Bugün Sivas’ın tarihi kent meydanını dolaşırken çekeceğiniz bir fotoğraf karesinin içine girecek dört eser; Şifaiye, Çifte Minare, Buruciye ve Kale Cami’dir. Bu sahanın biraz dışında çekilecek bir diğer karede ise Gök Medrese olacaktır. Bu yapıların birbirleriyle olan muhabbetlerini İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Rıdvan Nafiz Edgüer’in kaleminden okuyalım.
Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri danışmanlık yapan Mareşal Helmuth Von Moltke, 1838’in Mart ayında vardığı Sivas’ı “ Kar on ayak yüksekliğinde. Atlarımız karınlarına kadar kara batıyor. Yolumuza devam edemediğimiz için aşağı kalenin harabeleri gezdik. Hiçbir yerde, hatta gotik kiliselerde bile, oradaki caminin cephesinde olduğu kadar taş oyma zenginliği görmedim. Zarafet, ihtişam, zevklilik namına ne varsa hepsi mevcut ” şeklinde anlatmış.
Moltke’nin bahsettiği eserin Çifte Minare olduğunu yazan Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Bu bina bakayası , Sivas’taki eserlerin en güzel ve en ince numunesidir. Medresenin cümle kapısı insanı hayrete bırakacak derecede müzeyyendir” der.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Rıdvan Nafiz Edgüer’in 1928’de yayımlanan ‘Sivas Şehri’ kitabı , bu şehir hakkında detaylı bilgi içeren bir çalışma. Kitapta şehrin tarihi yapılarının ‘kitabeler’ üzerinden de anlatmış olması ayrıca değerli.
Bugün Sivas’ın tarihi kent meydanını dolaşırken çekeceğiniz bir fotoğraf karesinin içine girecek dört eser; Şifaiye, Çifte Minare, Buruciye ve Kale Cami’dir. Bu sahanın biraz dışında çekilecek bir diğer karede Gök Medrese olacaktır. Şifaiye, Çifte Minare ve Buruciye günümüzde Sivaslıların özellikle yaz akşamlarında biraraya gelip çay kahve eşliğinde muhabbet ettikleri mekanlarken, Gök Medrese birkaç yıl önce müzeye dönüştürüldü. Bu eserlerin birbirleriyle olan muhabbetlerini Uzunçarşılı ve Edgüer’in Sivas Şehri kitabından okuyalım:
ŞİFAİYE’NİN KARŞISINA ÇİFTE MİNARE
“1271-1272 senesi Sivas ‘ta bugün bakayasını hayretle temaşa ettiğimiz Çifte Minare, Gök Medrese, Buruciye gibi kıymet-i sanatkaraneleri yüksek eserler vücuda getirilmiş ve Selçuki ricali bu hususta birbirleriyle rekabet etmişlerdir. Bu devirde Anadolu Selçuki devleti ismen mevcuttu. Çifte Minare Medresesi’nin banisi Şemseddin Mehmed Cüveyni’dir. Cüveyni İlhaniler tarafınan bu vazifeye getirilmişti. O medresesini Şifaiye’nin tam karşısına inşa ettirdi. Çifte Minare’nin kitabesinde;
‘ Bu medresenin yapılmasını başvekil, dünyadaki vezirlerin meliklerin meliki, din ve dünyanın güneşi Mehmed b. Mehmed Sahibü’d Divan-Allah devletini sürekli kılsın-670 H yılında emretti ’ yazar.
Cüveyni kitabede kendisini başvekil olarak zikrettiriyor. Kitabede (şemsü’d dünya ve’d-din) tabirinin kullanılması ve hükümdar isminin zikredilmemesi dikkat çekicidir. Şimdiye kadar gördüğümüz kitabelerde (halledallahu devletehu) duası ancak hükümdarlar için kullanılmıştır. Medrese banisinin hükümdarlara mahsus unvanı kullanması kendisini Selçuki hükümdarlarıyla hem-mertebe addettiğini gösterir. ”
ÇİFTE MİNAREYE KARŞI GÖK MEDRESE
1271-72 yılları Sivas’ta İlhanlı hâkimiyetinin kurulduğu ancak Selçuklu vezirlerinin de siyasi güçlerini koruduğu bir dönem. Cüveyni’nin banisi olduğu medreseyi Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus’un 1217’de yaptırdığı darüşşifanın karşına inşa ettirerek verdiği mesaja karşılık, Selçuklunun nüfuzlu vezirlerinden Sâhib Ata Fahreddin Ali’nin Çifte Minare ile aynı yıl Sivas’a kazandırdığı ‘Gök Medrese’ ise Cüveyni’ ye karşı bir cevap olarak görülür.
