sistemi her bir ayrıntısına kadar tasarlayan, onca yıl boyunca bunu devam ettiren ve onun istismar, aşağılama ve yok etme yönündeki işleyiş gücünü ‘mükemmelleştiren’ İsraillilerdir. Onlar kötülük bürokrasisinin hizmetkârlarıydılar. Sisteme girdiklerinde masumlardı ancak aralarından çok azı bu sistemin hikmetine, icra tarzına yenik düşmedi. Dünyadaki bu en geniş hapishanenin bekçileri olarak onlar Filistinlilerin haklarının ve yaşamlarının daimi istismarcıları, insanlıktan çıkarıcıları ve yok edicileridirler. Ancak onlardan sonuncusu bu görevden alındığında biz Filistin mega hapishanesinin sonsuza kadar lağvedildiğini bileceğiz.” (s. 30)

İlan Pappé, “İşgal anlatısını yeni baştan okumak” işine işte bu serinkanlı, sağduyulu yaklaşımla başlıyor ve 1967’den 2017’ye kadar olup bitenleri on iki bölümde bir bir anlatıyor. Özetlemem imkânsız. Sadece Hamas hakkında bir değerlendirmesini aktarayım: “Hamas’ın yüzyıllık mülksüzleştirmeye, kolonizasyona ve işgale karşı mücadele eden Filistinli bir özgürlük hareketi olmasına ve diğer hiziplerden çok daha fazla toplumsal refah, eğitim ve hayır işleriyle uğraşmasına rağmen İsrail’e yönelik eleştirisi Batı’nın onu aşağı bir seviyede görmesi için bahane oldu.” (s. 216).

Kitabın son iki cümlesi, hem açık bir uyarı içeriyor hem de ciddi bir çözüm değeri taşıyor: “İsrail’in son elli yılda edindiği dokunulmazlık diğerlerini de teşvik ediyor, rejimleri ve hatta muhalefeti de insan ve yurttaş haklarının Ortadoğu’da geçersiz olduğuna inandırıyor. Filistin’deki mega hapishanenin ilga edilmesi yeryüzünün bu dertli ve sıkıntılı kısmında yaşayan herkese farklı, daha ümitvar bir mesaj gönderecektir.” (s. 269)



#Filistin
#Aktüel
#Edebiyat