Şiir yazılmadan önce söylenendir. Dilde olmasa da zihinde veya muhayyilede. Söylenenlerin sese dönüşmesinin bazı merhaleleri vardır. Belki de şiiri şiir yapan, sesle şiir arasındaki münasebettir. Bu yüzden kitap bize; sesin şiiri bulamaması, şiirin sesinin bize ulaşamaması yahut istenilen seviyede duyulamıyor olması gibi problemleri irdeletiyor.
Ketebe Yayınları’ndan çıkan Marjorie Perloff ve Craig Dworkin’in editörlüğünde hazırlanan Şiirin Sesi, Sesin Şiiri, başlangıçta şiir ve sese dair yaptığı sorgulamalarla birçok kavram üzerinde düşünülmesine olanak sağlıyor. Dworkin’in de dediği gibi; sesin şiirle ilişkisi, “anlam”la bütünleşerek örtük ya da açık bir üçgen oluşturur. Türk şiirinde bunun gibi “açık üçgen”ler sıklıkla tartışılmıştır. İlaveten, şiire dair böylesi kapsamlı bir teori kitabı, anlam ve sese ilişkin teorik tartışmalarına yenilerini de ekleyerek meseleyi daha kapsamlı bir hâle getirmiştir. Örneğin, İngiliz ve Amerikan şiiri bu teori bilimin neresindedir? Hepimiz farklı seslere kulak kesiliyorsak, her şey herkesin elindeyse bizim ellerimiz nerededir?
Şiirde yeteri kadar “ses” olmadan anlam yetersiz mi kalır? Örtük bir anlamı açığa çıkarabilen, imgelerin önüne geçen şey “ses” midir? Kitabı biraz inceledikten sonra bu tarz sorular okuyucunun zihnini meşgul edecektir.
Sesin Şiiri: Şiirin Sesi; tercüme, müzik, soyutlama, imkân, biçimleme, görsel şiir- deney ve sözlü performans, radyo şiiri ve bunların icrasını konu edinen yirmi üç makaleden oluşmaktadır. Bu makalelerin yazarlarının her biri alanında uzman kişiler olup güncel edebiyatın da aktif olarak içerisindedir. Birbirlerinden “başka” kalemlere sahip olan bu yazarlar, metinlerinde sanatın her alanıyla ilişki kurabilmektedir. Kitabın başından sonuna kadar okuyucuyu diri tutabilen, metne bağlayan asıl unsur; kitabın farklı zihinlerden, deneyimlerden ve muhayyilelerden ortaya çıkmış olmasıdır. Zaten bilinmektedir ki her fikrin farklı bir pencere açması teori kitaplarını önemli kılar.
Teori kitap çevirisinin bir hayli mesai ve emek gerektirdiğini de göz önünde bulundurmamız gerekir. Bu açıdan çevirmen Fatma Büşra Helvacıoğlu’nun meşakkatli bir işin üstesinden geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Her ne kadar teori kitaplarının okunması zor gibi telakki edilse de çevirmen bunu bertaraf edip akıcı bir okuma vadediyor. Ayrıca kitabın kapak tasarımının dikkat çekici olduğunu da belirtelim.
Eser üç kısımdan oluşuyor. Asıl anlatılmak istenen mesele ilk kısımda okuyucuyla paylaşılıyor. Kitap okuyucusuna takip edilebilir bir okul ortamı sunuyor. Elimizdeki eser, adım adım şiirin sesini duyulabilir, tercümeyi anlayabilir, sesin icrasını “gerçekten” görebilir ve son olarak görseli sese dökülebilir hâle getiriyor. Bir teoriye dayandırarak görsel olanı sese dökebilmek tecrübesi hızlıca kabul edilebilir. Medya çağı buna sağlam bir zemin hazırlamıştır. “Z kuşağı” medyanın sunduğu alanları kullanmakta gözle görülür bir şekilde başarılıdır. İnsan ilişkilerinde bir empati aracı olarak aynaya ihtiyaç duyulduğu gibi şiirde de bir aynaya ihtiyaç duyulabilir. İnsanı anlamakla şiiri anlamak arasındaki ilişki ayna metaforunu işlevsel bir hâle getiriyor. Kitabı okumaya karar verirseniz; ses olmadan anlam, anlam olmadan ses, anlamlı ve anlamsız görsel, radyodan duyduğumuz ses gibi unsurların dünyamızdaki imajları hakkında düşünme fırsatı yakalayabilirsiniz.
Şair olarak veya sadece şiir okuyucusu olarak bu önemli çeviri eser, şiirle olan münasebetimizi nasıl etkiyecek? Söz konusu eserle tanışmadan önce ele alınan şiirler, kitabı okuduktan sonra yeniden gündeme getirildiğinde ne gibi farklı bakış açıları kazandıracak? Bu soruları, okuyucular kendi nispetince müşahede edecektir. Kitabın son makalesinin başlığındaki gibi; son perde kapanana kadar Konuşmayı Seviyorum ve “sesi duymaya başlayanlar”dan olmak istiyorum. Kitapla beraber şiirin sesine daha çok dikkat kesildiğimi de itiraf etmeliyim. Şiirde, görselde ya da şarkıda yaşamın aynasında siz hangi sesi duyabileceksiniz? Sesin şiirini mi, şiirin sesini mi?