Sivas Şehri kitabına tekrar döndüğümüzde Gök Medrese’nin kitabesinde;
“Bu kutlu medresenin yapılmasını Kılıç Arslan-Allah devletini sürekli kılsın-oğlu ulu sultan,yüce şehlar şahı, din ve dünyanın yardımcısı, Keyhusrev’in zamanında başvekil, ulu düstur, hayır ve iyiliklerin babası, devlet ve dinin övgüsü Hüseyin’in oğlu Ali-Allah onun sonunu hayır etsin-670 H yılında emretti” yazdığını görüyoruz.
Gök Medrese’nin kitabesinde Selçuklu sultanı vurgulanırken, Sahip Ata’nın Cüveyni’ye karşı başvekil, ulu düstur, hayır ve iyiliklerin babası, din ve devletin övünç kaynağı gibi yüceltici ve meydan okuyucu ünvanlar kullandığı görülür.
İLHANLI EMİRİ BURUCERDİ’NİN BİATI
1271’de Sivas’ta vücut bulan üçüncü medrese Buruciye’nin kitabesinde ise “Bu kutlu medrese Kılıç Arslan- Allah onun mülkünü sürekli kılsın-oğlu, ulu sultan, din ve dünyanın yardımcısı Ebul- Feth Keyhusrev’in saltanatı gününde, bağışlayan rabbinin rahmetine muhtaç olan zayıf kul Muzaffereddin Burucerdi tarafından 670 H yılında yapılmıştır” yazar.Çifte Minare’ de göremediğimiz Selçuklu vurgusu yine bir İlhanlı emiri tarafından inşa ettirilen Buruciye’de yapılmış. Burucerdi, Selçuklu sultanının ismini zikrederek ona biat ettiğini göstermiş.
HALİL EDHEM BEY’İN HİMMETİYLE
‘Sivas Şehri’nde Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey’in Çifte Minare için verdiği emeğin de altı çizilmiş: “Çifte Minare’nin 1882’ye kadar mevcut olan medrese binası harap olunca Sırrı Paşa zamanında yıktırılmış. Medresenin pek güzel olan cephe kısmı ise Müzeler Müdürü Halil Beyefendi’nin taktire layık gayretiyle kurtarılmış ve istinat duvarları yapılmak suretiyle tahkim edilmiş. Eğer bu himmet sarf edilmemiş olsa idi biz bu abideyi bugün göremeyecek idik.”
FRANSIZ KONSOLOSU KİTABEYİ SATMIŞ
Uzunçarşılı ve Edgüer kitaplarında 1894 yılında Şifaiye Medresesi’nde yaşanan bir tarihi eser kaçakçılığını da anlatmışlar :
“Şifaiye’nin içindeki İzzettin Keykavus Türbesi’nin girişi pek zarif sırlı tuğla ve çini mozaiklerle süslenmiştir. Türbenin kapısı üzerindeki kabartma çini yazılar Vali Hacı Hasan Paşa’nın muvakafatiyle 1894 senesinde tamir vesilesiyle gizlice çıkarılıp Samsun Fransız konsolosu vasıtasıyla satılmış iken ihbar üzerine bir ermeninin evinde bulunarak yine eski yerlerine konmuştur. “
KALE CAMİSİ’Nİ YIKMAK İSTEMİŞLER
‘Sivas Şehri’nden Uzunçarşılı ve Edgüer’in bu kitabı yazdığı yıllarda kapalı olan tarihi kent meydanındaki Kale Camisi’yle ilgili önemli bir bilgiyi de aktarıp yazımıza nokta koyalım:
“Kale Camii, Buruciye Medresesi’nin karşısına 3. Murat zamanı vezirlerinden Mahmut Paşa b. Ali Bey tarafından yaptırılmıştır. Mürtefi ve kurşun kubbeli olup yontma taştan pek metin olarak yapılmıştır. Minaresi de güzeldir. Bu cami vali konağının inşası sırasında yıktırılmak istenmişse de yapılan ikazlar neticesinde tarihi kıymeti dikkate alınarak yıkımdan vazgeçilmiştir…”